şirk Ve Onun Insan Hayatı üzerindeki Etkisi

hasreddin

New member
Katılım
10 Kas 2006
Mesajlar
47
Reaction score
0
Puanları
0
<Şeyh Ebu Bekir el-Cezairi/Medine Üniversitesi eski öğretim görevlisi

Terceme/Ubeydullah Arslan



Allah’a hamd ettikten sonra, Salat ve selam Allah’ın Peygamberi Muhammed’e, aline sahabelerine ve iyilikte onları izleyen tabiinin üzerine olsun. Bu dersimizin konusuna, başlangıç ve mukaddimesiz başlayalım.



Şirk, üç temel harften şirk koştu/şerike ve dört temel harften Şirk işledi/eşreke filinden gelir. Şirk, Küfür anlamına gelir, aynı zamanda bir şeye ortak olmak anlamında kullanılır. Filan evini sattı filan ortak oldu, ondan pay sahibi oldu denilir. Allah kitabında “Ama O, onlara (Adem'in çocukları erkek ve kadınlara) salih (bir çocuk) verince, kendilerine verdiği şey konusunda O’na ortaklar kılmaya başladılar.” (Araf-190) buyurmuştur. Yani Şeytana ikisi de itaat ederek ortak koştular. Onlar, şeytanın teklif ettiği gibi çocuklarına Abdulharis ismini verdiler.



İlim ehlinin Istılahında Şirk, Kişinin, yaratma, rızık, düzenleme, fayda ve zarar verme, malı verme ve alma hususlarında, Allah’a ortak koşmasıdır ki, bu Rububiyyette şirk işlemektir. İnsanların ibadet olarak edindikleri duayı, yardımı, kurbanı, adağı, korkuyu, umudu, sevgiyi, tevekkülü Allah’tan başkasına yapmasıdır ki, buna da Uluhiyyette şirk denilir. Allah’ın zatına has isim ve sıfatlarını yaratıklarından bir yaratığına vermektir ve yahutta Onun isim ve sıfatlarında İlhada ve tevile gitmek, inkara yönelmek, nefyetmek, yaratıklarına benzetmektir. Bu şirk, isim ve sıfatta şirk koşmak olarak bilinir.



Tıpkı Muvahhid lafzının zıddına, Müşrik lafzının gelmesi gibi, Şirk lafzının zıddına da tevhid lafzı gelir. Şeri ilim yönünden, şüphesiz ki şirk, insan için en büyük günahtır, Şirkin iki gizli tehlikesi vardır.



Birincisi, Şirk işleyenin günahları, diğer günahlara nazaran ölmeden önce tevbe etmedikçe bağışlanmaz, şirkin dışındaki diğer günahlar, Allah’ın dilemesi altındadır dilerse bağışlar dilerse cezalandırır. Allah’ın Nisa suresinde ki şu ayeti buna delildir “Gerçekten, Allah, kendisine şirk koşulmasını bağışlamaz. Bunun dışında kalanı ise, dilediğini bağışlar. Kim Allah'a şirk koşarsa, doğrusu büyük bir günahla iftira etmiş olur.” (Nisa-48) Bu günah sahibinde olduğu gibi, ölmeden önce tevbe etmedikçe cehenemede ebedi kalır, Muvahhidlerin çıkacakları gibi bu kimse asla cehennemden çıkamaz. Buna dar delil, “Andolsun, "Şüphesiz Allah, Meryem oğlu Mesih'tir" diyenler küfre düşmüştür. Oysa Mesih'in dediği (şudur:) "Ey İsrailoğulları, benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah'a ibadet edin. Çünkü O, kendisine ortak koşana şüphesiz cenneti haram kılmıştır, onun barınma yeri ateştir. Zulmedenlere yardımcı yoktur." (Maide-72)



