CounTRy
Gülen Manyak
- Katılım
- 5 Haz 2006
- Mesajlar
- 10,687
- Reaction score
- 0
- Puanları
- 0
Tam askerlik yaşındaydı yirmisinde yani. Henüz acemiliğin de acemisi olduğundan, sivil kıyafetlerle girdiği nizamiye kapısında dikkatimi çekmişti boynunda ki sarı kırmızı atkı. İlk başlarda fazla önemsemedim ama sonra bizim bölüğün içinde gördüm, boynunda ki kaşkol elindeydi bu kez. Diğer tüm yeniler gibi çaresizdi... Bir kaç gün sonra çağırdım yanıma sordum kaşkolunu. “sivile kaldırdım dedi. Çıkarken alırım ancak!”.
Göztepeliymiş... Ama topçu takımından. Kulüp battıkça gençleşme adı altında bedava oynatacak oyuncu arayan yönetim onu ve arkadaşlarını A takıma alıvermiş. Fakat aynı basiretsiz insanlar gencecik çocukların askerlik çağını hesap etmemiş olacak ki, o ve tüm arkadaşları birer birer silah altına alınmışlar. “Federasyona yazı yazmışlar abi. Ama cevap gelmemiş. Bizim de yaşımız gelmişti. Mecburduk askere gitmeye...” nasıl da heyecanlıydı daha üç hafta önce Beşiktaş’la oynadıkları Türkiye Kupası maçını ve İbrahim Üzülmez’in ayağından aldığı topu anlatırken... “Ama çok hızlılar abi yetişilmez onlara” diyordu.
Orada bitmişti sohbetimiz. Birkaç gün sonra da unutmuştum. Kısa denilen dönemin en son gecesinde dışarda dolanırken sarı kırmızı bir kaşkol uzandı “Al abi, senin olsun. Sormuştun ya ilk gün bana, hatıra olsun işte... Bizim İzmir’de futbol çok sevilir. Herkes mutlaka bir takımı tutar, çok da kavga olur, fanatiktir bizimkiler ama ben futbolcuyum, kavga etmek yakışmaz bize. Yolun düşerse birgün İzmir’e beklerim maça gideriz!
Aslında çok zor bir durum. Bir ülkenin en popüler takımları ve onların mücadeleleri dururken, daha az popüler sayılan ve Süper Lig’de bile olmayan iki takımın mücadelesini irdelemek. Yalnız bu daha az popüler sıfatı sanırım bizim gibi hariçten gazel okumaya çalışanlar için geçerli . Çünkü İzmir ahalisine sorarsak popülarite onların aşklarından ibaret. İstanbul takımları, ya da kendi tabirleriyle “Kahpe Bizans” onları hiç ilgilendirmiyor. Onlar sadece sevdalarıyla besleniyorlar. İzmir her ne kadar ülkenin üçüncü büyüğü olsa da metropolleşmenin eşiğinde kalmış bir şehir. Kendine özgü o kadar çok şeyi var ki...
Kurtuluş savaşımızın en acılı şehiriydi mesela İzmir. Bünyesinde barındırdığı gayrı müslim vatandaşların çokluğundan sebep sevimsizce “Gavur İzmir” lakabını da aldı o yıllarda. Aldı ama hiç te haketmedi... Bu işgal yılları aynı zamanda İzmir’de futbolun doğuşu olarak bilinir. Dünya’nın her kesiminde futbolun başlangıcı ve gelişimiyle dolaylı veya direkt mutlak bir etkisi olan İngilizler İzmir’de de ilk futbol kulüplerinden birini kurmuş, Rum ve Ermeni gençlerin kurdukları takımlarla birlikte aralarında ki ilk müsabakaları yapmışlar. Böyle bir ortamda işgale direnişin bir yolunun da futbol olacağına inanan her halk gibi Karşıyaka’lı gençler de satın aldıkları bir topla başlamışlar futbol hayatlarına.
