TraFoo
Banned
- Katılım
- 3 Ağu 2009
- Mesajlar
- 2,032
- Reaction score
- 0
- Puanları
- 0
İsmet Paşa ve karneli yaşam
Hani birileri 2. Dünya Savaşı sırasında ekmeğin karneye bağlandığını diline doladı; dönemin devlet başkanı İsmet İnönü'yü de Hitler gibi bir zalime benzetti ya... İşte onlara; o günleri yaşayan bir aydından cevap geldi. Yüksel Altuner, Niksar'da yayımlanan Yeşil Niksar Gazetesi'nde yazıyor. Onun anılarından birisi de o sıkıntılı dönemle ilgili. Şimdi sözü Yüksel Altuner'e bırakıyorum:
'Ben o karneli yaşam döneminin sonlarına yetiştim. Aslında Niksar'da yaşarken karneyle ekmek alındığını, kaput bezi alındığını bilmiyordum. Karneli dönemi ben İstanbul'a taşındığımız zaman öğrendim.
1945 yılı idi. Dünya savaşı bitmişti. Ama serpintileri ülkemizde, daha doğrusu İstanbul'da o yıllarda hala yaşanıyordu. Perdelerimiz siyah muşambadandı. Gece olunca siyah muşamba perdeler indirilirdi pencerelerimize. Evimiz Moda'da idi. Tam bir karartma uygulanırdı. Arada bir uçak gürültüsü duyardık. Bir iki telaş olur sonra her şey sakinlerdi.
Ekmek karnesini işte o yıllarda öğrendim. Her ay mahallenin muhtarı gelir, avluya bir masa konulurdu. Bu masada muhtar bir süre çalışırdı. Sonra bilet koçanına benzeyen bir demet kağıtlar verirdi. Nüfus kağıtlarımıza da birer damga vururdu. Nüfus kağıtları bugün ki gibi tek sayfa değildi. Bir defteri andırırdı. Askerlik terhisi yazılır, yoklamalar yazılır, bu arada boş yerlerine 'Ekmek karnesi verildi' diye damga vurulurdu. Bu damgayı vuran şimdi anlattığım mahalle muhtarı idİ.
Nüfus cüzdanlarımızdaki bu damgalar birer övünç belgesi idi. Bir utanç belgesi değildi. Ben o çocuk yaşımda bile nüfus kağıdımdaki bu damga ile övünürdüm. Çünkü yurdumuz bir ölüm dirim savaşı veriyordu. Bu savaşta ben bile bu çocuk halimle Ülkemin yoklukla mücadelesine, aldığım bu karne ile katılıyordum. Ben bununla öğünüyordum. Herkes öğünüyordu. Herkes gurur duyuyordu ülkesine bu şekilde hizmet ettiği için. Sonraki yıllarda da kimsenin bundan şikayetçi olduğunu duymadım. (...) Doğrusu günün birinde birilerinin kürsülere çıkıp, 'Ah ! Ah!' diyerek babasının nüfus kağıdındaki bu damgalar dolayısıyla üzüntü belirteceği hiç aklıma gelmemişti. Türk insanı o günlerin yokluklarından geçip bu günlere geldi. Ne mutlu bundan gurur duyanlaraÖ
NE AHIRI?...
Bir de camilerin o devirde depo yapıldığı, hatta ahır olarak kullanıldığı söylenir. Siz Niksar'da hangi caminin ahır olarak kullanıldığını gördünüz. Depo olarak kullanılmasına gelince; erzak deposu olarak bazı camilerin kullanıldığı doğrudur. Her cami değil. Sağlam yapılı, korunmalı camiler. Bizim Ulucan Camii de bir ara buğday deposu olarak kullanılmıştır. Bundan kimsenin aklına din açısından bir aşağılama yapıldığı gelmemiştir.
Aksine Türk Silahlı Kuvvetlerinin 2. Dünya Savaşı'na karşı gücünü pekiştiren bir tedbirdir.