İkincisi, tevbe etmeden önce kulun yapmış olduğu tüm hangi tür olursa olsun salih amellerini boşa çıkartır. Buna dair delil “ And olsun ki sana da, senden önceki peygamberlere de vahy olunmuştur: "And olsun, eğer Allah'a ortak koşarsan işlerin şüphesiz boşa gider ve hüsranda kalanlardan olursun." (Zümer-65) Allah’ın diğer bir ayeti de buna delildir “Onlar da şirk koşsalardı, elbette bütün yapıp ettikleri 'onlar adına' boşa çıkmış olurdu.” (Enam-88)



Şirki, Tahareti/abdestli hali bozan hadese/abdestsizliğe, benzeten doğru konuşmuştur. Zira, hades kişi de var olan tahareti ortadan kaldırır, eğer hades varsa bu durumda taharet batıl olur, şirkte böyledir. Kul, itikadı veya sözlü şirk işlemedikçe afiyet ve hayır içinde iken küfür işleyince, tüm ameli boşa gider, benzeri olmayın çok büyük hüsrana düşer.



Şirk, insan ilk yaratıldığı günden beri ona yoldaştır. Zira şirk, şeytanın amelidir, şeytan kudreti büyük Allah’a dedi ki: "Rabbim, beni kışkırttığın şeye karşılık, andolsun, ben de yeryüzünde onlara, (sana başkaldırmayı ve dünya tutkularını) süsleyip-çekici göstereceğim ve onların tümünü mutlaka kışkırtıp-saptıracağım." (Hicr-39) dediği günden beri insanı saptırmak ve delâlete düşürme çabasından geri durmamaktadır, Ne var ki, şirk çok açık bir suretle, kul ve resul olarak gönderilen Nuh (a..s) ümmetinin hayatında baş gösterdi. Nuh (a..s) ümmeti şirkin helak edici yönünü öğrenmesine rağmen ısrarla şirke devam ettiler, 900 veya daha fazla yıl boyunca tevhide karşı durdular. Allah’a karşı ortak koştukları en meşhur tanrıları Ved, Suva, Yağus,Yeuk ve Nesr idi. Kuran onlar hakkında haber verir “İnsanlara: "Sakın tanrılarınızı bırakmayın, Ved, Suva, Yağus,Yeuk ve Nesr putlarından asla vazgeçmeyin" dediler.”(Nuh-23) O zikri geçen ilahlar sahih hadislerin verdiği bilgiye göre, daha önceden salih insanlardı ne zaman ki bu salih insanlar öldü, onların mezarlarını yaptılar, ziyaret etmeye başladılar, aşırıya giderek Allah’a yakınlaşmak, ondan bereket istemek, bazen de şifa istemek gayesiyle Allah’la beraber tapmaya başladılar.



Bugün de tüm müslüman beldelerin hali budur, mozolelere, türbelere, mezarlara tapmaktadırlar. Ölüler adına yemin etmekteler, onlara adakta bulunmaktalar, kabirler önünde kurban kesmekteler, ölülerin ruhlarına bağışta bulunmaktalar, onlardan yardım dilemekteler, onlara sığınmaktalar ki, tüm bunlar ancak Alemlerin Rabbi olan Allah’a layık ibadetlerdir.