Bir kaç zaman sonra kurdukları düzenli takım İngiliz ve Rum takımlarını mağlup etmeye başlayınca da namı yayılmış tüm Ege’ye. 1912 yılında da resmileştirilmiş “Karşıyaka Muaresei Bedeniye Kulübü” olarak. Renkleri ise çok daha anlamlı Karşıyaka’nın; İşgalin verdiği duygusallık, İslam’ın yeşili ile milliyetçiliğin kırmızısını birleştirmiş ve neredeyse yüz yıla yakın tarihinin ölümsüz renkleri oluşmuş böylelikle...
Evet İzmir ülkemizde futbolun ilk oynandığı şehirdir ama bu durum o yıllarda yerli kulüp sayısının artmasını tetikleyemez bir türlü. Çünkü savaş insanların gündemini yeterince meşgul etmektedir. Dolayısıyla Karşıyaka yalnızdır ve daha o tarihte işgal kuvvetlerinin bulunduğu merkezden uzaklaşarak soyutlamıştır kendini. Bugün hala benzer düşünceyle hareket etmesinin temelini buna bağlayanların sayısı çok fazladır.
Karşıyaka’nın yalnızlığı iki yıl sürer. 1914 yılında kurulan Altay Spor Kulübü o yıllardaki en büyük rakibi olur. Altay 1920’li yıllara kadar gösterdiği başarılarla Karşıyaka’nın bir adım önüne geçse de başarıyı sahiplenme duygusu Altay’ın içindeki grupları birer birer ayrılmaya sevk eder. Bunlardan Güzelyalı ekibi kendi kulüplerini kurma sevdasıyla toplanırlar 1925 yılının Haziran ayında.
İlk kurulan kongrede başkanlığa getirilen Kazım Dirik ve futbol aşığı ekibi işe çabuk koyulurlar. Semtlerinin ismi olan Göztepe o günden itibaren kulüplerinin de adı olacaktır. Çubuklu forma ve sarı kırmızı da efsane renkleri... Göztepe, o yıllarda henüz ezeli olmamış rakibi Karşıyaka gibi misyon sahibi bir kulüp değildir. Öncelikli amaçları sportif başarıdır ve bunu da kısa zamanda yakalarlar. Henüz Göztepe spor kulübü doğmadan bir yıl önce Fenerbahçe’yi misafir eden ve bir de maç yapan Karşıyaka bölgenin en çok tanınan kulübüdür Ancak Göztepe’nin ilerleyen yıllarda hızlı bir şekilde büyümesi ve gelen başarıları onları Güzelyalı’nın semt takımı olmaktan kurtarıp ünlerini ülke sathına yayar... Göztepe ilk şampiyonluğunu kurulduktan 12 yıl sonra alır. Bu dönemde sürekli olarak mahalli İzmir liginde mücadele eder ve Karşıyaka’nın İzmir şampiyonluklarını izler. 1937 yılında dönemin valisinin çıkarttığı ilginç bir kararla Göztepe-İzmirspor, Altay-Altınordu-Buca ve Karşıyaka-Bornova zorunlu olarak birleşerek yeni takımlar haline gelirler. Bu durum hiç hoşlarına gitmese de valinin tayini çıkana dek böyle devam etmek zorundadır ve eder de... İşte Göztepe ilk şampiyonluğunu “Doğanspor” adı altında bu yıllarda almıştır...
Geçen yıllar İzmir’de futbolu kutuplaştırır. Karşıyaka zaten kuruluşundan itibaren belli sebeplerle soğuk olduğu merkezden kulüp anlamında iyice uzaklaşır. Göztepe ise gelen büyük başarıların ardından İzmir’in Karşıyaka’dan arta kalan kısmının tamamını etkiler ve peşine ciddi bir kalabalık takar. İşte rekabetin saikleri böyle başlar Dünya’nın en büyük yirmi derbisinden biri olan “İzmir derbisinde”...
