İranda Neler Oldu Türban Üzerine

kaptan61ts

New member
Katılım
22 Şub 2007
Mesajlar
1,295
Reaction score
0
Puanları
0
Konum
Güneşin Doğduğu Yerden..
Can Dündar'ın yazısı


Tahran'da yaşamış, "adının açıklanmasını istemeyen" bir diplomat eşi, İran'daki örtünme konusundaki deneyimini aktarıyor, Türk kadınlarını uyanık olmaya çağırıyordu. İsmi kontrol ettik; doğruydu.
Mektup, 1991-94 yılları arasında Türkiye'nin Tahran Büyükelçiliği'ni yapan Korkmaz Haktanır'ın eşi Handan Haktanır'dan geliyordu.Yayında isim vermeden, mektuptan bölümler okudum.
Yayından sonra da kendisine ulaşıp mektubun tamamına bu köşede yer vermek için iznini istedim.
İşte Handan Haktanır'ın "türban uyarısı":

"Ruj süreni sopaladılar"
"Tahran'da görev yapmış bir diplomatın eşi olarak, türban konusunda düşündüklerimi bir iki cümleyle ifade etmek isterim:
Tayin yerimiz olan Tahran'a uçağımız inerken 'hicab'ımı başıma geçirdiğimde kendimi şöyle teselli ediyordum:
'Nasıl olsa burası benim ülkem değil. Birkaç yıl dişimi sıkar katlanırım. Çok şükür ki biz Atatürk kızlarıyız ve böyle şeyler bizim başımıza gelmez.'
Tahran'daki görev süremiz boyunca (gayrimüslimler de dahil olmak üzere) 'hicab'sız dolaşan tek bir kadın görmedim. Bir yabancı diplomatın eşi, şapka takarak bu yasağı delmeyi denedi, ancak devrim polisleri kendisini derhal ikaz ettiler.
Bir başkasının eşi ruj sürdüğü için karakola alındı ve ellerine sopalarla vuruldu. Bu hanım bir keresinde 'Eğer Müslümanlık buysa, Hıristiyan olduğum için çok şanslıyım' demişti.

"Süreç 3 yılda tamamlandı"
"Tayinimizin ilk günlerinde İranlı hanım dostlarım bana sürekli olarak Türk kadınlarının dikkatli olmalarını ve erkeklerin bilinçaltındaki güvensizlik duygularından ve endişelerden kaynaklanan bu uygulamanın, sinsice ve adım adım geldiğini söylüyorlardı.
Bir gün okullarına gittiklerinde kapıda 'Bundan böyle hicabsız derslere giremeyeceklerine' dair bir kâğıt bulmuşlardı.
Dedikleri kadarıyla, sürecin tamamlanması üç yıl almıştı. Ondan sonra ise çok geç olmuştu.
İtiraz edenlerin sayısı giderek azalmış, sonuçta yıllar sonra bu ortam içine doğan kızlar için 'hicab'lı olmak son derece doğal ve yerine getirilmesi gereken bir şart olarak algılanmaya başlanmıştı.
Bu uyarıları ben o zaman masal dinler gibi dinlemiştim. Evet, ben de onlar gibi giyiniyordum, ama bu benim değil onların sorunuydu. Bizim ülkemizde böyle şeyler olmazdı.

"Rüyamda korkuyordum"
Ancak, bir süre sonra vestiyerden 'hicab'ımı alıp taktığımı, ancak sokağa çıktıktan sonra fark ettiğimin ayırdına vardım. 'Hicab', benim için de artık bir refleks haline gelmişti.
Öyle ki, bazen rüyalarımda bile kendimi başı açık olarak gördüğümde korkuyla uyanıyor 'Devrim polisleri geliyor, ben ise hicabımı takmamışım' diye paniğe kapılıyordum. İşte o zaman, 'hicab'ın aslında buzdağının görünen parçası olduğunu; asıl amacın, kadının ezilmesi, kontrol altına alınması ve korku altında yaşayan, ikinci sınıf insanlar olduklarına inandırılması olduğunu anladım.
O nedenle Türk kadınlarının çok dikkatli olması ve son derece masumane bir şekilde, özgürlük adı altında gelen bazı uygulamaların, ileride çok daha baskıcı bir rejimin ayak sesleri olabileceğini asla akıllarından çıkarmamaları gerekmektedir.
En içten saygılarımla..."



