1001Design
330i ///M3 Design
ŞEHİT MEHMET MUZAFFER
İstanbullu Mehmet Muzaffer;
Mekteb-i Sultani’nin,
Gencecik Fidanlarından biri,
Nam-ı Diğer mekteb-i Galatasaray’ın
948 Mehmet Muzaffer’idir.
Mükellefiyet kanunu gereği,
Muaftı Askerlikten Muzaffer,
Henüz Delikanlılık çağının tam ortasında,
Hayatının baharındadır Muzaffer.
Baharını yaşayamadan göçen bir neslin gonca gülüdür,
Henüz ya onyedisinde, ya da onsekizinde delikanlıdır,
Yani daha anasının süt kuzusudur Muzaffer oğlan.
1916 yılı Mart’ında
Okuldaki arkadaşları gibi,
Vatan kaygısı ile yanmaktadır içi,
Sıkıntılıdır yüreği, boğazı düğüm düğüm,
Ne yediği ekmekten, ne istanbul’un güzelliklerinden,
Zevk almaz, gözleri bakar görmez, kulakları işitir bilmez,
Yürek acısı siler her bir izi Muzaffer’de...
Düşünmez bir an; ne muaflığını, ne anayı, ne dostları,
Bir tek şey vardır içinde “VATAN”.
Büür içindeki soru: Ne olacak yarın?
Gönüllü olarak koşar vatanın imdadına,
Gider Çanakkale’ye elinde bir bohça ile.
Belki vedalaşmıştır anasıyla, sevdiğiyle, bilemeyiz!
Alay Karargahında henüz Zabit Namzedidir,
Sırtlanlar daha yeni çekilmiştir boğazımızdan,
Sakindir cephemiz o zaman, sessizdir Akdeniz,
Şehitler ve ölülerin hepsi henüz gömülmemiştir,
İnsan kokmaktadır denizler, amma
Gül kokmaktadır bazı yerde topraklar
Kanamaktadır hala Balakanlar,
Sızlamaktadır Sarıkamış’ın ruhumuzda açtığı yaralar,
Hele hele Çanakkale’de yitip giden yüz binler,
Bu milletin aydın ve okumuş kaymak tabakasıdır silinen.
Dolmamıştır bu milletin sabır sınavı henüz,
Zaman daha nice çileleri örmektedir doğmamış çocuklara,
Nice acılara, yokluklara, zulümlere gebedir zaman,
Ateşten imtihan yakmıştır milletin ciğerini,
Ocaklar gayri tütmez olmuştur Anadolu’da,
Viraneleri Baykuşlar tutmuştur.
Onbeşlilerin çoğu göçmüştür,
Geride kalan Eşlerin, nişanlıların, gözü yaşlıdır,
Anaların bağrı ise bir başka yanıktır.
Eşkiyalar sarmıştır her yanı,
Tutuşmuş filistin, kafkaslar, Bağdat,
Yastadır Vatan, Yastadır Millet.
Yol çetin, dava kutsal, yük ağır,
15 lilerden Mehmet Muzaffer göreve hazırdır.
Bilmiyoruz bir sevdiği var mıdır, anacığı sağ mıdır,
Anası vatandır, yavuklusu Kıt’asıdır,
Gönlü ise iman doludur.
Kıt’ası Filistine İntikal emri almıştır Muzaffer’in,
Hazırlıklar zaten gönüllerde çoktan tamamdır,
Lakin malzeme bakımından noksandır tümen,
Milletin okumuş, alim tabakası yok olmuştur,
Kalan üç beş okumuşlarındandır Mehmet Muzaffer,
Alay Komutanı bu nedenle çağırır kendisini ve;
“Muzaffer evladım; gitİistanbul’a,
İki otomobil ile iki kamyonun lastiklerini alıp geli ver...
Şu teskereyi; Harbiye Nezaretinde (Savunma Bakanlığı) ilgilisine verirsin,
Parayı bakanlıktan al ve de geçikmeden dön geriye” der
Emir kısadır, zaman dardır,
Soru sormaz Muzaffer,
Vapur kalkar, varır İstanbul’a sabah ezanları okunurken,
Yokluk yıllarıdır, yoksulluk diz boyudur o zaman,
Lastik deyince yalnız kara lastik gelir akla,
İstanbul kazan, Muzaffer kepçe gezer İstanbulu,
Ne otomobil, ne kamyon yaygındır İstanbul’da,
Lakin lastik denen yuvarlak kara çember,
İnsan oğlunun en büyük buluşu olsa da,
Kolayca bulunur mu o yıllarda kapalı çarşı’da...
Üç beş gayri müslim tüccarın elindedir lastikler,
Ancak onlar da karaborsadır.
Ecdadın nesli Anadolu’da tükenirken,
Cepheden cepheye akıp koşarken,
Erimiştir insanım hem yokluktan, hem kurşundan.
Askerlikten muaftır zaten azınlıklar o zamanlar,
Azınlıkların yanında birde tüm İstanbul muaftır ya,
Bir seyerek sakallı çipil gözlü tüccar’da bulur aradıklarını,
Karaborsada 100 altundur ederi lastiklerin,
“Hele sen bunları ayır bana efendi,
ben bedelini alıp geleyim Dersaadet’ten” der Muzaffer.
Soluğu harbiye nezaretinde alır Muzaffer.
Esas duruşta verir selamını;
“Komutanım çanakkale’den vazifeli geldim,
Eksiklerimizin listesidir,
Filistin’e intikal için elzem malzemedir.
İşte resmi tezkerem,
Lastiklerin karaborsadaki bedeli 100 altundır,
Arz ederim efendim”
Kaldırır başını bakar merak ile kızgınlık arası zabit efendi;
Alay mı ediyordu kendisiyle bu delikanlı acaba?