Allah, Nuh’un (a.s) şirk koşan kavmini tufan sonrası helak etmiş, tevhid ehlini de kurtarmıştı ki, çok sürmeden şirk bu sefer Ad Kavminde baş gösterdi, Allah da onlara Hud (a.s.) elçi olarak gönderdi. Hud (a.s.) kavmine “ Ey Kavmim ! Allah’a kulluk edin, ondan başka ilahınız yoktur.” Onlardan bir grup Hud’a (a.s.) şöyle dediler “Bizi ilahlarımızdan alıkoymak için mi geldin, eğer doğru sözlü isen bize vaad ettiğin tehdidini getir” senden yüz çevirdik. Allah şirk koşanları helak etti, Hud’a (a.s.) iman edenleri de kurtardı, Ne var ki, kurtulanların çocukları oldu, sayıları çoğaldı, sonra yine çocukları olan Semud kavmi de şirke düştü, Allah da, Salih (a.s.) onlara kul ve elçi olarak gönderdi, Salih (a.s.) onları bir tek olan Allah’a ibadete ve onun dışındaki tanrıları terk etmeye davet etti. Kavminden bir topluluk ona karşı batıl şirki korumak için direnç gösterdi, Allah da onlardan intikam aldı ve Salih ve beraberindeki iman edenleri kurtardı. Şirk ayrıca Kenan ve Irak beldelerinde zuhur etti, Allah’da onlara Halili İbrahim (a.s) gönderdi, ta ki Allah yardım edip, düşmanlarını helak edinceye kadar, kavmi çok şiddetli dirençlerle ona karşı durdu. O yıllarda, Şirk insanlığı Çin’de, Hindistan’da, Mısır’da ve insanın olduğu her mekanda kırıp geçmekteydi. Şirkin böylesine geniş yayılmasının gerçek nedeni, insanın düşmanı İblisin insanı saptırmak ve ifsad etmek, delâlete düşürmek ve kendisi gibi insanı ebedi olarak helak etmek ateşte kalmasını sağlamak için gösterdiği azimdir. Bununla beraber Allah, Allah’tan başka tanrılara tapan ve şirkin zuhur ettiği ümmetlere ta ki hiç bir ümmet, elçisiz kalmayacak tarzda elçiler gönderdi. Allah ayetinde şöyle buyurur “Hiçbir ümmet yok ki onlara elçi gelmemiş olsun.”



Ne var ki, İbrahim’in(a.s.) oğlu İsmail’i (a.s.) Mekke’ye Hacer annesiyle beraber terk etmesi hali onları Mekke’de ikame etmeye sürükledi ve Araplardan bir toplulukta onlarla beraber ikamet etmeye başladı, İsmail onlardan evlendi ve çok sayıda evlatları oldu, Allah onlara Resul gönderdi, Allah’a ibadet ettiler ve onu birlediler ne var ki İsmail (a..s) ve sahibi olduğu kavmin salihleri ve torunları ölünce, şirk yeniden Arap yarımadasına, Adnanlılara, Kahtanlılara döndü. Bu kavmin ilk puta ve resimlere tapması, Amr bin Lahey’in Şamdan getirdiği putlarla oldu. Bu getirilen putlara, Allah’a yakınlaşmak ve Allah’tan yardım istemek şiarı altında taptılar ve şöyle dediler “Biz onlara bizi Allah’a yakınlaştırsınlar diye tapıyoruz” ve “ Onlar bizim Allah katında şefaatçilerimizdir” Bu husus Kuranda çok açıkça beyan edilmiştir.



Allah’da, bu kavme Muhammed (a.s) rahmet olarak gönderdi, Peygamber’de, Allah dışında tapılan tanrıları terk etmeye ve bir tek Allah’a kulluk etmeye davet etti. Uzun bir mücadele ve harp sonunda onu tanıdılar ve etrafında toplanıp birlik oldular, Allah onun davetine, kendisine, muvahhid kullarına nusretini indirdi, böylece halis tevhidin gölgesi genişledi, ve dünyanın dört bir yanındaki en uzak beldeleri kapladı. Böylece, Doğuda olsun batıda olsun müslümanlar, ihlasla muvahhid olarak kalpleri karışıksız ve akideleri tertemiz olarak yaşadılar.