---Alıntıdır--------
 
Aynı yazıyı bende türbanla ilgili bir başka konuya kopyalamıştım.Ayrı bir konu olarak tartışılabilir.
 
Bizim burda 3 yıl sürmez bu olay seneye bu saatler çoktan iran oluruz...
 
İran'ı Bugün ki hale ABD getirdi şimdi pişmandır.Yakında ABD den Fettullah uçakla Humeyni gibi Türkiyenin başına gelir .Yoksa boşuna mı besler elin adamını..CİA
 
[email protected]

O yemini kim etti?..


MİLLETVEKİLİ yemininin orası şöyleydi:

"...laik cumhuriyete ve Atatürk ilke ve inkılaplarına bağlı kalacağıma ... namus ve şerefim üzerine ant içerim..."

Şimdi TBMM’de laiklik üzerine "namus-şeref" yemini edenlerin türban oylaması var.

Tabii ki türbanın üniversitelerde serbest bırakılmasına "evet" diyecekler, bilirsiniz.

*

Milletvekilleri, oldum olası namus-şeref yeminlerinde durmadılar. Ve yeminlerini her çöpe atışlarında bir kılıf, bir bahane buldular.

Ancak bu sefer öyle değil:

Üniversitelere tesettürü sokmanın laikliğe aykırı olduğu, içerde Anayasa, Yargıtay, Danıştay... Dışarda Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları ile sabit.

Yani namus-şeref yeminine kılıf zor.

Bahane yok...

Yüksek yargı; üniversitelerde türbanın laikliğe aykırı olduğunu karara bağlamıştır... Ve "laikliğe bağlı kalacağına namusu ve şerefi üzerine" yemin eden milletvekilleri ise o kararları bile bile üniversitelerde türbana "evet" diyeceklerdir.

Bu kadar...

*

Daha da açıkçası; namus ve şeref mahkeme kararlarına tosluyor.

Şimdiye kadar sadece toplumun vicdanında yargılanan yeminler, bu kez mahkeme kararlarıyla kesin biçimde mahkûm...

Namus ve şeref...

Öyle mi?..

Dahası; o yemini etmeden milletvekili olamayanların, o yemini çiğnedikleri an milletvekilliklerinin düşmesi gerektiğini de düşünüyorum ben...

(.......)

Diyeceksiniz ki; sen kimsin?..

Ben; Mehmet Zeki oğlu...

Küçük okuru Tuğçe’ye söz vermiş birisi...

Umutları tükenen, ufku kararan, içi yanan, ülkesi Arabistan’a döndükçe dizine vuran... Bu kaypak zeminde yurtsever okurları ile el ele tutuşup düşmemeye çalışan... Öyle "namus-şeref yemini" etmemiş... Ama sokakta iyi insanların yüzüne utanmadan bakmak isteyen birisi...

Ben soruyorum, ben:

O namus-şeref yeminini kim etti?..
 
Vatan elden Gitmeden ; Korkularla yaşamaktan sa Haykıralım haksızlığı.EY AKP GİTTİĞİN YOL YOL DEĞİL...Millet vekilleri AKLINIZI BAŞINIZA ALIN...YAPTIĞINIZ MARİFET DEĞİL...
 
Ertuğrul ÖZKÖK


Acil mıntıka temizliği


BENİM düşüncem şu.Türban sorununun çözümünde ilerlemek için, önce türbanın etrafındaki sahtekárlıkları, yanlışlıkları temizlemek lazım.

Mesela, "türbana izin verildiği zaman, üniversitenin özgürleşeceği" tezine sarılan aydınlar.

Yani, "Evet kardeşim, ben 18 yaşını doldurmuş bir kızın üniversiteye istediği gibi girmesinden yanayım" diyecek cesareti bulamayanlar.

Yani, türban konusunu tek başına kendi sahici düşüncesine bile sokamayan yazar, çizer, öğreten insanlar.

Sanki dünyada türban serbestisi olduğu için akademik seviyesi, özgürlüğü, saygınlığı artmış bir tek İslam ülkesi üniversitesi varmış gibi, bu palavrayı bize yutturmaya çalışıyorlar.

Bir kere bundan vazgeçmek gerekiyor.

