İstifa Edin! Ve Gidin!

biosx

New member
Katılım
15 Eki 2009
Mesajlar
2,332
Reaction score
0
Puanları
0
Konum
kürre-i arz
İstifa Edin! Ve Gidin!
Bu makaleyi istikballeriyle oynanan, gelecekleri ellerinden alınan ve hiçbir güvence gösterilmeksizin üniversite koridorlarına mahkûm edilerek yetiştirilen tüm genç kardeşlerime ithaf ediyorum…
Halil Kurbetoğlu

Bu makaleyi istikballeriyle oynanan, gelecekleri ellerinden alınan ve hiçbir güvence gösterilmeksizin üniversite koridorlarına mahkûm edilerek yetiştirilen tüm genç kardeşlerime ithaf ediyorum…

Bir ülke hayal edin; devlet ve millet diye iki ayrı kavram olsun. Devlet başka ve millet ona hizmetkâr olsun. Bir ülke hayal edin, millet devlet için var olsun. Yemesin yedirsin. Giymesin giydirsin. Saçını devleti için süpürge etsin. Peki devlet ne yapsın? Devlet, milletli üzmek için elinden geleni ardına koymasın. Onlara iyi bir istikbal hazırlayamasın. Refah seviyelerini gittikçe düşürsün. Hukukun üstünlüğünü bile sağlayamasın. İşte böyle bir ülke hayal edin.

İsterseniz daha canlı olması için hayali boş verin Türkiye’yi örnek olarak zihninize yerleştirin. İşte biz böyle bir ülkedeyiz beyler! Biz devlet başka millet başka diyen ve devlet için milletini yaşatan bir ülkedeyiz. Böyle bir ülkede neden Fatihler yetişmiyor? Diye sormak değil, bence o soruyu sorduğumuzda birilerinin afallamış gibi bakması şaşırtıcı gelmelidir.

Şunu ifade etmeden geçemeyeceğim. Her şeyden önce gençlerine sahip çıkmayan bir ülkede yaşıyoruz. Sahip çıkmıyoruz, sahip çıkılmıyor. Öğrettiğimiz, okuttuğumuz tarih(diğer tüm derslerde dâhil olmak üzere), inanın anı defteri bile olamaz. Egemen olan korku bizi silip süpürmeye devam ediyor. Kimden, neden ve niçin korkuyoruz? Bunun cevabını vermek değil bunu sormak bile cesaret istiyor henüz. Televizyonların hayat standartlarını belirlediği bir çağda yaşıyoruz. Televizyondan görüyor, oradan beğeniyor ve oradan öğreniyoruz. Biliyoruz ki televizyon kanalları reyting için gerçekleri saptırabilir. Yalan yanlış yayın yapabilir. Olsun bunda hiçbir sakınca görmüyoruz ve kutsallaştırdığımız üç heceli bir kavramı dilimize dolayıp bazen de hesap soruyoruz; Öz-gür-lük!

İnsanın dilediğince sapıtması sizce özgürlük müdür? Ama devletimiz bugün sağ olsun insanların dilediğince sapıtması için bütün yolları açıyor. Fakat dilediğince bilinçlenmesi için bütün yolları nedense açamıyor. Sizce de garip değil mi? Konumuz bir toplumsal kargaşanın eleştirisi değil. Ben resmen ve alenen kandırılan gençlerden bahsetmek istiyorum.

Önce bir eğitim sistemimiz var ki buna eğitim demek hayli zor olsa gerek. Açıkça görülüyor ki bu işin başındakiler liyakat sahibi değil. Öyle olsaydı yıllardır var olan adaletsiz uygulamaları kaldırmaları gerekirdi. Ya da tarafgirlik o kadar kanlarına, ruhlarına işlemiş ki yaptıklarını doğru görmeye başlamışlar. Gelin birlikte okutulan müfredatı inceleyelim. Benim lise yıllarında almış olduğum eğitim sistemimizin çarpıklığıyla ilgili bazı noktalar bunlar.

Hayatımın 13 yılını bu sektöre(!) vermiş biri olarak sanırım bunu yapma hakkım olsa gerek.

Öncelikle ilköğretim ve liselerde öğrencilere iyi bir kelime hazinesi verilememektedir. Mesela hala ilköğretimlerde 2.902 farklı kelime ile kitap hazırlanmaktadır. Ama Avrupa’ya baktığınızda bizdekinin iki üç katı bir kelime hazinesiyle karşılaşırsınız. Liseler de bundan farksız. Üniversiteye giden bir gencin kelime hazinesinin çok zayıf olması sizce oradan alacağı eğitimin kalitesini ne kadar arttırabilir ki? Bu konuda alınan önlemlerin yetersizliği Ağrı Dağ’ı, Erciyes Dağ’ı kadar ortada. Evvela bunların düzeltilmesini istiyoruz.

