İran’a şeriat ’demokrasi’ ve ’özgürlük’ vaatleriyle geldi

karasulu

New member
Katılım
5 Ocak 2007
Mesajlar
93
Reaction score
0
Puanları
0
Konum
Sananelen Sapık...!
İran’a şeriat ’demokrasi’ ve ’özgürlük’ vaatleriyle geldi

AKP’nin Anayasa tasarısı hazırlıkları, Türkiye’nin bir saklı gündeminin doğmasına neden oldu: "Darbe mi? Şeriat mı?" İşte Türkiye’nin gizli gündemi bu soru. Herkes bunu tartışıyor. Ne rastlantı; yıllar önce, İslam devriminden önce benzer soru İran’ın da gündemindeydi. İranlı solcular, demokratlar, liberaller ve milliyetçiler bu soruyu tartışıyordu, darbeye karşı çıkıyorlardı. Gelin İran’ın İslam devrimi öncesi ve sonrası günlerine gidelim. Bir de, "mahalle baskısı" var mıymış görelim.

MERHABA. Benim adım Bahman Nirumand. İranlı bir gazeteci-yazarım.

Şah’ın devrilmesinde aktif rol oynayanlardanım.

Ve aynı zamanda mollaların, demokrasi ve özgürlük getireceğine inanan milyonlarca solcu, demokrat, liberal ve milliyetçi insandan biriyim.

Evet, Humeyni yeryüzünde cenneti vaat etti bize. Demokrasi gelecek, kimse fikirleri ve siyasal görüşleri yüzünden tutuklanmayacak, işkence yapılmayacak, kadınlara eşit haklar verilecek, giyim serbest olacaktı.

Şah’ı devirdikten sonra mollaların camiye geri döneceklerinden emindik. Devleti yönetecek durumda olduklarına inanmıyorduk.

Yanıldık. Kitaplardan ezberlediğimiz cümleleri, içi boş kavramları birbirimize söyleyip duruyorduk.

ÜZERİNDE DURMADIK

Her şey 14 Ocak 1979 tarihinde değişti. Şah, İran’ı terk etti. Ardından İran tarihinin en büyük yürüyüşü Tahran’da yapıldı. Sansür, yasak yoktu, istediğimiz gibi bağırıyorduk.

Fakat mitingde ilk dikkatimi çeken, kim liberal Musaddık ya da solcu şehitlerin resimlerini taşıyor ise mollalarca dövülüyordu.

Pek üzerinde durmadık bu olayın, "Hele bir kurtlarını döksünler, sonra sakinleşirler" diye düşündük.

Ertesi gün gazetede, bir hırsızın genç mollalar tarafından yakalanıp, adına "İslam Mahkemesi" denilen bir mahalli heyet tarafından 35 kamçı cezasına çaptırıldığı haberini okuduk.

Haberi ciddiye almadık; "Üç beş sapsızın işi" dedik.

Bu arada bira-şarap fabrikalarının yakılması, sinemaların tahrip edilip filmlerin sokaklara atılması gibi olayların üzerinde hiç durmadık. "Ufak tefek şeylerin" toplumun demokrasi ve ulusal bağımsızlık yolundaki çabaları etkilemesini istemiyorduk.

Biz bunları söylerken, mollalar tarafından, kadın ve erkeklerin yan yana yüzemeyecekleri; okullarda aynı sınıflarda olamayacakları; birlikte spor yapamayacakları gibi gerici kararlar ardı ardına alınmaya başlandı.

"Müslüman kadınların yanında orospuların yeri yoktur" denilerek kadınlara örtünme zorunluluğu getirildi. Özellikle üniversitelerde bu yüzden çatışmalar çıktı.

Bu çatışmalardan rahatsız olduk; kadın sorununun güncelleşip ön plana geçmesini istemiyorduk! "Asıl mücadele, emperyalizme ve kapitalizme karşı verilmelidir" diyorduk. Kadın sorunu bir yan çelişkiydi, ana çelişki sömürüydü. Kadının giyim sorunu, emperyalizme karşı verilen mücadeleyi baltalamamalıydı!

Peçesiz, başörtüsüz sokağa çıkan kadınlar artık açıkça, gözümüzün önünde dövülüyordu. Bazı kadınların yüzüne kezzap atılıyordu.