Türbanı bize, "masum, inançlı kızların okuma hakkı" diye sunmaya çalışan siyasetçiler.

"Rektörler, türbanlıların önünde selam duracak" vazosu kırılınca, çareyi masum izahlarda arayanlar.

Bir de türbanı demokrasiye çıpa olarak takmaya çalışanlar.

Yani bunu "temel bir demokratik hak" olarak satmaya kalkanlar.

Gırtlağına kadar "biat kültürüne" batıp da, bize demokrasicilik oynayanlar.

İşte öyleleri türbanı bana demokratik bir hak olarak sunmaya kalkınca, güleyim mi ağlayayım mı karar veremiyorum.

İster istemez, üç beş köşe yazısına bile tahammül edemeyen bir kültürün, üniversiteye kapağı attıktan sonra başı açık insanlara nasıl tahammül edeceğini düşünüyorum.

Kábuslar görüyorum.

* * *

Ha, onlara böyle diyorum da, Kuran’da türban emri var mı yok mu tartışmasını çok mu seviyorum.

Hayır o da hoşuma gitmiyor.

Sonunda bu bir inanç meselesi ve bazı insanlar öyle inanıyor.

Ben inançlı bir insanım.

Ama kesin inançlılardan çok korkarım.

İnançla fanatizm arasına giren o "kesin" sözcüğü beni ürkütür.

O yüzden de türban gibi, bir de siyasete bulaşmış bir dini simgeye üniversitede izin verilirken, enine boyuna iyi düşünmek gerektiğine inanırım.

Çünkü bunun bir adım ötesi, iki santim üstü, beş santim altı, Türkiye’yi bambaşka bir yere götürür.

Türban konusunu hepimizin içine sindireceği, kimsenin zafer veya hezimet diye görmeyeceği bir anlayışla çözmemiz gerektiğine inanıyorum, günlerdir bunu yazıyorum.

O yüzden CHP’nin de bugünkünden farklı bir türban politikasının olması gerektiğini düşünüyorum.

* * *

Dün CHP Genel Başkanı Deniz Baykal’la konuşurken bunu kendisine de anlattım.

Er veya geç üniversitede türbana izin verilecek.

Bu karar alınırken CHP de bunun içinde olmalı.

Türk siyasi hayatının en güçlü ve en yaygın sosyal kontratı bu konuda imzalanmalıdır.

Bu kontratın altına imza atmak falan da gerekmiyor.

Sadece el sıkışmak, fikirleri söylemek bile yeterli.

Önemli olan bunu "hepimizin çözümü" olarak gönüllerimize sokmaktır.

Bunu yaparken, aynı zamanda ilerde çıkabilecek başka büyük kavgaları önleyecek tedbirleri de almalıyız.

Yani türban serbestisinin ilk, orta, liseye, daha sonra devlet dairelerine yayılmayacağı konusunda ortak bir taahhüdü millete sunarsanız bu sorun çözülür.

Üstelik ne öyle Anayasa’ya kargacık burgacık şeyler sokmak zorunda kalırız ne de kanun çıkarmak.

Bence türban Türkiye’nin samimiyet testidir.

Bu sorunu ancak samimi insanlar çözebilir ve ben kimsenin buna itiraz edeceğini de sanmıyorum.

Ama yok, ille de "Ben türbanı çözen siyasetçi olarak muhafazakár tarihe geçmek istiyorum" diyorsanız, o başka.

Elbette onu yapmaya hakkınız da var, yapacak çoğunluğunuz da...

Ama bu sorunu daha derin başka sorun yaratmadan çözmek istiyorsak herkesin, hepimizin egolarımıza biraz dur demesi gerekir.

Söyleyin ben mi samimiyim, yoksa türbanı zorla üniversiteye sokmak isteyenler mi...
 