Bakar muzafferin saf temiz yüzüne,
Hayır nerden bilsin ki bu subay namzedi efendi,
Eratın ayağına postal, sırtına kaput alacak,
Parasının dahi olmadığını Devlet-i Alin’nin,
Topu topu iki otomobil, iki kamyon lastiksizde olurdu,
Kullaklarında zabitin çınlayan sesi kalır Muzaffer’in:
“Efendi günaha sokma beni,
Ayağına giyecek daha postalı yok be neferin...” sözü.
Yüreğinde düğüm düğüm olur “yok”sözcüğü,
Sanki tıkamıştır “yok” nefesini,
Para yoksa, malzeme de yoktur,
Nasıl gidecekti şimdi birliğine?
Vazife yarım bırakılamaz dı ki,
Başarının yerini hiçbir mazeret tutamazdı ki,
Asil milletin evladı para yok mazeretine sığınır mıydı,
Başı önünde kalır mıydı hiç? ? ?
Akşam vaktidir Asitanede,
Grubun kızıllığı çökerken ufuklarına,
Muzaffer başını semaya çevirir bakar,
Bakar Süleymaniye üzerinde batmakta olan mahzun güneşe,
Ecdadın, nakış nakış İstanbul semalarını işlediği kubbelere,
Hakk’a dua eder gibi göğe uzanan minarelere,
İç geçirir elemle;
“Bu güzel vatan bizimdir” der sanki bu eserler,
Vatan Tapusunun mührüdür bu güzel ecdad yadigarı mabedler.
Güneş vazifesini tamamlamış olmanın huzuru ile,
Hakkın emrine uyarak, o an sanki secdedir Rabbine;
Güneş der ki:
“Bak muzaffer;
Hiç mazaret belirten var mı alemlerde,
Aklın var, azmin var, imanın da var,
Örnek alsana sen de onsekiz bin alemi,
Sabah daha çoook vakit var,
Karınca ihlası ile çalış be muzaffer,
Her işin vardır elbet bir hal çaresi,
Sen ki peygamberin methettiği güzel bir ecdadın evladısın,
Sen de başarırsın be Muzaffer...
Konuşa konuşa kendisiyle Muzaffer,
Beyazıt meydanına varır,
Çare Allahım, medet diye diye döner durur,
Gözleri ışıldar sevinçle bir an,
Neden olmasın! der kendi kendine Muzaffer,
Bulmuştur aradığı çareyi,
Heyecanını gizleyerek döner tüccara:
“Malzemeyi hazırla bey baba,
Parası tamamdır, meraklanma
Tediyesi paranın ancak akşam üstü bitecek,
Yatsıdan sonra da gelip alamam,
Zira yokturmalzemeyi koyacak yerim,
Vapurum sabah kalkacaktır,
Çanakkaleye bu lastikleri yetiştirmem lazımdır,
Onun için tüccar efendi,
Sabah ezandan önce hazır etbenim emanetleri”der
Çıkarken tam, ilave eder muzaffer;
“Haa Altun para vermiyorlar,
Kaime (kağıt para) olarak vereceğiz olur mu? ”.
Tüccar efendi mecburen “peki” der,
Osman’lı vereceğim dediyse parayı,
Şüpheye, senede gerek var mıydı ki...
Hazır eder malzemeyi hemen, koyar bir köşeye,
Muzaffer Karaköy’de bulmuştur aradığını,
Altun Karşılığı veya Altun Yerine geçecek,
Kaime’nin basıldığı kağıdın bir benzerini,
Biraz da çini mürekkebi, ile renkli boyaları alır,
Öder hepsinin bedelini kendi cebinden.
Kapanır bir otelin izbe odasına Muzaffer,
Kozasını örecek kelebek misali,
“Bismillah” der kollarını sıvarken,
“Allahım niyetim hayır,
Sonu hayır olsun davamın,
Yardımını esirgeme milletimden,
Tevekkül benden, Yardım senden”
Kum saatinde daha hızlı akmaktadır zaman sanki,
Sabah ezanına 7-8 saat vardır daha,
Oturur yorgun kandil şavkının vurduğu masaya,
Mehmet Muzaffer başlar karınca ihlası ile,
Nakış nakış işler beyaz kağıdın zeminini,
Hataya, yanlışlığa tahammül yoktur,
Elinin titremesi yasaktır,
Gözleri kapanmamalıdır.
Zaman tekrarlamaz zira kendini,
Otel odası, kırık iskemle ile gaz lambası şahit olurlar,
Bu gece ihlas ile iman ile kağıda işlenen vatan sevgisine,
Mehtap ve gece dua eder sanki bu gence,
İpek böceği misali, örer Muzaffer ilmik, ilmik,
Sabırla aşkla işler kendisinin ipeğini,
Azmedince gönülden insan,
Aşk ile geçilirmiş ıssız, susuz çöller Mecnun misali,
Geçer Muzaffer eli titremeden,
Ayrıntıda kusur işlemeden aşar kaf dağını sanki...
İkame olan kağıtlar 50 altun karşılığı basılmıştır.
Muzzaffer ise ilk 100’lük kaimeyi işler göz nuruyla bütün gece,
İkame üzerinde küçük bir değişiklik yapar yalnız,
Olmamak için sonradan “Kalpazan”
Şafak sökmeden önce görev tamamdır.
