ςคﻮคtคא_кђคภร khans
New member
‘Çılgın Türkler’den ‘hain Türkler’e
Beşinci Kafkas Tümeni Komutanı Kurmay Yarbay Dadaylı Halit Bey, karargâhının bulunduğu Bölmelik Tepe’den dürbünüyle yaptığı gözetlemede, yıkıntılarla dolu Karacahisar köyü içerisinde gezinen işgalci Yunan ordusunun son kalıntılarını gördü. Kim bilir bu dürbün nelere şahit olmuştu (dile kolay) tam on yıl içerisinde?..
Halep’te eşkıya takibinden Birinci Dünya Savaşı’nın patlak verdiği Sancak-ı Şerif’in açıldığı günlere, başarısız Kanal Seferi’nden Irak’taki Kut-ül Amare zaferine, Musul’un kaybedilmesinden Osmanlı ordusunun dağıtılmasına, yeniden toparlanıp Sakarya Zaferi’ne kadar kanla, barutla, binlerce şehit ve yaralıyla peş peşe zaferler ve yenilgilerle geçen, altı yüz yıllık bir imparatorluğun çatırdadığı, yeni bir devletin filizlendiği on yıl...
Başkomutan Mustafa Kemal Paşa komutasındaki Türk birliklerinin 26 Ağustos 1922’deki Afyon Kocatepe’den başlattığı “Büyük Taarruz”un en kritik yerinde bulunuyordu 5. Kafkas Tümeni. Birbiri ardına hedef tepeler ele geçirilmiş, 2 Eylül gecesi ise General Trikopis’in başında bulunduğu Yunan ordusunun son bölümü Karacahisar köyü yakınlarında sıkıştırılmış ve sonunda teslim alınmış, zafer perçinlenmişti. Kaderin cilvesi, teslim olan heyette 15 Mayıs 1919’da İzmir’e ilk çıkan Yunan birliğinin komutanı da bulunuyordu.
Tarihe ideolojik kılıf mı?
“Şu Çılgın Türkler” adlı eserin okuyucuları yukarıda geçen olayları bilmekten mahrum kaldılar. Büyük Taarruz’u ve Yunan General Trikopis’in esir alınma sürecini yaklaşık kırk sayfaya yakın anlatan, 80 yıldır beklendiği söylenen kitap, bırakın Halit Bey’in birliğinden bile bahsetmiyor, olayların öznesini adeta sansürlüyor. Daha da ilginç (ve de vahim!) olanı eserin kaynakçasında Yarbay Halit Akmansü’nün anılarının mevcut olması.
Geçen yıl çıktığında büyük bir ilgiyle karşılandı Şu Çılgın Türkler. Türkiye gibi kitap satışlarının düşük seyrettiği bir ülkede 300 baskı yaptı. Kimi belediyeler kitabı ücretsiz dağıttı. Kimi siyasiler yardımcı ders kitabı olmasını istedi. Kimileri “bu kitabı eleştirmeyi” neredeyse vatan hainliğiyle eş tuttu. Kimi de kitap hakkında kurslar açılmasını önerdi... Sözün kısası kitap, edebi bir eser hüviyetinden çıkıp “kutsal kitap” havasına büründü(rüldü).
“Şu Çılgın Türkler, tarihî bir roman mıdır, değil midir?” tartışmasına girmeye niyetim yok. ‘Her paragrafına, her sahnesinin sonuna bir dipnot koyan eser roman olur mu?’ tartışması edebiyatçıların olsa gerek. Ancak asıl tartışılması gereken nokta ısrarla kaynaklara, belgelere dayalı bir eser olduğuydu. Gerçekten de her paragrafı, her sahnesi (Nesrin’le Teğmen Faruk’un aşkı, bir de Ankara’da erkek hastalara günah diye dokunmayan gönüllü bayan hastabakıcıların olduğu bölüm hariç!) dipnotlarla biz okurlara daha açıklayıcı hale getirilmiş. (Bu arada insan sormadan edemiyor, erkek hastalara günah diye dokunmayan bir bayan neden gönüllü olsun?)