Sonra Alimlerin gafleti, siyaset ve yönetimde gerçekleşen problemler sebebiyle, şeytan ümmetten daha şiddetli bir şekilde intikam almak için doğuya olsun batıya olsun geri döndü, beldeleri dolandı, şirk ve putçuluk bunun üzerine ilk cahiliyenin halinden daha kötü bir halle döndü. Ümmet, ağaçlara, taşlara, mozolelere, kabirlere, türbelere, mezarlara taptı, niceleri Allah’ın dışında tanrılara kurban kesmektedir, niceleri Allah’tan başkasına adakta bulunmaktadır, niceleri Allah’tan başkasından yardım ve himaye istemektedir, niceleri kabirlerin veya türbelerin önünde dua etmekte, boyun eğmekte, itaat etmektedir, niceleri Allah’ın dışındakilere yemin etmektedir, daha bilinmez kaç kişi. Hepsi teberrük, yardım istemek, tevessül adına işlenmektedir, bu ise gizli ve küçük olmayan büyük şirktir. Allah’ın lanetine uğrarız korkusu zannıyla yaptıklarına şirk ismini vermemektedirler, şüphesiz ki isimler hakikatleri değiştirir. Sonra cahil, sapık, batıl akide hesabına yiyen ve içen alimler buldular, bu alimler de şeytan adına şirki süsledi ve güzel gösterdi, bu alimler ümmete delil bularak ve onu koruyarak “bu şirk değildir olsa olsa ancak bir tevessüldür, yardım istemektir” diyerek öğrettiler. Allah’tan başka güç ve kuvvet sahibi kimse yoktur.



Bu gelişmeler üzerine, Müslümanların itikadi ve dini durumları kötüleşince, siyasi halleri de kötüleşti, bunun üzerine kendilerini bekleyen kafir ansızın saldırdı, kırıp geçirdi, yönetimi ve hükmü gasbetti. Böylece müslüman beldeleri, kafirlerin yönetimi altında senelerce, ne devletleri olan ne yönetimleri olan muztazaflar, mahkumlar, baskı altında yaşayanlar olarak korku altında yaşadı. Tüm bunların sebebi, şirkin müslümanların üzerindeki kötü eseridir. Tevhid ehlinin ufuklarında, akideyle ıslaha ve nefisleri şirkten ve hurafeden temizliğe çağırma zuhur etmeyince, böylece müslümanlar özgürlük ve kafirlerin tasallutundan kurtulmaya doğru hareket edemediler. İşte bu kurtuluş düşüncesinin temeli, müslüman diyarlarında bulunan, ilkin müslümanları şirk akidelerden ve hurafelerden temizlemekle başlayan sonra hayatın diğer yüzünü kuşatan islami hareketin bereketiyle prangalarını kırmış ve kılıcı kınından çıkartmıştır.



İşte böylece, genel olarak insanlık ve özelde müslümanların tarihi üzerinde yaptığımız gezinti sonucunda, düşünen gören kimseye en kötü hastalığın bozuk ve sapık akidede olduğu ortaya çıkar. Hastalığı tedavi etmek, akideyi tedavi etmek ve onu ıslah etmekledir. Şüphesiz ki, insanlığın elde edeceği en kemal müjde, saadet, ortağı olmayan tapılmaya layık tek Allah’a razı olduğunda itaat ve sevmediğinden uzak durmakla gerçekleşir. Bu hususu, Allah kitabında ve Resulünün dilinde beyan etmiştir. her kim, Müslümanlar için, her şeyde hayır, izzet, saadet istiyorsa, bu durumda Rablerinin şeriatını akide, ahlak, davranış, hüküm ve kanun boyutunda alması gerekir. Şüphesiz ki, bu onları en iyi kemal dereceye, izzetin zirvesine, mal ve halde saadete taşır. Kim de Müslümanlar için bu yolun dışında bir yol isterse vaktini boşa harcayan, nefsine boyun eğen bir günahkardır. Onlardan kimileri sapıklığa, şaşkınlığa, helaka ve yok oluşa nefislerini ve insanları sürükleyendir. İşte bu Allah’ın zikrinden ve hidayetinden yüz çevirenler için sunnetullahtır, Allah hakkı söyler ve O sapık yoldan hidayete iletir, selam gönderilen resullerin, hamd da Allah’ın üzerine olsun.>
 
Geri
Üst