Merkez komutanlığından aldığı üç beş nefer,
Çalar tüccarın kapısını Mehmet Muzaffer;
Tüccar efendi hazır beklemektedir altuncuklarını,
Mehmed Muzaffer loş gaz fenerinin ışığında,
Gergef gergef işlediği 100 kaime’yi verir,
Yüklenir arabaya malzeme ve lastikler,
Atların arnavut kaldırımı taşlarda,
Nal seslerini dinlerken tüccar efendi,
Sirkeci’de alır, tuttuğu soluğunu Muzaffer,
Aktarılır malzeme bir gemiye ve
Haydi ver elini şimdi “Şehitkale” Çanakkale,
Varır Kıt’asına verir tekmilini;
“Vazife tamamdır komutanım,
Malzemeler tedarik edilmiştir,
Lastikler takılmıştır”
Tekmili bu kadardır,
Teferruat yok, abartma yok, öğünmek yoktur...
Çünki yapılan iş kul hatırına değil, Allah Rızası içindir.
“Garcia’ya mektup” ile şişirilen, zehirlenen,
Elaleme hayran bir nesil için ne güzel emsaldir Muzaffer...
Vazife bilinci nedir?
Fedakarlık nasıl olmalıdır?
İnsiyatif ne demektir?
Mazeretsiz iş nasıl başarılır?
En güzel, ama bizden bir örnektir Mehmet Muzaffer.
Tüccar efendi dersaadete varır,
Kaime’yi verir vezneye,
Heyhat ödeyemeyiz deyince memur,
Dünyası yıkılır tüccar efendinin.
Parada ufakcık bir hata vardır,
- Devlet hiç 100 kaime basmamıştır,
- Kaimeler hep 50 liradır,
- Bir de üzerindeki söz vardır değişiklik kaimenin:
“Bedeli dersaadet’te altun olarak tesviye olunacaktır”
100 kaimede yazan ise muzafferin kararıdır;
“Bedeli çanakkalede altın olarak tesviye olunacaktır”
Zaten ödenmişti bedel kanla, canla,
100 Altının değeri mi olurdu yarım milyon canın yanında! ! !
Muzaffer aylar süren intikalle filistin cephesindedir.
Yazın kavurucu sıcağında Filistin,
Bu kutsal mekan, sanki cehenem gibidir.
Nice yiğidin can verildiği vatan toprakğıdır Filistin.
Türkün ateşten sınavı sürmektedir daha,
Şimdi yedi düvelle birden, her cephede savaşır ecdad.
Artık zabit namzedi Muzaffer, teğmen Muzaffer olmuştur.
Bir bölüğe komutandır.
Sina, göz yaşı dinmeyen topraklar,
Musa’nın kavmine yol veren Sina,
Firavunu yutan Sina,
Yeniden yaşanmakta sanki Musa ile Firavun harbi,
Bu sefer Firavunun yanında Haman olanlar,
Allah diyen dindaşlarımızdan bazılarıda karşı cephededir.
Şerif Hüseyin ve tayfası baş kaldırır.
Hamanlarla, Firavunlar birleşmiştir asırlar sonra Hicaz’da,
Çökmüş Osamanlının üstüne yedi düvel,
İhanetin, fitnenin beşiği olmuş kutsal topraklar,
Doymadı kana, doymadı göz yaşına bildik düşmanlar.
Dün doymamıştılar, bugün de doymadılar;
Ne kana, ne de cana...
Gazze savaşlarında pişer Muzaffer,
2 nci gazze savaşında (17-19 nisan 1917) yaralanır kolundan,
Haziran 1917 tarihli mektubunda der ki arkadaşına (1):
“Kolumdan yaralandım.hastanedeyim,
lakin yakında cepheye yeniden döneceğim,
bu vesile ile mülazımlığa terfi ettim,
birde madalya ile taltif edildim yaramdan ötürü,
seviniyorum elbet madalya aldığıma amma,
kolunu, bacağını harp sahasında bırakan arkadaşlarımın,
madalya ile mükafatlandırılması ne kadar yerinde ise,
lakin benim gibi hafif yaralılara da,
ayni madalya verilmesini,
O derece yersiz bulmaktayım kardeşim.
İngilizler bildik düşman bu sefer Gazze önlerindedir,
6 aralık 1917 kış günü saldırırlart 3 ncü kez,
Cephe yarılır, sonunda mübarek Gazze düşer düşman eline,
Ardçı bölüklerden birinde Bl. K. Dır Mehmed Muzaffer,
Çarpışır Gazze için, vatan için, Allah için sokak sokak, ev ev,
Akşam ezanı vaktidir, lakin okunamaz ezan,
Susmuştur ezanlar, mahzundur hilal.
Silah ve top sesleri ezan yerine geçmiştir.
“Kutsal topraklar” ihanet ve zulüm karşısında utanmıştır sanki,
Akşam karanlığı çökerken yorgun Gazze semalarına,
Gecenin öncüsü siyahlık serer şalını çöle,
Çöker önce karanlık gözlere, sonra gönüllere,
Bir kurşun, kimbilir kimin tüfeğinden çıkar,
Bulur haram geçmemiş Muzafferi,
Saplanır boğazına,
Yıkılır yere gencecik fidan,
Vurulmuştur can evinden Muzaffer,
Alır askerleri bir kuytu köşeye kendisini,
Yarası tam da boğazındadır,
Aklından geçmiş midir acaba, kurşunu atan elin kim olduğu?
Ehli salip mi, nesillerimizi tükettiğimiz Ali mi, Ahmet miydi?
Tetiği çeken elin sahibi?
Kalbinden gelen ifadeleri söyleyemez,
Kelimelerden önce, can boğaza gelmek üzeredir zira,
Son sözlerini yazmak için kağıt kalem ister işaretle,
Bir zarf çıkarırlar cebinden Muzaffer’in,
Kim bilir belki anacığına, belki yavuklusuna,
Yazacağı mektubu götürecekti bu zarf.
Şimdi Muzaffer’in Allah’ına son niyzaını götürecektir bu zarf.
Al Kanı damlarken zarfa yazar ilk önce;
“Kıble ne taraf? ”
Çevirir neferleri kıble yönüne Muzafferi,
Vızıldarken üstünde kurşun sesleri,
Muzaffer yazdırır kalemine kelime-i tevhidi,
“La İlahe İllaılah... “
Atar imzasını altına.