Belgenin tarihçilikteki yeri tabii ki tartışılmaz. Ancak okuyucu olarak aklıma takılmıyor da değil. Bir belgenin ne için yazıldığı, düzenlediği şartlar ve dönemler muhakkak çok önemli. Hele hele bu dönem 1919-1922 gibi çöken Osmanlı Devleti üzerinde her devletin ayrı bir hesabının olduğu, gizlice görüşmelerin yapıldığı, propaganda belgelerinin havalarda uçuştuğu bir dönemin belgeleriyse ihtiyatla yaklaşmak gerek. Çok daha kötüsü, kendi kanaatinizi belge olarak ortaya koymanız ve yahut da elinizde belge olduğu halde kullanmamanız.
Son dönemde sıkça duyduğumuz hain, satılmış, yurtsever vs. gibi kavramlara eserde bolca rastlamak mümkün. “Şu Çılgın Türkler”in en önemli vurgularından birisi Vahideddin’in hain olduğu üzerine. Çok sayıda saygın tarihçinin Sultan Vahideddin’in hataları olabileceği; ama hain olmadığı görüşlerine rağmen kitap, son Osmanlı padişahı hakkında bilinen iddiaları tekrarlıyor. Belgeler eşliğinde Vahideddin’in ne kadar hain olduğunu kanıtlamaya çalışıyor. Bu argümanı zayıflatacak herhangi bir olay varsa bunu görmezlikten geliyor. Sözgelimi eserde Birinci İnönü Savaşı’nın kazanılmasından sonra İstanbul’da Anadolu’ya yardım için Kızılay’a bağış yapanlar anlatılırken (s. 47) aralarında Sultan Vahideddin’in de bulunduğu belirtilmiyor. Eserin bir bölümünde primitif bir diyalogdan Sultan Vahideddin ile sadrazamı Tevfik Paşa’nın ülkeyi İngilizlere peşkeş çektiklerini hatta bununla yetinmeyip Ermenilere de toprak vermek istediklerini (okuyucunun burada çok sinirlenip ‘kimin malını kime satıyorsunuz kardeşim’ diyesi geliyor), ancak bu kadarına İngilizlerin karşı geldiklerini okuyorsunuz. (s. 62) (’Şu İngilizler’ de durmaları gereken yeri biliyorlar gerçekten!) Her şey bir yana Vahideddin’le Sadrazam Tevfik Paşa arasındaki bu konuşmaların kaynağı olarak İngiliz belgelerinin verilmiş olması inandırıcılıktan uzak. İki kişi arasındaki konuşmaların kanıtının nasıl yabancı bir kaynağa dayandırılacağı merak konusu.
Sultan Vahideddin’in Ankara Hükümeti’nin temsilcisinin görüşme kayıtlarını İngilizlere sızdırdığı iddiası ise doğru değil. Söz konusu raporların o dönem koşullarında psikolojik harp mantığı içerisinde kaleme alınmış bir metin olabileceği belirtilmiş, doğru olup olmadıkları İngiltere’de bile tartışılmıştı. Sadrazam Ahmet İzzet Paşa ve yine Sadrazam Tevfik Paşa sade kendi koltuklarını düşünen aciz kişiler olarak gösteriliyor ki bu, kesinlikle hatalı bir yaklaşım. Damat Ferit hariç tutulacak olursa her iki sadrazamın da Milli Mücadele’yi gönülden destekledikleri biliniyor.
Temel eksiklerden bazıları...