“Göztepe ve Karşıyaka” Birisi hayat tarzından dem vururken diğeri gençliği katili olur, biri 35.5 der diğeri tam 35, biri Göz-Göz’dür diğeri Kaf Sin Kaf(Ksk’nin Osmanlıcasıdır)... Bu liste uzar gider ama ikisinin de yolu müspet bir durumda asla kesişmez... Kamuoyunun sürekli hedef aldığı bir rekabettir; Kanlı denir, vahşi denir, kin dolu denir. Denir de denir... Bir kısmı isabetlidir de bu sıfatların, fakat rekabeti anlamlandırmaya burdan başlamak doğru mudur? İşte orası çok tartışılır. Çünkü temelinde korkutucu boyutlarda yaşanan aşk ve sevgi bazen bu ilk başta saydığımız fiillere dönüşebilir, ama iki tarafın da özünde benimsediği ve söylediği gibi; Olsa olsa bir “Sevda Masalıdır”. Hani dışarı çaktırmadan içerde yaşanan sevdalardan...
Rekabetin, daha doğrusu nefretin temeline inilirken bir çok farklı durakda durulur. Hep önemli bir zıtlık arasak da maalesef bulamayız. Dini mücadele değidir, siyasi ya da coğrafi de... Çıkan sonuç şudur: Bir kentin iki yakası birbirlerinden nefret etmek için önemli bir sebep aramazlar, tam tersine bitmek tükenmek bilmeyen yüzlerce hatta binlerce hikaye vardır savaşı başlatan. İçkiyi fazla kaçıran Karşıyakalıların Güzelyalı semtine gidip hacetlerini orada gidermeleri. Güzelyalı’dan geçen Karşıyaka otobüslerinin camsız seyahat etmesi, Karşıyaka çarşıda yalnışlıkla paltonun içinden gözüken sarı kırmızı bir kaşkol, ya da Alsancak stadında Göztepe’nin bir maçından hemen önce yakında ki Atatürk spor salonuna basket maçı için gelmiş Karşıyaka taraftarları. Yolda, otobüste, vapurda, berberde, camiide... Kısacası sosyal hayatın herhangi bir parçasında karşı karşıya gelmeleri katıksız sebep sayılabilir, açık konuşmak gerekirse bu yönüyle İstanbul derbilerini bile geri de bırakır...
İki kulüpte çok güzel ve ciddi tribün organizasyonlarına sahiptir, Göztepe “Yalı”, Karşıyaka’da “Çarşı” grubuyla önderlik eder tribünlere. Birbirleriyle bir araya geldikleri ender zamanlar pek hayırlı sonuçlar vermez. Karşıyaka, en başta da söylediğimiz gibi İzmir’den soyutlandığı için biz İzmir’li değil Karşıyakalı’yız der. İzmir’in plaka kodu 35.5 olarak değiştirilir ve herkes bilir ki 35.5 Karşıyaka’dır. Buna karşılık Göztepe saf bir İzmir milliyetçiliği göstererek “tam 35” sloganını dahil eder bünyesine. İki takımın birbiriyle maçının olduğu gün İzmir’de olağan üstü hal ilan edilir. Anneler çocuklarını sıkı tembihlerle okula yollar, maksat dikkatli olmaktır. Stada yakın çevrelerden geçmemek adına güzergahını dahi değiştiren vardır. Tedirginlik had safhadadır yani. Aşıklar içinse o gün bayramdır, hem aşkını görebilecektir hem de düşmanını önce dışarda kendi, sonra içerde takımı alt edecektir, en azından öyle hayal etmiştir. Kazanılan ya da kaybedilen maç sahada kalır, maçtan önceki mücadelenin ikinci yarısı maçtan sonra başlar. İşte o maçın kazanını da kaybedeni de yoktur. Bundan sonra da hiç olmayacak. 2003 yılında bir Karşıyaka taraftarının hayatını kaybettiği TSYD kupası maçında, ya da oynanan bir çok maçta meydana gelen onlarca olay ve birarada yaşayan kardeş iki halkın gereksiz acıları...
Her mücadeleleri böyle anılmaz elbet. 1981 yılı... ikinci lig şampiyonluğu için çekişilen o meşhur yıl, sondan bir önceki hafta karşılaşan düşman kardeşler ve statda ki altmış bini biletli, ama koltuksuz tribünler ve stadın kalabalık kavramını çoktan geçtiğinden sebep yapılan yorumla seksen bin seyircinin takip ettiği, o İzmir tarihinin belki de en önemli maçı. Bir Dünya, bir de Türkiye rekoru kırmış bir maç. O günkü resmi kayıtla Dünya’da, bir ikinci lig maçında ki en yüksek seyirci sayısı bu maçtadır ve henüz bu rekor kırılamamıştır da... Türkiye liglerinin ise en yüksek seyirci sayısına ulaşmış maçıdır.