Bu kararın alınması için söz sahibi olarak, Türk Silahlı Kuvvetlerinin başında kim vardı biliyor musunuz? Dini inançlarının sağlamlığı ile tanınmış, Mareşal Fevzi Çakmak... Rahmetli Fevzi Çakmak bunu istememiş olsa idi kim karşı çıkabilirdi ki. İsmet İnönü bunun için de suçlanmaktadır ki; bu da insafsızlıktır. İsmet İnönü'nün inançlarını ve dine saygısını hiç kimse tartışamaz. (...)
Benim kuşağım birinci dünya savaşının yoksulluk günlerini görmedi. Ama ikinci dünya savaşının yoksunluklarını yakından gördü ve yaşadı. Kendisi yoksulluk çekti ama askerini besledi. Bunu da seve seve yaptı. (...)
O günlerin yokluklarını her alanda yaşadık. İnsanımız yudumladığı çayına kuru üzüm ezip koyardı. Sokakta oynayan çocuklar pantolon giymezlerdi. 'Diril' denen dokumadan yapılan giysileri ile sokağa çıkarlardı. Elbiseler ters yüz edilir, birkaç kez kullanılırdı. Bu en çokta ceketlerdeki yaka cebinin sol göğüsten sağ göğse geçmesiyle belli olurdu. Düğme yerleri de değişirdi. Büyüklerin pantolonları, çocuklara uygulanırdı. Giyilen çoraplar genellikle yamalı idi. Bir üst sınıfa geçen çocuklar, çantalarını peşlerinden gelen kardeşlerine devrederdi. Zaten çoğu çocuk çanta kullanmazdı. Defter ve kitaplarını bir bez parçasıyla tuttururlardı. (...)
Bu gün öğündüğümüz ne varsa, anlattığım yıllardaki yoksulluk ve sıkıntı içersinde olan insanlar yaptı. Siz İsmet İnönü'nün nüfuzunu kötüye kullanarak servet biriktiğini duydunuz mu? Oğulları Ömer İnönü'nün ya da Erdal İnönü'nün babalarının cumhurbaşkanlığını kullanarak servet biriktirdiğini duydunuz mu? Siz bırakın onları; Celal Bayar'ın, Adnan Menderes'in çocukları için böyle bir olumsuzluk duydunuz mu?
İsmet İnönü, Hitler'e benziyormuş. 'Hadi canım sende!' O, 'Türk Ulusunun makus talihini yenen' insandır.'
www.gunes.com
Hani birileri 2. Dünya Savaşı sırasında ekmeğin karneye bağlandığını diline doladı; dönemin devlet başkanı İsmet İnönü'yü de Hitler gibi bir zalime benzetti ya... İşte onlara; o günleri yaşayan bir aydından cevap geldi. Yüksel Altuner, Niksar'da yayımlanan Yeşil Niksar Gazetesi'nde yazıyor. Onun anılarından birisi de o sıkıntılı dönemle ilgili. Şimdi sözü Yüksel Altuner'e bırakıyorum:
'Ben o karneli yaşam döneminin sonlarına yetiştim. Aslında Niksar'da yaşarken karneyle ekmek alındığını, kaput bezi alındığını bilmiyordum. Karneli dönemi ben İstanbul'a taşındığımız zaman öğrendim.
1945 yılı idi. Dünya savaşı bitmişti. Ama serpintileri ülkemizde, daha doğrusu İstanbul'da o yıllarda hala yaşanıyordu. Perdelerimiz siyah muşambadandı. Gece olunca siyah muşamba perdeler indirilirdi pencerelerimize. Evimiz Moda'da idi. Tam bir karartma uygulanırdı. Arada bir uçak gürültüsü duyardık. Bir iki telaş olur sonra her şey sakinlerdi.
Ekmek karnesini işte o yıllarda öğrendim. Her ay mahallenin muhtarı gelir, avluya bir masa konulurdu. Bu masada muhtar bir süre çalışırdı. Sonra bilet koçanına benzeyen bir demet kağıtlar verirdi. Nüfus kağıtlarımıza da birer damga vururdu. Nüfus kağıtları bugün ki gibi tek sayfa değildi. Bir defteri andırırdı. Askerlik terhisi yazılır, yoklamalar yazılır, bu arada boş yerlerine 'Ekmek karnesi verildi' diye damga vurulurdu. Bu damgayı vuran şimdi anlattığım mahalle muhtarı idİ.