Askerinin kucağında yönü kıbleye dönmüş Muzaffer,
Basar kalbinin mührünü üstüne, “La İlahe İllalah...”
Sonra, vazife bitti mi ki dursun kalemi,
Can vermesi mazeret mi?
Yazar zarfın arkasına;
” Bölük cihada devam etsin” diyen emrini,
Kanım yerde kalmasın.... derken,
Verir Mehmet Muzaffer son nefesini...
Kapatır hayat sahifesini henüz gonca gülken...
Devam edebilseydi eğer;
Belki diyecekti Mehmet Muzaffer:
“Ey benden sonra gelecek asil nesil;
Vatanım hür,milletim mutlu olsun her daim,
Bir kez gelinen şu dünyada,
Canımızı verdik bu vatan uğrunda,
Daha ömrümün baharında,
Sizler yaşayın nice güzel baharları.
Girmesin yeterki sinemize ayrılık tohumları,
Mazi bilinmeden yön verilmez atiye,
Nasıl çöktü ibret alın bu muhteşem Devlet-i Ali,
Neden düştük bu sefil hale?
Düşünün mehmedim, unutman Alim,
Tarihini öğrenmelisin, ecdadını bilmelisin,
Köksüz ağaç yaşamaz bilmelisin,
Ayrılmayın nurlu yoldan,
Tanımalısın dost kılıklı düşmanları,
Görmelisin önceden kurulan sinsi tuzakları,
Pusulan şaşmaz olmalı,
Kızıl elman sağlam olmalı,
Davan kutsal olmalı,
Evladım;
Eğer vazifeni mazeret beyan etmeden,
Een mükemmel şekilde yapıyorsan,
Dürüstlükten ayrılmıyorsan,
Haram ve helali biliyorsan,
Yetimin hakkından, kul hakkından korkuyorsan,
Hırsız ve arsıza aman vermiyorsan,
Bir gün hesaba çekileceğini bilerek yaşıyorsan,
İlim ve irfan rehberin,
Edep ve haya ziynetin ise,
Kendi milletin ve tüm insanlığın,
Barışı için, huzuru için cehd ediyorsan,
Doğru bildiğin ve inandığını korkmadan,
Ve saygı ile ifade edebiliyorsan,
Hoş görü le tartışabiliyorsan,
Kibir ve gururdan uzak, mütevazi olabiliyorsan,
İlimde, fende, ahlakta örnek olabilorsan
Bana ne? ”Sana ne? ” demiyorsan,
Bana dokunmayan yılan bin yaşasın istemiyorsan,
Kendinden sonraki evladına;
Ttemiz ve şerefli bir sahife bırakarak,
Sson nefesini verebiliyorsan eğer,
Hakkım sizler helal olsun,
Canım sana feda olsun yavrum.
Mezarı belli değil Muzaferin,
Muhtemelen Gazze’dedir.
Şehit kanıyla boyanmış zarfın fotoğrafı mevcut,
Ancak aslını kimbilir hangi hoyrat eller kaybetti? bilinmiyor.
100 lük “Kaime” şehzade Abdulhalim efendi tarafından,
Bedeli tüccara ödenerek alınmış ve,
Sedef kakma kutu içine konmuştur.
İstanbul’da polis okulunun,Emniyet müzesinde,
Mukaddes emanet gibi 1917-1970 arasında saklanmıştır.
1970 lerde polis okulu Ankara’ya taşınınca,
Müze eşyası ile birlikte para da nakledilir.
Yıpranan ve hoyrat ellerce yerlerde sürünen para,
Yırtılmış ve itinasız ellerce seloband ile,
Ve kirli ellerle yapıştırıldığı anlaşılmaktadır.
Bu paranın resmini ilk kez Sadullah Naci çekmiştir.
Özellikle Galatasaraylı Ziyad Ebuzziya efendi,
Bu paranın bulunmasında ve muhafazasında gayret göstermiştir.
Çanakkale Şehitleri Tanıtma ve Yaşatma Derneği olarak,
Emniyet Genel Müdürü’nün yardım ve müsadesiyle,
Ankara Polis Akademisnde parayı gördük.
Kayıp olduğu belirtilen sedef kutusu içerisinde,
Ebediyete göçen şehidin vatan sevgisine ve imanına,
Sanki şahitlik etmektedir.
Bekler gibi genç nesilleri biraz mahzun durmaktadır şimdi.
Kim bilir belki sizleri bekliyordur bu para,
Bakın bana örnek alın ecdadınızı der gibidir.
Vazife nasıl başarılır,
Şikayet etmeden, vatan için,
Karşılık beklemeden, Allah Rızası için,
Hizmet nasıl yapılır örnek al der gibidir bize.
Bırakın artık Garcia’ya mektup örneklerini,
Bırakın eli emsal almayı kendinize,
Biz sıradan bir milletin evladı değiliz bilelim.
Kendi mazin ancak emzirirse atiyi,
Şerfli yerini alırsın dünya sahnesinde.
Kahramanlık, sadakat,
Vefakarlık, güzel ahlak için örnek aradığınız her sefer;
Eyy Türk evladı, Güzel ECDADINA BAKMAN YETER.
Affet bizi Mehmet Muzaffer;
Kökümüzden habersiz uyuduk,
Yada uyutulduk onca sene,
Köle misali yeni efendi ararken kendimize,
Efendi olduğumuzu hatırladık seninle,
Uyandık, öğrendik, iftihar ettik sayende,
Makamın cennet olsun o alemde,
Güzel insan 948 MEHMET MUZAFFER...