Biz ise hálá büyük laflar ediyorduk; bu tür olayları devrimin kaçınılmaz sancıları olarak görüp umursamıyorduk! "İttifak" "Eylem Birliği" gibi terimlerin peşinden koşup duruyorduk.

GEÇİŞ SANCILARI SANDIK

Humeyni, "Bütün sorunlarımızın sebebi, cemiyetimizdeki ahlaksızlıklardır. Bunların kökünü kazımalıyız" diyor; genç mollalar terör estiriyordu. Kitabevleri yağmalanıyor; gazete bayileri ateşe veriliyordu.

Şiraz’da "İslam Mahkemesi" eşcinsel ve fahişe olduğu gerekçesiyle dört kişiyi idam ediyordu. Benzer olay Tahran’da da gerçekleşiyor, üç fahişe ve üç eşcinsel kurşuna diziliyordu.

Sesleri ve görüntüleriyle erkekleri tahrik ettikleri için kadın spikerler televizyondan kovuluyor; uyuşturucu olarak görülen müzik yasaklanıyordu. Alkol içen, kırbaç cezasına çaptırılıyordu.

Şimdi düşünüyorum da, insan zamanla her türlü aşağılanmaya alışıyor galiba. Hiçbirini görmüyorduk; basmakalıp analizlerimizin doğru olduğuna o kadar inanıyorduk ki!..

Oysa toplum hızla dincileştiriliyordu. Alınan her kararda "Tamam bu sonuncusu" diyorduk. Ama arkası hep geliyordu.

Kızların evlenme yaşı 18’den 13’e düşürüldü. Parfüm, ruj, saç boyası, mücevher gibi kadın malzemelerinin yurda girişi yasaklandı. Kadın çamaşırı satan mağazaların vitrinlerine sutyen, kombinezon vs. koymasına bile izin yoktu.

Kamu dairelerinde kadın memurlara tesettüre girme emri çıkarıldı.

Aslında birçok aydın kadının üye olduğu kadın dernekleri vardı. Onlar kendi küçük çevrelerinde "hamilelik tatilinin uzatılması", "eşit işe eşit ücret" gibi talepleri tartışıyorlardı.

Biz aydınlar hep aynı düşüncedeydik: Demokrasi ve özgürlüğe geçiş sancılarıydı bu tür vakalar! Abartmaya gerek yoktu.

Hepimiz "ana çelişki" üzerinde duruyorduk; öncelikle dışa bağımlılık ve ekonomik krizden kurtulmalıydık.

REFERANDUM OYUNU

Üç ay önce Humeyni, Paris’te komünistler de dahil olmak üzere her görüşün rahatça örgütleneceği bir demokrasiden, özgürlükten bahsederken, şimdi tüm solcu, milliyetçi ve liberalleri İslam düşmanı ilan etmişti.

Bu sözler üzerine ilk protestomuzu yaptık. Mitingimize bir milyonu aşkın insan geldi.

Mollaların en iyi siyasi stratejileriydi; işlerine gelmediği zaman hemen gündemi değiştiriyorlardı.

Referandum meselesini gündeme getirdiler. Halka soracaklardı: "İslam Cumhuriyeti’ni istiyor musunuz, istemiyor musunuz?"

Kuşkusuz bu bir oyundu; halkın yüzde 65’inin okuryazar olmadığı bir ülkede kim ne anlardı cumhuriyetten?

Yapılan propaganda belliydi; dediler ki: "İslam’a evet mi, hayır mı diyorsunuz?"

Biz bu oyunu biliyorduk ama şöyle düşünüyorduk: "Önemli olan cumhuriyettir; serbest seçimlerdir; demokratik haklardır; özgürlüklerdir. İslam Cumhuriyeti bunu sağlayacaksa neden karşı çıkalım?"

Ancak bazı küçük kesimler bu oyuna gelmemek için referandumu boykot ettiler.

Sonuçta, "evet" diyen 20 milyon, "hayır" diyen ise sadece 140 bindi.

Mollalar bu referandum sonucunu çok iyi kullandılar. Güya tüm ülke yaptıklarını onaylıyordu. Artık televizyondan sonra basın da ellerine geçmişti. Sanki tüm muhaliflerin sayısı 140 bin kişi gibi gösterdiler. Halbuki 20 milyon içinde bizim oyumuz da vardı. Ama artık bizim sesimizin çıkmasına izin verilmiyordu.

