karakabusu
Banned
- Katılım
- 20 Şub 2007
- Mesajlar
- 651
- Reaction score
- 0
- Puanları
- 0
Şu kamplaşmadan kurtulalım mı?
Yönetmenliğini Giuseppe Tornatore‘nin yaptığı “La Leggenda del pianista sull’oceano” (Okyanus üzerindeki piyanistin efsanesi) buram buran insan kokan bir film. Bütün hayatını SS Virginian adlı bir transatlantikte geçiren, geminin dışındaki dünya ile her türlü teması reddeden bir piyanistin duygu yüklü öyküsü aslında insan doğası ve Türkiye’deki siyasî kamplaşma üzerine birçok ipucu veriyor.
Müziğe hâkimiyeti ile ün salan piyanist (Tim Roth) en yakın arkadaşı trompetçi Max’a (Pruitt Taylor Vince) neden karaya ayak basmadığını şu cümlelerle açıklıyor:
“Gemimde evimdeyim. Benim dünyam geminin kıçından burnuna kadardır. Kara benim için fazla büyük bir gemi. Fazla güzel bir kadın gibi, fazla uzun bir yolculuk, fazla kokan bir parfüm.”
Kamplaşmakta ısrar eden Türkler sonsuz dünyadan korkarak gemisine sığınan bu piyaniste benziyorlar. “Kafamı karıştırmayın benim, dostum kim? Düşmanım kim? Bilmek istiyorum” diye öfkeleniyordu Kurtlu Hilal makalesine yorum bırakan bir ülkücü. Kendimizi savunmak için ördüğümüz mutlak gerçek(!) duvarları bizim zihinsel hapishanemiz oluyor.
Dönek damgası yeme korkusuyla körlüğe mahkûm ediyoruz kendimizi, Sovyet Rusya’nın demir perdesi veya İsrail’in utanç duvarı ile yaptığı gibi bedenlerimizle beraber düşlerimizi de bu mutlak gerçeklerin(!) arkasına hapsediyoruz.
Derin Düşünce sitesinde mutlak gerçekleri(!) kurcalamayı, ezber bozmayı hep sevdik biz: Müslümanların iç hastalıkları dedik, Zaman Gazetesi ırkçı mı oluyor? diye sorduk. AKP’nin sözlerini tutmadığından ama buna rağmen hakkıyla eleştirilemediğinden yakındık. Tarihinizle gurur duymak başka dedik Osmanlı Fetişizmi yapmak başka. İslam ve lüks tüketim konusunu sorguladık.
Din özgürlüğünü savunduk ama erdemin ve güzel ahlâkın devlet eliyle kurumsallaştırılmasına karşı durduk. Devletin “Günah işleme özgürlüğüne” saygı duymasını istedik. İslâmî devrimle kurulacak bir devletin Müslümanlara hizmet edemeyeceğini savunduk.
Türkiye’nin düze çıkması için İslâm dini liberal demokrasi ile bağdaşabilir hatta bağdaşmalıdır diye ısrar ettik.
Ezberi bozulanların olumsuz tepkileri bize doğru yolda olduğumuzu gösterdi:
1) Yahudiperverler,
2) MOSSAD ajanları,
3) BOPçular,
4) Amerikan uşakları,
5) Fettullahçılar! ABD’ye gidin!
6) Haklısın ama şimdi sırası mı?
7) Ellerin taşı değil dostun bir gülü yaralar beni…
Kendini Muhafazakâr dindar tarif eden dostların (bir kısmının) özeleştiriye tepkileri böyle oldu. Fikirlerimizle değil kimliklerimizle uğraştılar, bize sloganlarla yanıt verdiler.