İkincisi, Osmanlı yıkılınca yerine yeni kurduğumuz Türkiye Cumhuriyet’inin halk tarafından benimsenmesi için yıllarca resmi devlet politikası gereği Osmanlı’yı kötüledik durduk. Ben çok çok iyi hatırlıyorum ilkokulda “Hayat Bilgisi” adlı kitabımızın girişinde şimdi tam ezberleyemediğim ama aynı manaya gelen şu ifade yazıyordu; “Hain padişah ülkemizi satmış ve bir İngiliz zırhlı gemisiyle ülkemizi terk etmişti.” Osmanlı’yı kötülemek adına uydurulmayan yalan, öğretilmeyen yanlış bilgi kalmamıştı bize. Bütün sınıf iyi hatırlıyorum Osmanlı’ya ve tüm padişahlara karşı kin ve nefret içeren sözler söylemişti. Bize daha birinci, ikinci, üçüncü sınıfta böylesine nefret içeren, bizi tarihimizden soğutan bilgilerin verilmesi hepimizi sistemin kapıkulu yapabilmek adınaydı. Ve bunda da büyük ölçüde başarılı olunuyordu. Atatürk’ün doğum tarihi ve ölüm tarihi ezberletiliyor, öylesine devasa bir şahsiyet olarak anlatılıyordu ki; kitabı okurken Hülya Avşar’ın Zekeriya Beyaz’a dediği gibi “yiyesimiz, ısırasımız” geliyordu. Çanakkale’yi, Büyük taarruzu, Çerkez Ethem haini, kurtuluş Savaş’ını, Topal Osman isyancısını ve itilaf devletlerini tek başına yenmiş bir ulu şahsiyetti bizim için Atatürk. O tüm bunları yaparken Vahdettin ve diğer İstanbul hükümeti ülkeyi satmakla meşguldü. Fakat Atatürk Demokrasiyi, Cumhuriyeti bize getirmiş ve bizi padişah efendimize kulluktan kurtarmıştı. Hatta Atatürk kurtuluş Savaş’ına çıkarken padişahtan tek kuruş almamıştı. Pusulası bile olmayan bir Vapurla Samsun’a çıkmayı başarmıştı. O arabalarda herhalde onu seven vatandaşların hediyesiydi. İşte ilk beş yılımız bu bilgilerin ışığında aydınlanmıştı.(!) Bize okutulan Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersimizde tam bir faciaydı. Öğretilenler sadece ve sadece ahlak ve ibadet boyutundan ibaretti. Dinimizi kilise dinine çevirip bize sunuyorlar ve bunun sonucunda hepimiz istisnasız bu ilgi çekmeyen ve usandıran “Din anlayışı” karşısında kayıtsız ve ilgisiz kalıyorduk. Diğer tüm derslerde olduğu gibi sınavı geçmek adına Din Kültürü dersine de katlanmak zorunda bırakılıyorduk. En önemsemediğimiz dersti. Bunun yanında müthiş bir maziye sahip bir milletin(!) evlatları olarak bize bütün öğretmenlerimiz tarafında gösterilen olmazsa olmaz ders ise; İngilizceydi…

Evet veliler okullarda evlatlarınıza işte bunlar öğretiliyor yanlış okumadınız evet!

İngilizceyi öğrenmek istemediğimiz halde bize zorla öğretiliyordu(hala öğretiliyor). Sınıfta kalmak için İngilizceden “Bir” almak yeterliydi. Takdirlerle sınıf geçen bir öğrenci olmama rağmen hayatım boyunca hep İngilizcem “Bir” oldu. Ve bununla daima gurur duyacağım. Kimse bana isteğim olmadan başka bir milletlin dilini öğretmemeliydi. Ve öğrenmedim. İngilizler kendi okullarında Türkçe mi öğreniyorlardı ki ben onların estetik bilmeyen dilini öğrenecektim? Bir Fransız kendi okulunda ana dilinden başka bir dil mi öğretiyordu öğrencilerine? Elbette İngilizce bilmek gerekliydi. Ama bu ilkokulda değil. Zaten kimse oradan aldığı eğitimle İngilizce konuşamıyordu ki. Boşuna öğrenciler strese girmiş oluyorlardı. Bu birilerine boyun eğmekten başka bir şeyin ifadesi değildir. Onların dillerini kendi okullarımızda okutarak aslında ‘Ey İngiliz milletli! Biz Türk milleti olarak size boyun eğdik. İşte okullarımızda sizin o müthiş dilinizi zorunlu olarak öğretiyoruz!’ demekten başka bir şey değildi. İş hayatıma atılmadan önce ya da Üniversite hayatımda daha önemliydi benim için İngilizce. Fakat İlkokul sıralarında değil. Bu İngilizce zulmünü bir kenara bırakıp diğer uygulamalara geçelim istiyorum.