Türkiye İran olamaz beyler.
Siz bu ülkeyi bilmiyorsunuz.
Korkmayın o kadar.
Hiç biriniz Hizbullahın doğuda yaptıklarını bilmezsiniz.
Aylarca insanlara kan kusturdular.
Devlet görmemezlikten geldi.
İktidar AKP filan da değildi (AKP düşmanları bunu bilsin.)
Sonra ne oldu.
Karşılıklı menfaatin bittiği gece bir örgüt üyesi kalmadı.
Bir gecede toplandı hepsi.
Otobüsler dolusu insan tutuklandı. Sanki devrim olmuştu.
Şimdi ne oldu hiç bir şey.
Bu kadar basit mi yaw. Bol keseden atıyor herkes.
Herkes kahraman edasıyla "Türkiye elden gidiyor, biz kaç kişi kurtaracaz"

Söyleyecek çok şey var aslında ama neyse zaten herkesin canı sıkılıyor.
Eskiden olsa herkes geçim sıkıntısı yüzünden ne yapılsa ses çıkartmazdı.
Sanki herkes açlıktan yorgun düşmüştü. Herkesin derdi para kazanmaktı.
Yaşamaktı. Çocuğunu okula gönderebilmekti.

Şimdi ne oldu. Okul bedeva. Hiç bir şeye adam gibi zam gelmiyor.
Ne yapalım hadi ortalığı karıştıralım. Git başka iş yap kardeşim.

Kim ne takıyorsa taksın canım. Ne giyiyorsa giysin. İsterse çıplak gezsin.
Çıplaklar kampına itirazın yoksa kimseye olmasın.
 
ne iranı ya eskiden de serbestti eskiden iranmıydı bizim ülkemiz yapmayın Allah aşkına.
 
1 metre tahtayı yerim...Nasıl mı..? hergün 4 cm yiyerek..Kaç yılda biterse..Arkdaşlar yemin etmişler Size küfür de etseler kendinizi belli etmemek için cevap vermeyin..Anlaşılmasın diye boş bira şişelerini kapınızın önü bırakın komşularınız sizden süpelen mesin..Bunlarda tahta gibi azar azar başladılar.Şimdi Kim bilir tahta bitmek üzeredir ..
 
Yazarlar


7 Şubat 2008

Hadi ULUENGİN
[email protected]

Penguen kompleksi ve başka türbanlar


CEMAL Nadir Güler’in fırçasından tasvir edilmiş olan karikatürde şu cümle yer alır:

Turist gezdiren rehber çarşaflı kadınlara rastlar ve onlara hayretle bakan yabancılara, "bunlar da bizim penguenlerimiz" diye tanıtım yapar.

Söz konusu karikatürü ben arşivlerde görmüştüm. Daha doğrusu, "irticanın her hortlayışında" (!) tekrar ve tekrar yayınlandığından, hafızama nakşedilmiş.

"Amcabey" tipininin yaratıcısı, bu satırlar yazarı doğmadan epey önce öldüğüne göre, demek ki ilk Cumhuriyet döneminde ve muhtemelen de kırklı yıllarda yayınlanmış olmalı.

* * *

HİÇ şüphesiz ki, Nadir’in yukarıdaki deseni muazzam bir kimlik bunalımı sergiliyor.

Müthiş bir "ben - öteki" çelişkisini ve çok derin bir bilinçaltı kompleksini yansıtıyor.

Yani, nasıl ki Falih Rıfkı 1927 yılındaki maskeli baloda "Türk gibi" diyen Batılı kadınlara "Arap gibi, bizimkiler maskara kıyafeti bıraktı" diye atılıyordu, aynı onun gibi!

Yahut, nasıl ki ben "Ulus" gazetesi başyazarından kırk küsur yıl sonra, aynı Türkleri fes ve feráceyle özdeşleştiren o Batılılara kin besliyordum, işte benim gibi!

Bu ortak travma ve komplekslerimiz söz konusu karikatürde en zirve noktaya ulaşıyor.

* * *

EVET en zirve noktaya ulaşıyor, çünkü bir; benzetme metaforik gözüküyor ama aynı zamanda da, çarşaflıların penguen cinsi bir hayvan olarak algılanmasını "sıradan" kılıyor.

İki; o çarşaflı kadınların varlığını "ben"im açımdan utanç ve ayıp addediyor

Ve en önemlisi üç; "öteki"ne benzemek ve onun aidiyetini paylaşmak iradeciliğinden yola çıktığı içindir ki, aslında o kendi "ben"ini o "öteki" nezdinde reddetmekten kaçınmıyor.

Zaten de "türban sorunu"nun alevlenmesi, kolektif bir travma oluşturan ve "aşk - nefret" ilişkisi barındıran bu "ben - öteki" çelişkisinin çözümlenmemesinden kaynaklanıyor

Ancaak, yukarıdaki kimlik bunalımı ve kompleks tezahürü yalnız bize özgü değildir!