Şu Çılgın Türkler, birlikte yola çıkmış; ama daha sonra muhalif konuma geçmiş subaylardan olabildiğince az bahsetmeye, hatta bazen görmemeye çalışıyor. Buna birçok örnek verilebilir kuşkusuz. Ancak en fazla dikkatimizi çekenleri belirtmek gerek. Yazının başında askerlik yaşamından bir kesit verdiğimiz Kurmay Yarbay Dadaylı Halit (Akmansü) Bey, hilafetin kaldırılmasına (dinî nedenlerle değil siyaseten) karşı çıkmasıyla öne çıkmış bir isimdi. Sakarya Savaşı’nda, Türbe Tepe çarpışmalarında komutanından izin almadan harekete geçerek Yunanlıların sızmasını önleyen, Başkomutan Mustafa Kemal Paşa’nın da takdirlerini kazanan Halit Bey, Büyük Taarruz’da Yunan orduları komutanı Trikopis’i esir alan 5. Kafkas Tümeni komutanıydı. Yine Milli Mücadele’nin sembol isimlerinden Kazım Karabekir Paşa’nın ismi çok az yerde geçiyor. Eserde 10-24 Temmuz 1921 tarihleri arasındaki Kütahya-Eskişehir savaşlarında Türk ordusunun Yunan kuvvetleri karşısındaki bozgunundan Miralay Arif Bey sorumlu tutuluyor. Zaten daha öncesinde Arif Bey zincirin en zayıf halkası olarak niteleniyor. (s. 171) Yakup Şevki Paşa zafere inanmıyor (s. 583 ) vs. vs...
Özellikle 1921-22 yıllarındaki Milli Mücadele döneminin önemli olaylarını anlatan ‘Şu Çılgın Türkler’de TBMM’de İstiklal Marşı’nın kabulü sırasında yaşanan olaylar nedense belirtilmemiş. Daha yeni filizlenen, topraklarının büyük bir bölümü işgal altında olan bir devletin milli marş olarak belirlenecek bir şiir konusunda bu kadar titizlenmesi “yeterince çılgın” (!) bir davranış olarak görülmemiş olacak ki hiç vurgulanmamış. Milli Mücadele döneminde kalemiyle mücadele verenlerin başında gelen Mehmet Akif’e ne yazık ki eserde hak ettiği kadar yer verilmemiş.
Her olayın belgeli anlatıldığını belirtmek, anlatılanların doğru olduğu anlamına gelmiyor. Büyük Taarruz öncesi İsmet Paşa’nın kademeli taarruz planından endişelenen Kurmay Başkanı Asım (Gündüz) Bey, Başkomutan Mustafa Kemal’e bu planın hatalı olduğunu gizlice bildirmiş, Büyük Taarruz’un planı Başkomutan Mustafa Kemal’in de onayıyla baskın tarzına çevrilmişti. ‘Şu Çılgın Türkler’ Büyük Taarruz öncesini farklı anlatıyor, Asım Gündüz Bey’in anılarına birçok yerde başvururken burada değinme gereği bile duymuyor.
Şu Çılgın Türkler’de bazı ideolojik yaklaşımlar da rahatsız edici. Yazarın özellikle bir dipnotunda belirttiği Arapsı (?) giyinen insanlarla dolu Hürriyet-İtilaf partisinin daha sonraki tutucu, gerici, karşı devrimci anlayışlara ve partilere analık ettiği şeklindeki görüşü Batıcı (hatta haddinden fazla Batı yanlısı) bir parti için yanlış bir saptamayı içeriyor. Cumhuriyetin ilanından sonra kurulan muhalif konumdaki bütün partilerin (Terakkiperver Cumhuriyet, Serbest Fırka, daha sonraları Demokrat Parti) kurucu üyelerinin çoğu bizzat Milli Mücadele’ye katılmış kişilerden oluşuyordu.
Milli Mücadele’yi günümüzün bakış açısıyla yorumlayıp yine günümüzün ulusalcılık adı verilen siyasi akımlarına alet etmek, çok sayıda farklı gaörüşten insanın Mustafa Kemal önderliğinde giriştiği bu mücadeleyi istismar etmek doğru bir yaklaşım değil. İstiklal Harbi’ni anlamak için propaganda eserlerden ziyade çok daha objektif eserleri okumak gerekiyor
DR. TUNCAY YILMAZER