Bu arada Kemalistleri unutmadık tabi. Halkın tercihlerine güvenmeyen, şeriattan korkan Kemalistlere İran’a şeriat demokrasi ile mi geldi? diye sorduk. Tarif dahi edilemeyen bu ideoloji yüzünden halka baskı yapıldığını gördük. (Kimliğimin derdi ordumu gerdi!) Bugünkü Kemalistlere bakarak İyi ki Atatürk Kemalist değildi dedik. Kemalizm adına kafatasçılık yapıldığını, mezarların açılıp kafataslarının ölçüldüğünü anlattık. Askerî darbelere dört elle sarılanların Atatürk’ün arkasına saklanmalarını sorguladık. Türkiye’nin bütün sorunlarını silahla çözemeyeceğimizi, PKK ile mücadele konusunda özeleştiri yapmamız gerektiğini söyledik. Kemalizm’den kaynaklanan tek tip vatandaş projesinin PKK’ya yaradığını yazdık. Kürt kimliğine daha fazla saygı göstermeliyiz dedik. Türk Silahlı Kuvvetlerini demokrasiye karşı kullanmanın sakıncalarını anlattık. Türkiye’yi korku ile yönetmeye kalkarsanız gideceğimiz yer faşizm olacaktır diye uyardık.
Ezberi bozulan Kemalistlerin olumsuz tepkileri bize doğru yolda olduğumuzu gösterdi. Fikirlerimizle değil kimliklerimizle uğraştılar, bize sloganlarla yanıt verdiler:
1) Atatürk düşmanları,
2) İran’a gidin siz,
3) Hepimizi çarşafa sokacaksınız,
4) Ne mutlu Türk’üm diyene!
5) Türkiye laiktir, laik kalacak!
6) Arap hayranısınız,
7) Ilımlı İslâm projesine alet oluyorsunuz,
Atatürk sevgisinden mahrum kalmış yürekleriniz,
9) Kur’an kurslarında beyniniz yıkanmış.
Aynı haftalarda ülkücüleri ve genel olarak milliyetçileri de özeleştiriye çağırdık. Nihal Atsız tarzı milliyetçiliğin bizi böldüğünü, Alparslan Türkeş’in fikirlerinin Türkiye’ye fayda getiremeyeceğini ispat ettik. İslam her türlü ulusçuluğu reddeder, Ezan sesiyle Kurt uluması arasında seçim yapın diye uyardık. Milliyetçilik tutkalına veya çimentosuna gerek yok dedik. Kan, ırk soy üzerinden yapılan milliyetçiliğin birleştirici değil bölücü olduğunu gördük, gösterdik. Orta Asya efsaneleri ile tarih yazmanın, korku tacirliği yapmanın gençleri suça ittiğini anlattık. Çanakkale’de ölen anzaklara “evladımız” derken PKK’lıların cenazelerinin engellenmesindeki tutarsızlığı işaret ettik. Kin ve intikam söylemleriyle değil büyüklük göstererek, affederek yol almanın dinimizce daha uygun olduğunu hatırlattık.
Ezberi bozulan ülkücülerin olumsuz tepkileri bize doğru yolda olduğumuzu gösterdi. Fikirlerimizle değil kimliklerimizle uğraştılar, bize sloganlarla yanıt verdiler:
1) Siz Kürt müsünüz?
2) Genetik kontrole ihtiyacınız var,
3) Türkiye Türklerindir,
4) PKK destekçileri,
5) Ermeni bozmaları,
6) Turan düşünü anlamadınız,
7) Kurt uluması olmayan yerde ezan sesi de duyulmaz.
Aramıza yeni katılan dostumuz Rasim Ozan Kütahyalı Türk solunu öyle bir eleştirdi ki solcu ve eski solcuların ezberleri tepetaklak oldu. Aslında Ozan sadece kral çıplak diyen o ufak çocuk gibi yaptı. “Siz” dedi, “hiç bir zaman solun evrensel değerlerini kucaklamadınız. Hep ulusalcıydınız. Haksız yere idam edilmiş olmanız sizi haklı yapmaz”:
Türk solu geçmişini sorguluyor…
Türk solu neden ayna sevmez?
Denizlerin yolundan 21 Haziran yürüyüşüne…
Tam bağımsızlık, tam barbarlık demektir!
Ulusalcı Türk Solu ve Deniz Gezmiş’in yolu
Türk solu kullanıldı mı?
Deniz’lerin yolu Bizi Nereye Götürür?