* * *

DEĞİLDİR ve nitekim, moderniyetle zaten çok büyük sorunlar yaşadığı için İslam toplumlarını kasten geçtikten sonra, örneğin Rusya, Çin ve Japonya üzerinde durabiliriz.

O Rusya ki, tüm tarihi "oksidantalist" denilen Batıcı yenilikçilerle, seküler kimliğe rağmen "Ortodoks - Slavofil" diye adlandırılan kutup arasındaki zıtlaşma üzerinde yükselir.

Her iki yazar da birer devdir ama, kostüm giyinen Dostoyevski birincilere, köylülerin "mujik" gömleğinden şaşmayan ve İsevi mistisizmlerde yaşayan Tolstoy ikincilere dahildir.

Çin’de ise liberal Lu’dan komünist Mao’ya, münevverlerin ilk "aydınlanma" simgesini uzun saçları kesmek ve entari yerine ceket giymek tercihi oluşturmuştur.

Ama "koca burun taklitçileri"ni reddeden gelenekçiler tarz değiştirmemiştir.

* * *

SONRA, Japonya’nın "ben"i ve "öteki"ni barıştırdığı iddiası da koca bir efsanedir.

Aksine, 19. yüzyıl atılımdan itibaren sayısız insan "Batılılaşmak" azmiyle işi isim ve din değiştirmeye vardırmıştır. "Şogun" şövalyelerin intiharı dehşet bir kimlik bunalımıdır.

Artı, belki yüreğimize su serpecek noktayı da halen süregiden şu olgu oluşturuyor.

Zaten dünyada en çok kozmetik tüketen Japon kadınlar ve gelir yükseldiğinde de Çinli hemcinsleri bugün ilk iş olarak, o Batılılara benzemek azmiyle estetik masasına yatıyorlar.

Ve, bu, bir anlamda, söz konusu Asya ülkelerinin "türban sorunu"na tekábül ediyor.

Aşağı yukarı, Nadir’in "penguen" çarşaflıları oralarda da kimonolu köylü oluyorlar.

O halde demek ki bir; yaşadığımız "ben - öteki" çelişkisi ve "aidiyet kompleksi", İslam olmayan toplumlar açısından dahi öyle aman aman bir istisna oluşturmuyor.

Dolayısıyla da iki; "türban sorunu" özünde, sonsuz çetrefillik ve geniş evrensellik arzeden "öteki"ne kıyasla "ben"i tanımlamak denklemine giriyor ki, cumartesi işleyeceğim.
 
herşey zaten çok masumane görünen isteklerle başlar.

daha sonra büyür çığ olur.. belki çoğunuzun yaşı benden ufak.
1993 yılında üniversiteye başladığımda ORDU'da türbanlı birini görmek imkansızdı. ordu demokrat bir yerdi. aradan sadece 15 yıl geçmiş ve kadınların yarısının başı türbanlı... başka yerleri düşünmek bile istemiyorum..

hiçbir ülke ılımlı islam rejimini uygulayamadı. bu mantığa ters... ılımlı islam projesi bir kaç yıl içinde radikal islama dönüşür. bunlar yaşanan tecrübeler...

sanırım Türkiye İrandan daha kötü durumlara düşecek. orada devrim çok kanlı olmadı ama bizim ülkemizde sanırım çok kan dökülecek... :(
 
Peki İran da yaşayanlar Bu Rejim zulmu İslamda varmı diye kendilerine soruyorlarmı..Türkiyenin Cumhuriyetinin yaşaması için İran rejimi yıkılmalı.Gerekirse ABD ile işbirliğine gidilmeli.Pkk yı 15 sne besleyen İRAN VE SURİYE değilmiydi..ATİLLA ATEŞ SURİYEYE İHTAR VERMESEYDİ APO COK DAHA KARNINI KAŞIYARAK TÜRKİYEYİ TEHDİT EDERDİ...Zor oyunu bozar.İran Ne yapıyor Adete Türkiyede ki Türbana taraf olmuş casına parası ile aldığımız doğal gaz kesiyor..TÜRKÜN TÜRKTEN BAŞKA DOSTU YOK...
 
Geri
Üst