İsmail Hakkı Soygeniş
İzmir, 26 Ağustos 2005
İsmail Soygeniş
İstanbullu Mehmet Muzaffer;
Mekteb-i Sultani’nin,
Gencecik Fidanlarından biri,
Nam-ı Diğer mekteb-i Galatasaray’ın
948 Mehmet Muzaffer’idir.
Mükellefiyet kanunu gereği,
Muaftı Askerlikten Muzaffer,
Henüz Delikanlılık çağının tam ortasında,
Hayatının baharındadır Muzaffer.
Baharını yaşayamadan göçen bir neslin gonca gülüdür,
Henüz ya onyedisinde, ya da onsekizinde delikanlıdır,
Yani daha anasının süt kuzusudur Muzaffer oğlan.
1916 yılı Mart’ında
Okuldaki arkadaşları gibi,
Vatan kaygısı ile yanmaktadır içi,
Sıkıntılıdır yüreği, boğazı düğüm düğüm,
Ne yediği ekmekten, ne istanbul’un güzelliklerinden,
Zevk almaz, gözleri bakar görmez, kulakları işitir bilmez,
Yürek acısı siler her bir izi Muzaffer’de...
Düşünmez bir an; ne muaflığını, ne anayı, ne dostları,
Bir tek şey vardır içinde “VATAN”.
Büür içindeki soru: Ne olacak yarın?
Gönüllü olarak koşar vatanın imdadına,
Gider Çanakkale’ye elinde bir bohça ile.
Belki vedalaşmıştır anasıyla, sevdiğiyle, bilemeyiz!
Alay Karargahında henüz Zabit Namzedidir,
Sırtlanlar daha yeni çekilmiştir boğazımızdan,
Sakindir cephemiz o zaman, sessizdir Akdeniz,
Şehitler ve ölülerin hepsi henüz gömülmemiştir,
İnsan kokmaktadır denizler, amma
Gül kokmaktadır bazı yerde topraklar
Kanamaktadır hala Balakanlar,
Sızlamaktadır Sarıkamış’ın ruhumuzda açtığı yaralar,
Hele hele Çanakkale’de yitip giden yüz binler,
Bu milletin aydın ve okumuş kaymak tabakasıdır silinen.
Dolmamıştır bu milletin sabır sınavı henüz,
Zaman daha nice çileleri örmektedir doğmamış çocuklara,
Nice acılara, yokluklara, zulümlere gebedir zaman,
Ateşten imtihan yakmıştır milletin ciğerini,
Ocaklar gayri tütmez olmuştur Anadolu’da,
Viraneleri Baykuşlar tutmuştur.
Onbeşlilerin çoğu göçmüştür,
Geride kalan Eşlerin, nişanlıların, gözü yaşlıdır,
Anaların bağrı ise bir başka yanıktır.
Eşkiyalar sarmıştır her yanı,
Tutuşmuş filistin, kafkaslar, Bağdat,
Yastadır Vatan, Yastadır Millet.
Yol çetin, dava kutsal, yük ağır,
15 lilerden Mehmet Muzaffer göreve hazırdır.
Bilmiyoruz bir sevdiği var mıdır, anacığı sağ mıdır,
Anası vatandır, yavuklusu Kıt’asıdır,
Gönlü ise iman doludur.
Kıt’ası Filistine İntikal emri almıştır Muzaffer’in,
Hazırlıklar zaten gönüllerde çoktan tamamdır,
Lakin malzeme bakımından noksandır tümen,
Milletin okumuş, alim tabakası yok olmuştur,
Kalan üç beş okumuşlarındandır Mehmet Muzaffer,
Alay Komutanı bu nedenle çağırır kendisini ve;
“Muzaffer evladım; gitİistanbul’a,
İki otomobil ile iki kamyonun lastiklerini alıp geli ver...
Şu teskereyi; Harbiye Nezaretinde (Savunma Bakanlığı) ilgilisine verirsin,
Parayı bakanlıktan al ve de geçikmeden dön geriye” der
Emir kısadır, zaman dardır,
Soru sormaz Muzaffer,
Vapur kalkar, varır İstanbul’a sabah ezanları okunurken,
Yokluk yıllarıdır, yoksulluk diz boyudur o zaman,
Lastik deyince yalnız kara lastik gelir akla,
İstanbul kazan, Muzaffer kepçe gezer İstanbulu,
Ne otomobil, ne kamyon yaygındır İstanbul’da,
Lakin lastik denen yuvarlak kara çember,
İnsan oğlunun en büyük buluşu olsa da,
Kolayca bulunur mu o yıllarda kapalı çarşı’da...
Üç beş gayri müslim tüccarın elindedir lastikler,
Ancak onlar da karaborsadır.
Ecdadın nesli Anadolu’da tükenirken,
Cepheden cepheye akıp koşarken,
Erimiştir insanım hem yokluktan, hem kurşundan.
Askerlikten muaftır zaten azınlıklar o zamanlar,
Azınlıkların yanında birde tüm İstanbul muaftır ya,
Bir seyerek sakallı çipil gözlü tüccar’da bulur aradıklarını,
Karaborsada 100 altundur ederi lastiklerin,
“Hele sen bunları ayır bana efendi,
ben bedelini alıp geleyim Dersaadet’ten” der Muzaffer.
Soluğu harbiye nezaretinde alır Muzaffer.
Esas duruşta verir selamını;
“Komutanım çanakkale’den vazifeli geldim,
Eksiklerimizin listesidir,
Filistin’e intikal için elzem malzemedir.
İşte resmi tezkerem,
Lastiklerin karaborsadaki bedeli 100 altundır,
Arz ederim efendim”
Kaldırır başını bakar merak ile kızgınlık arası zabit efendi;
Alay mı ediyordu kendisiyle bu delikanlı acaba?