Öyle iyi bir vatandaş olmuştuk ki artık ortaokul diplomasını alıp Liseye geçebilirdik. Liseden Liseye de fark var elbette. Ülkemizde Düz liseler, Meslek liseleri, Anadolu Liseleri, Fen liseleri gibi ayrımlar vardır. Bugün bazıları kaldırıldı ama ben okurken bunlar mevcuttu. Bizde İmam-hatip lisesi ve Meslek Lisesi mezunları mecburen sözel çıkışlıdır. Bence bu gayet normal. Ama Sözelde olması gereken derslerin sayısalda ve eşit ağılıkta olması da ne oluyor? Hukuk Fakültesi’nin, Sosyoloji’nin, Psikoloji’nin… Sözelden değil de eşit ağılıktan alım yapması da ne demek? Şu demektir belki; “Bir hukukçu iş hayatında binomları, parabolleri, geometrik hesaplamaları çok uyguluyor. O yüzden sözel yeteneğinin değil de sayısalının iyi olması lazım gelir.” Fakat ben bugüne kadar oturupta bu problemleri çözen bir Hukukçuya rastlamadım. Aynı şekilde bir sosyologa da rastgelmedim. Hangi mantıkla, hangi düşünceyle bu Fakültelere sözellerin gidişi yasaklanmıştır hala bilemiyoruz? Nerde iyi bir yer varsa İmam-hatipler ve meslek liseliler oraya gidemesin diye geriye kalan 400 bin sözel öğrencisine de kıyıyorlar. Matematik çözemeyen öğrencide suç yok. Aslında suç hala bize Nazi kafasıyla matematik çözdürmeye çalışanlarda. Formül verip işlem yapın diyenlerde suç. Yoksa bu ülkede 700 bin sözel öğrencisinin aklında bir problem mi varda çözemiyorlar? 700 Bin kişi yeteneksiz de diğerlerimi çok akıllı? Bence sorun derslerin sevdirilmeden, istenilmeden verilmeye çalışılması. Kaldırın sözelcilerin matematik derslerini çözme zorunluluğunu artık. Matematik çözemeyen neden sosyolog olamıyor bunu anlatın bu millete? Bir psikologa hasta gelince psikolog onu matematik formülleriyle mi tedavi ediyor acaba? Yok böyle bir şey…

Eğer başaramayacaksanız istifa edin gidin. Kendinize YÖK demeyin ayıptır. Ne öğretimi yahu ne öğretimi? Osmanlı’da ki cambaz okulları bile daha iyi eğitim alıyordu.

Kısacası bu ülkede Eğitim sistemi baştan sona arızalarla dolu. Sebebi Egemenliğin millete değil bir takım kişilere ait olması. Onlar benim okumamı da bir yerlerde olmamı da engelleyebiliyorlar. Onlar engellediği için ne Fatihler ne de Kanuniler yetişmez bu ülkede. Sesimizi artık birileri duysun. Yeter artık bunca sene süren bu haksızlık. Yeter sözü millete devretsin artık hokkabazlar.

Bu milletin işi şansa bırakılmış. Ey millet işini şans bırakma! Verme dünyaları aslanda biricik evladını bunlara! Fatih diyince, Kanuni deyince, Atatürk deyince artık yetişmiyor! Zihniyetini kaldırın bu ülkenin üstünden!

Fakat ilkokulda öğrendiğim çok faydalı bilgilerde yok değil. Bir gün öğretmenim anlamıştı ve demişti ki; “Japonya’da mesela bir Japon duvar ustası, bir duvarı en iyi şekilde ve gününde örmeyi beceremezse intihar edermiş. Eğer bir saat bile geç kalsa veya bir santim yanlış örse o adam daha toplumun içine çıkamazmış. Japonlar böyle bir milletmiş.”

Ben bu anlatılan hadiseye tüm kalbimle inanıyorum. Ve istiyorum ki; Eğitim binasını doğru düzgün öremeyenler varsa, eğer eğitim binamız doğru düzgün örülemediyse, hemen istifa edip yerlerine daha iyi duvar ören ustalar alsınlar!

İstifa edin! Ve gidin artık!
kaynak

 
Geri
Üst