Hemen her satırda belirttiğimiz gibi iki takım taraftarlarının da beslediği, sevgiden öte birşeydir... Örneğin Göztepe 2003 yılı itibarıyla her yıl bir küme düşerek amatör ligde bile mücadele etmesine ve Karşıyakalılar’ın ezeli rekabetin bitmesi adına çarşıda döktükleri lokmaya rağmen her maçına binlerce kişi gelir ki bu da ayrı bir rekordur amatör küme için. Deplasmanlarda bulmakta zorlandıkları tel örgüyle çevrili sahalar(Stad değil saha diyor kendileri) bile durduramaz onları. Yüzlerce sarı kırmızı çevirir o tel örgülerin etrafını. Çünkü isyanlarında anlattıkları gibi; Ant içmişler, ıssız kuytu köşelerden mutlaka dönecekler!
Karşıyaka ezeli rakibinin amatör kümede oynamasını her ne kadar sevinçle karşılasa da uzak kalmış olmaları onları mutlaka derinden yaralamıştır. Yoksa aralarında oynanan voleybol maçlarına ilginin boyutu bu kadar büyük olmazdı muhtemelen. Karşıyaka'nın bu sezon deplasman yolundan elim bir şekilde kaybettiği tribün emekçisi "Özgür" için Göztepeliler "Acınız acımızdır" pankartı açarak cenazeye katılırlar. Yani dediğimiz gibi özlerinde aynı toprağın suyunu içen kardeşlerdir.
İzmirli aşkını ulu orta yaşamaz ama aşkı için yaptığı savaşı da boyalı basın asla kaçırmaz. Renk sevgisiyle değil şiddet yanlısı olmalarıyla anılırlar sürekli. Halbuki irdelenmeye ihtiyaçları vardır sevgilerini haykırmaya. Bizim yapamadığımızı bir İngiliz yapar. Kalkar İzmir’e gelir Dünya’nın bu sayılı derbisini inceler, insanlarla konuşur şiddetin sebeplerini araştırır. Onlardan biri gibi Göztepeliler’le Aliağa deplasmanına gider. Karşıyakalı aşıklarla sohbet eder ve bir kez daha bir yabancı, bizi bize bizden daha iyi anlatır. Çünkü onlar farkındadır İzmir’in iki yakasında Dünya’nın en önemli derbilerinden biri vardır. Biz ilginç bulmasak da, yeri asla orası olmayan bir amatör küme takımının ve rakibinin binlerce insana nasıl da hitap ettiği İngilizlere ilginç gelmiştir. (Danny Dyer’dan sonra sevgili Ali Ece de ziyaret etti KSK tarafını, kendisi de hayran kalmış oralara, fakat bir de Göztepe ziyareti isteriz!).
Birbirine bu kadar yakın olup böylesine düşmanlaşmak ve tribün jargonuyla “harbi rekabete” konu olmak, kural tanımayan sevgileriyle İzmir halkına mahsusdur. Her satırda sürekli yazmaktansa bir defa vurgulamakta fayda vardır; Göztepe ve Karşıyaka “Çok büyük kulüplerdir” büyüklüğü alınan kupa sayısıyla orantılı zannedenlere inat, az kupa almışlardır, çok büyük başarıları yoktur, olsa da mazide kalmıştır. Fakat hitap ettikleri kitleler, hareket kabiliyetleri ve kökleri “büyük” olmaları için fazlasıyla yeterlidir. Alt liglerde kıracak sıra dışı rekor pek kalmadı artık. Sıra Süper Lig’de, işgal yılarının en önemli direniş kalesi Karşıyaka ve 60’lı yılların sonunda Avrupa’yı dize getiren Göztepe bu kudrete ziyadesiyle sahipler ve futbolumuzun onlara çok ihtiyacı var.
Kaynak05 Mayıs 2009 Salı