Ezberi bozulan solcuların olumsuz tepkileri bize doğru yolda olduğumuzu gösterdi. Fikirlerimizle değil kimliklerimizle uğraştılar, bize sloganlarla yanıt verdiler:
1) Solu satıyorsun, hainsin,
2) Dincilerin ekmeğine yağ sürüyorsun,
3) Liboşsun,
4) İşçi sınıfı ezilirken nasıl böyle düşünebilirsin?
5) Bravo, gerçek bir solcunun yapması gerekeni yaptın…
Körlük değil döneklik zamanı şimdi!
Rahmetli Alparslan Türkeş’in bir sözü vardı: “Davadan döneni vurun! Ben dönersem beni de vurun!” Yani Türkeş bile kendisinin davadan dönme ihtimalini göz önüne almışken biz niye dönmeyelim ve siz niye dönmeyeceksiniz?
Bir zamanlar hepimiz değişik düşlerin peşinden sürüklendik. Ülkemiz için daha çok refah ve daha çok adalet istedik. Ama yöntemlerimiz farklı idi. Kimimiz dünyayı komünist bir gözlükle gördü: işçi sınıfı iyiliği ve erdemi, zenginler ve patronlar ile kötülüğü temsil ettiler. Dış düşman Amerikan emperyalizmine karşı mücadele etmeliydi.
Başkaları “bize Müslüman olmak yeter, anayasamız Kur’an” dediler. Bu da siyah beyaz gösteren bir gözlüktü. Müslümanlar iyi, Yahudiler ve Hıristiyanlar kötüydü. Dış düşman Siyonizme, Haçlı zihniyetine karşı mücadele etmek gerekiyordu.
Ülkücüler ve Kürt milliyetçileri erdemi Türklükte (Kürtlükte) gördüler. Nihal Atsız’ın dediği gibi Ermeniler, Ruslar, Lazlar, Kürtler, Çerkezler… Türklerin düşmanıydı.
Kürtçülere göre ise Kürtler ile Türkler bir arada yaşayamazdı, Kemalist modelde bir Kürt ulus-devleti kurulmalıydı.
Ama ortak hata şuydu: Kemalizm gibi bir “çağdaşlaşma” projesi veya inançsal, sınıfsal, ırksal bir aidiyet üzerinden devrim yapmak ve ERDEMLİ BİR DEVLET(!) kurmak.
Yani gerçekte sadece bireysel vicdanın bir sonucu olabilecek erdemi devlete aktarmak. Vatandaşı çocuklaştıran, bireysel sorumluluklarından arındıran Komünist/Kemalist/İslamist/Kürtçü bir devlet kurarak yeryüzünü cennete çevirmek. Bir buzdolabı veya bilgisayar gibi bir aygıtın erdem üretmesi ne kadar anlamlı ise devlet denen aygıtın da erdem üretmesi o denli anlamlı.
« Humeyni Lenin’i döver mi? » adlı yazımızda dediğimiz gibi erdemi devlet eliyle kurumsallaştırmak için hemen herkesi öldürmekten başka çareniz yok. Bunun için komünist Stalin, İslamist Humeyni ve Faşist Hitler uygulamada aynı noktaya vardılar. Bunu içindir ki şapka kanununu uygulayan istiklâl mahkemeleri insanları idama mahkûm etti.
Şimdi döneklik yapmanın tam zamanı
Belki öldük öldürdük bu olmayacak düşleri gerçekleştirmek için. İşkence gördük uğrunda. Hapis yattık. Eğitimimizi yarım bıraktık vatan sevgisi uğruna. Kimimiz sığınmacı oldu yurtdışında. Vatanına dönemedi yıllarca. Vefat eden annesini, babasını toprağa veremedi.
Bu ideallerin hepsi saygı değer duygulardan ortaya çıkmıştı. Yapılan fedakârlıklar gerçekti ve saygıyı hak ediyordu. Ama yöntemlerimiz yanlıştı. Şimdi döneklik yapmanın tam zamanı.
İdeolojilerinizi artık geçmişe gömün. Sadece bireye saygıyı, bireylerin özgürlüğünü savunun. Çünkü Türkiye’nin ihtiyaç duyduğu tek çimento insan hakları ve bu hakları savunacak demokratik bir hukuk devleti.
Mehmet Yılmaz
DerinDüşünce