Bakar muzafferin saf temiz yüzüne,
Hayır nerden bilsin ki bu subay namzedi efendi,
Eratın ayağına postal, sırtına kaput alacak,
Parasının dahi olmadığını Devlet-i Alin’nin,
Topu topu iki otomobil, iki kamyon lastiksizde olurdu,
Kullaklarında zabitin çınlayan sesi kalır Muzaffer’in:
“Efendi günaha sokma beni,
Ayağına giyecek daha postalı yok be neferin...” sözü.
Yüreğinde düğüm düğüm olur “yok”sözcüğü,
Sanki tıkamıştır “yok” nefesini,
Para yoksa, malzeme de yoktur,
Nasıl gidecekti şimdi birliğine?
Vazife yarım bırakılamaz dı ki,
Başarının yerini hiçbir mazeret tutamazdı ki,
Asil milletin evladı para yok mazeretine sığınır mıydı,
Başı önünde kalır mıydı hiç? ? ?
Akşam vaktidir Asitanede,
Grubun kızıllığı çökerken ufuklarına,
Muzaffer başını semaya çevirir bakar,
Bakar Süleymaniye üzerinde batmakta olan mahzun güneşe,
Ecdadın, nakış nakış İstanbul semalarını işlediği kubbelere,
Hakk’a dua eder gibi göğe uzanan minarelere,
İç geçirir elemle;
“Bu güzel vatan bizimdir” der sanki bu eserler,
Vatan Tapusunun mührüdür bu güzel ecdad yadigarı mabedler.
Güneş vazifesini tamamlamış olmanın huzuru ile,
Hakkın emrine uyarak, o an sanki secdedir Rabbine;
Güneş der ki:
“Bak muzaffer;
Hiç mazaret belirten var mı alemlerde,
Aklın var, azmin var, imanın da var,
Örnek alsana sen de onsekiz bin alemi,
Sabah daha çoook vakit var,
Karınca ihlası ile çalış be muzaffer,
Her işin vardır elbet bir hal çaresi,
Sen ki peygamberin methettiği güzel bir ecdadın evladısın,
Sen de başarırsın be Muzaffer...
Konuşa konuşa kendisiyle Muzaffer,
Beyazıt meydanına varır,
Çare Allahım, medet diye diye döner durur,
Gözleri ışıldar sevinçle bir an,
Neden olmasın! der kendi kendine Muzaffer,
Bulmuştur aradığı çareyi,
Heyecanını gizleyerek döner tüccara:
“Malzemeyi hazırla bey baba,
Parası tamamdır, meraklanma
Tediyesi paranın ancak akşam üstü bitecek,
Yatsıdan sonra da gelip alamam,
Zira yokturmalzemeyi koyacak yerim,
Vapurum sabah kalkacaktır,
Çanakkaleye bu lastikleri yetiştirmem lazımdır,
Onun için tüccar efendi,
Sabah ezandan önce hazır etbenim emanetleri”der
Çıkarken tam, ilave eder muzaffer;
“Haa Altun para vermiyorlar,
Kaime (kağıt para) olarak vereceğiz olur mu? ”.
Tüccar efendi mecburen “peki” der,
Osman’lı vereceğim dediyse parayı,
Şüpheye, senede gerek var mıydı ki...
Hazır eder malzemeyi hemen, koyar bir köşeye,
Muzaffer Karaköy’de bulmuştur aradığını,
Altun Karşılığı veya Altun Yerine geçecek,
Kaime’nin basıldığı kağıdın bir benzerini,
Biraz da çini mürekkebi, ile renkli boyaları alır,
Öder hepsinin bedelini kendi cebinden.
Kapanır bir otelin izbe odasına Muzaffer,
Kozasını örecek kelebek misali,
“Bismillah” der kollarını sıvarken,
“Allahım niyetim hayır,
Sonu hayır olsun davamın,
Yardımını esirgeme milletimden,
Tevekkül benden, Yardım senden”
Kum saatinde daha hızlı akmaktadır zaman sanki,
Sabah ezanına 7-8 saat vardır daha,
Oturur yorgun kandil şavkının vurduğu masaya,
Mehmet Muzaffer başlar karınca ihlası ile,
Nakış nakış işler beyaz kağıdın zeminini,
Hataya, yanlışlığa tahammül yoktur,
Elinin titremesi yasaktır,
Gözleri kapanmamalıdır.
Zaman tekrarlamaz zira kendini,
Otel odası, kırık iskemle ile gaz lambası şahit olurlar,
Bu gece ihlas ile iman ile kağıda işlenen vatan sevgisine,
Mehtap ve gece dua eder sanki bu gence,
İpek böceği misali, örer Muzaffer ilmik, ilmik,
Sabırla aşkla işler kendisinin ipeğini,
Azmedince gönülden insan,
Aşk ile geçilirmiş ıssız, susuz çöller Mecnun misali,
Geçer Muzaffer eli titremeden,
Ayrıntıda kusur işlemeden aşar kaf dağını sanki...
İkame olan kağıtlar 50 altun karşılığı basılmıştır.
Muzzaffer ise ilk 100’lük kaimeyi işler göz nuruyla bütün gece,
İkame üzerinde küçük bir değişiklik yapar yalnız,
Olmamak için sonradan “Kalpazan”
Şafak sökmeden önce görev tamamdır.
Merkez komutanlığından aldığı üç beş nefer,
Çalar tüccarın kapısını Mehmet Muzaffer;
Tüccar efendi hazır beklemektedir altuncuklarını,
Mehmed Muzaffer loş gaz fenerinin ışığında,
Gergef gergef işlediği 100 kaime’yi verir,
Yüklenir arabaya malzeme ve lastikler,
Atların arnavut kaldırımı taşlarda,
Nal seslerini dinlerken tüccar efendi,
Sirkeci’de alır, tuttuğu soluğunu Muzaffer,
Aktarılır malzeme bir gemiye ve
Haydi ver elini şimdi “Şehitkale” Çanakkale,
Varır Kıt’asına verir tekmilini;
“Vazife tamamdır komutanım,
Malzemeler tedarik edilmiştir,
Lastikler takılmıştır”
Tekmili bu kadardır,
Teferruat yok, abartma yok, öğünmek yoktur...