Nüfus cüzdanlarımızdaki bu damgalar birer övünç belgesi idi. Bir utanç belgesi değildi. Ben o çocuk yaşımda bile nüfus kağıdımdaki bu damga ile övünürdüm. Çünkü yurdumuz bir ölüm dirim savaşı veriyordu. Bu savaşta ben bile bu çocuk halimle Ülkemin yoklukla mücadelesine, aldığım bu karne ile katılıyordum. Ben bununla öğünüyordum. Herkes öğünüyordu. Herkes gurur duyuyordu ülkesine bu şekilde hizmet ettiği için. Sonraki yıllarda da kimsenin bundan şikayetçi olduğunu duymadım. (...) Doğrusu günün birinde birilerinin kürsülere çıkıp, 'Ah ! Ah!' diyerek babasının nüfus kağıdındaki bu damgalar dolayısıyla üzüntü belirteceği hiç aklıma gelmemişti. Türk insanı o günlerin yokluklarından geçip bu günlere geldi. Ne mutlu bundan gurur duyanlaraÖ
NE AHIRI?...
Bir de camilerin o devirde depo yapıldığı, hatta ahır olarak kullanıldığı söylenir. Siz Niksar'da hangi caminin ahır olarak kullanıldığını gördünüz. Depo olarak kullanılmasına gelince; erzak deposu olarak bazı camilerin kullanıldığı doğrudur. Her cami değil. Sağlam yapılı, korunmalı camiler. Bizim Ulucan Camii de bir ara buğday deposu olarak kullanılmıştır. Bundan kimsenin aklına din açısından bir aşağılama yapıldığı gelmemiştir.
Aksine Türk Silahlı Kuvvetlerinin 2. Dünya Savaşı'na karşı gücünü pekiştiren bir tedbirdir.
Bu kararın alınması için söz sahibi olarak, Türk Silahlı Kuvvetlerinin başında kim vardı biliyor musunuz? Dini inançlarının sağlamlığı ile tanınmış, Mareşal Fevzi Çakmak... Rahmetli Fevzi Çakmak bunu istememiş olsa idi kim karşı çıkabilirdi ki. İsmet İnönü bunun için de suçlanmaktadır ki; bu da insafsızlıktır. İsmet İnönü'nün inançlarını ve dine saygısını hiç kimse tartışamaz. (...)
Benim kuşağım birinci dünya savaşının yoksulluk günlerini görmedi. Ama ikinci dünya savaşının yoksunluklarını yakından gördü ve yaşadı. Kendisi yoksulluk çekti ama askerini besledi. Bunu da seve seve yaptı. (...)
O günlerin yokluklarını her alanda yaşadık. İnsanımız yudumladığı çayına kuru üzüm ezip koyardı. Sokakta oynayan çocuklar pantolon giymezlerdi. 'Diril' denen dokumadan yapılan giysileri ile sokağa çıkarlardı. Elbiseler ters yüz edilir, birkaç kez kullanılırdı. Bu en çokta ceketlerdeki yaka cebinin sol göğüsten sağ göğse geçmesiyle belli olurdu. Düğme yerleri de değişirdi. Büyüklerin pantolonları, çocuklara uygulanırdı. Giyilen çoraplar genellikle yamalı idi. Bir üst sınıfa geçen çocuklar, çantalarını peşlerinden gelen kardeşlerine devrederdi. Zaten çoğu çocuk çanta kullanmazdı. Defter ve kitaplarını bir bez parçasıyla tuttururlardı. (...)
Bu gün öğündüğümüz ne varsa, anlattığım yıllardaki yoksulluk ve sıkıntı içersinde olan insanlar yaptı. Siz İsmet İnönü'nün nüfuzunu kötüye kullanarak servet biriktiğini duydunuz mu? Oğulları Ömer İnönü'nün ya da Erdal İnönü'nün babalarının cumhurbaşkanlığını kullanarak servet biriktirdiğini duydunuz mu? Siz bırakın onları; Celal Bayar'ın, Adnan Menderes'in çocukları için böyle bir olumsuzluk duydunuz mu?
İsmet İnönü, Hitler'e benziyormuş. 'Hadi canım sende!' O, 'Türk Ulusunun makus talihini yenen' insandır.'
www.gunes.com