Çünki yapılan iş kul hatırına değil, Allah Rızası içindir.
“Garcia’ya mektup” ile şişirilen, zehirlenen,
Elaleme hayran bir nesil için ne güzel emsaldir Muzaffer...
Vazife bilinci nedir?
Fedakarlık nasıl olmalıdır?
İnsiyatif ne demektir?
Mazeretsiz iş nasıl başarılır?
En güzel, ama bizden bir örnektir Mehmet Muzaffer.
Tüccar efendi dersaadete varır,
Kaime’yi verir vezneye,
Heyhat ödeyemeyiz deyince memur,
Dünyası yıkılır tüccar efendinin.
Parada ufakcık bir hata vardır,
- Devlet hiç 100 kaime basmamıştır,
- Kaimeler hep 50 liradır,
- Bir de üzerindeki söz vardır değişiklik kaimenin:
“Bedeli dersaadet’te altun olarak tesviye olunacaktır”
100 kaimede yazan ise muzafferin kararıdır;
“Bedeli çanakkalede altın olarak tesviye olunacaktır”
Zaten ödenmişti bedel kanla, canla,
100 Altının değeri mi olurdu yarım milyon canın yanında! ! !
Muzaffer aylar süren intikalle filistin cephesindedir.
Yazın kavurucu sıcağında Filistin,
Bu kutsal mekan, sanki cehenem gibidir.
Nice yiğidin can verildiği vatan toprakğıdır Filistin.
Türkün ateşten sınavı sürmektedir daha,
Şimdi yedi düvelle birden, her cephede savaşır ecdad.
Artık zabit namzedi Muzaffer, teğmen Muzaffer olmuştur.
Bir bölüğe komutandır.
Sina, göz yaşı dinmeyen topraklar,
Musa’nın kavmine yol veren Sina,
Firavunu yutan Sina,
Yeniden yaşanmakta sanki Musa ile Firavun harbi,
Bu sefer Firavunun yanında Haman olanlar,
Allah diyen dindaşlarımızdan bazılarıda karşı cephededir.
Şerif Hüseyin ve tayfası baş kaldırır.
Hamanlarla, Firavunlar birleşmiştir asırlar sonra Hicaz’da,
Çökmüş Osamanlının üstüne yedi düvel,
İhanetin, fitnenin beşiği olmuş kutsal topraklar,
Doymadı kana, doymadı göz yaşına bildik düşmanlar.
Dün doymamıştılar, bugün de doymadılar;
Ne kana, ne de cana...
Gazze savaşlarında pişer Muzaffer,
2 nci gazze savaşında (17-19 nisan 1917) yaralanır kolundan,
Haziran 1917 tarihli mektubunda der ki arkadaşına (1):
“Kolumdan yaralandım.hastanedeyim,
lakin yakında cepheye yeniden döneceğim,
bu vesile ile mülazımlığa terfi ettim,
birde madalya ile taltif edildim yaramdan ötürü,
seviniyorum elbet madalya aldığıma amma,
kolunu, bacağını harp sahasında bırakan arkadaşlarımın,
madalya ile mükafatlandırılması ne kadar yerinde ise,
lakin benim gibi hafif yaralılara da,
ayni madalya verilmesini,
O derece yersiz bulmaktayım kardeşim.
İngilizler bildik düşman bu sefer Gazze önlerindedir,
6 aralık 1917 kış günü saldırırlart 3 ncü kez,
Cephe yarılır, sonunda mübarek Gazze düşer düşman eline,
Ardçı bölüklerden birinde Bl. K. Dır Mehmed Muzaffer,
Çarpışır Gazze için, vatan için, Allah için sokak sokak, ev ev,
Akşam ezanı vaktidir, lakin okunamaz ezan,
Susmuştur ezanlar, mahzundur hilal.
Silah ve top sesleri ezan yerine geçmiştir.
“Kutsal topraklar” ihanet ve zulüm karşısında utanmıştır sanki,
Akşam karanlığı çökerken yorgun Gazze semalarına,
Gecenin öncüsü siyahlık serer şalını çöle,
Çöker önce karanlık gözlere, sonra gönüllere,
Bir kurşun, kimbilir kimin tüfeğinden çıkar,
Bulur haram geçmemiş Muzafferi,
Saplanır boğazına,
Yıkılır yere gencecik fidan,
Vurulmuştur can evinden Muzaffer,
Alır askerleri bir kuytu köşeye kendisini,
Yarası tam da boğazındadır,
Aklından geçmiş midir acaba, kurşunu atan elin kim olduğu?
Ehli salip mi, nesillerimizi tükettiğimiz Ali mi, Ahmet miydi?
Tetiği çeken elin sahibi?
Kalbinden gelen ifadeleri söyleyemez,
Kelimelerden önce, can boğaza gelmek üzeredir zira,
Son sözlerini yazmak için kağıt kalem ister işaretle,
Bir zarf çıkarırlar cebinden Muzaffer’in,
Kim bilir belki anacığına, belki yavuklusuna,
Yazacağı mektubu götürecekti bu zarf.
Şimdi Muzaffer’in Allah’ına son niyzaını götürecektir bu zarf.
Al Kanı damlarken zarfa yazar ilk önce;
“Kıble ne taraf? ”
Çevirir neferleri kıble yönüne Muzafferi,
Vızıldarken üstünde kurşun sesleri,
Muzaffer yazdırır kalemine kelime-i tevhidi,
“La İlahe İllaılah... “
Atar imzasını altına.
Askerinin kucağında yönü kıbleye dönmüş Muzaffer,
Basar kalbinin mührünü üstüne, “La İlahe İllalah...”
Sonra, vazife bitti mi ki dursun kalemi,
Can vermesi mazeret mi?
Yazar zarfın arkasına;
” Bölük cihada devam etsin” diyen emrini,
Kanım yerde kalmasın.... derken,
Verir Mehmet Muzaffer son nefesini...
Kapatır hayat sahifesini henüz gonca gülken...
Devam edebilseydi eğer;
Belki diyecekti Mehmet Muzaffer:
“Ey benden sonra gelecek asil nesil;
Vatanım hür,milletim mutlu olsun her daim,
Bir kez gelinen şu dünyada,
Canımızı verdik bu vatan uğrunda,
Daha ömrümün baharında,
Sizler yaşayın nice güzel baharları.
Girmesin yeterki sinemize ayrılık tohumları,
Mazi bilinmeden yön verilmez atiye,
Nasıl çöktü ibret alın bu muhteşem Devlet-i Ali,
Neden düştük bu sefil hale?
Düşünün mehmedim, unutman Alim,
Tarihini öğrenmelisin, ecdadını bilmelisin,
Köksüz ağaç yaşamaz bilmelisin,
Ayrılmayın nurlu yoldan,
Tanımalısın dost kılıklı düşmanları,
Görmelisin önceden kurulan sinsi tuzakları,
Pusulan şaşmaz olmalı,
Kızıl elman sağlam olmalı,
Davan kutsal olmalı,
Evladım;
Eğer vazifeni mazeret beyan etmeden,
Een mükemmel şekilde yapıyorsan,
Dürüstlükten ayrılmıyorsan,
Haram ve helali biliyorsan,
Yetimin hakkından, kul hakkından korkuyorsan,
Hırsız ve arsıza aman vermiyorsan,
Bir gün hesaba çekileceğini bilerek yaşıyorsan,
İlim ve irfan rehberin,
Edep ve haya ziynetin ise,
Kendi milletin ve tüm insanlığın,
Barışı için, huzuru için cehd ediyorsan,
Doğru bildiğin ve inandığını korkmadan,
Ve saygı ile ifade edebiliyorsan,
Hoş görü le tartışabiliyorsan,
Kibir ve gururdan uzak, mütevazi olabiliyorsan,
İlimde, fende, ahlakta örnek olabilorsan
Bana ne? ”Sana ne? ” demiyorsan,
Bana dokunmayan yılan bin yaşasın istemiyorsan,
Kendinden sonraki evladına;
Ttemiz ve şerefli bir sahife bırakarak,
Sson nefesini verebiliyorsan eğer,
Hakkım sizler helal olsun,
Canım sana feda olsun yavrum.
Mezarı belli değil Muzaferin,
Muhtemelen Gazze’dedir.
Şehit kanıyla boyanmış zarfın fotoğrafı mevcut,
Ancak aslını kimbilir hangi hoyrat eller kaybetti? bilinmiyor.
100 lük “Kaime” şehzade Abdulhalim efendi tarafından,
Bedeli tüccara ödenerek alınmış ve,
Sedef kakma kutu içine konmuştur.
İstanbul’da polis okulunun,Emniyet müzesinde,
Mukaddes emanet gibi 1917-1970 arasında saklanmıştır.
1970 lerde polis okulu Ankara’ya taşınınca,
Müze eşyası ile birlikte para da nakledilir.
Yıpranan ve hoyrat ellerce yerlerde sürünen para,
Yırtılmış ve itinasız ellerce seloband ile,
Ve kirli ellerle yapıştırıldığı anlaşılmaktadır.
Bu paranın resmini ilk kez Sadullah Naci çekmiştir.
Özellikle Galatasaraylı Ziyad Ebuzziya efendi,
Bu paranın bulunmasında ve muhafazasında gayret göstermiştir.
Çanakkale Şehitleri Tanıtma ve Yaşatma Derneği olarak,
Emniyet Genel Müdürü’nün yardım ve müsadesiyle,
Ankara Polis Akademisnde parayı gördük.
Kayıp olduğu belirtilen sedef kutusu içerisinde,
Ebediyete göçen şehidin vatan sevgisine ve imanına,
Sanki şahitlik etmektedir.
Bekler gibi genç nesilleri biraz mahzun durmaktadır şimdi.
Kim bilir belki sizleri bekliyordur bu para,
Bakın bana örnek alın ecdadınızı der gibidir.
Vazife nasıl başarılır,
Şikayet etmeden, vatan için,
Karşılık beklemeden, Allah Rızası için,
Hizmet nasıl yapılır örnek al der gibidir bize.
Bırakın artık Garcia’ya mektup örneklerini,
Bırakın eli emsal almayı kendinize,
Biz sıradan bir milletin evladı değiliz bilelim.
Kendi mazin ancak emzirirse atiyi,
Şerfli yerini alırsın dünya sahnesinde.
Kahramanlık, sadakat,
Vefakarlık, güzel ahlak için örnek aradığınız her sefer;
Eyy Türk evladı, Güzel ECDADINA BAKMAN YETER.
Affet bizi Mehmet Muzaffer;
Kökümüzden habersiz uyuduk,
Yada uyutulduk onca sene,
Köle misali yeni efendi ararken kendimize,
Efendi olduğumuzu hatırladık seninle,
Uyandık, öğrendik, iftihar ettik sayende,
Makamın cennet olsun o alemde,
Güzel insan 948 MEHMET MUZAFFER...
İsmail Hakkı Soygeniş
İzmir, 26 Ağustos 2005
İsmail Soygeniş