HALKI ANLAYAMADIK

Mollalar güçlendikçe saldırganlaştılar.

Örneğin, tirajı bir milyon olan liberal "Ayendegan" Gazetesi’ni kapattırdılar. Sıra sonra "Keyhan" Gazetesi’ne geldi; muhalif yazarların işten çıkarılmasını sağladılar.

Tüm bu olanları protesto etmek için mitingler düzenlemeye başladık. Ama iş işten geçmişti artık; insanlar yılmıştı, korkuyordu.

Özgürlük, demokrasi ve bağımsızlık için ayaklanan halkın, bu kadar kısa sürede değişeceğini düşünememiştik.

Sanmıştık ki, mollaların gerici yasalarına/kurallarına halk karşı çıkacak. Halbuki tersi oldu; mollalar yasak, sansür getirdikçe arkalarından gidenlerin sayısı arttı.

Örtünmek moda oldu!

Tüm bunlara "gelip geçici bir fırtına" diye bakmak ne büyük yanılgıydı.

Komünistlerden, solculardan, demokratlardan, milliyetçilerden sonra liberal İslamcılar da zamanla mollaların hedefi oldu.

Şah döneminden daha çok insan cezaevlerine konuldu; idam edildi.

Milyonlarca insan canını kurtarmak için yurtdışına kaçtı.

Kaçanlardan biri de bendim.

Umarım bizim hatalarımızdan birileri ders çıkarır.

(Not: Bu metin, Bahman Nirumand’ın "İran" kitabından derlenmiştir.)

Türkiye’nin İran benzerliği çok şaşırtıcı

ÖNCE bir tespit yapalım:

Diyorlar ki, "Türkiye, İran’a benzemez!"

Yanılıyorlar.

Bu nedenle gelin önce kısa bir tarih yolculuğu yapalım:

19. yüzyılda İngiltere’nin Osmanlı Devleti gibi İran üzerinde de nüfuzu vardı.

İki ülke de tarım ülkesiydi.

20. yüzyıl başında, -İran 1906; Osmanlı 1908- askerlerin bastırmasıyla iki ülkede de meşrutiyet ilan edildi.

Her iki ülke 1920’lerde yeni liderleriyle yönetildi:

İran’da subay Rıza Han (Pehlevi), "ormancılar ayaklanmasını" bastırıp yönetimi devirerek kendini "Şah" ilan etti.

Türkiye’nin lideri ise iç ve dış düşmanları yenen Mustafa Kemal Atatürk’tü.

Her iki lider de ülkelerinin tarihlerinde görülmedik boyutlarda, modernleşme ve reform politikalarını uygulamaya koydu. Ülkelerini eğitim sisteminden hukuk sistemine kadar laikleştirmeye çalıştılar. Kılıf kıyafet devrimi yaptılar.

Bu reformlara her iki ülkede de karşı çıkan pek olmadı; sayıları az olmakla birlikte muhalif olanlar da çok ağır cezalara çaptırıldı.

İran 1940’ta, Türkiye 1946 yılında parlamenter demokrasiye geçti.

İran’da 1951’de, Türkiye’de 1960’ta "milliyetçi/ulusalcı solcu" askerler darbe yaptı.

İran’da başta petrol olmak üzere millileştirmeler yaşanırken, Türkiye de dışa açıldı, yabancı sermayeyi kabul etti.

CIA, İran’daki darbeci Musaddık’ı yıktı. Yerine tekrar Şah Rıza Pehlevi’yi getirdi. Şah bütün partileri kapattı, liderlerini hapsetti.

Türkiye, 1961’de demokrasiye döndü, seçimler yapıldı.

1960’lı yıllar, her iki ülkede de sol, milliyetçi ve İslamcı hareketin ivme kazandığı dönem oldu.

Aynı dönemde her iki ülkenin siyasi ve iktisadi olarak dışa bağımlılığı arttı. ABD "abi" rolündeydi. Düşman ise komünizmdi.

Her iki ülke de solcularını ezmek, yok etmek için her yola başvurdu. Devlet güçleri, sola karşı diğer güçlerle ittifak yaptı.

Sol muhalefetin ezildiği dönemde İslamcı hareketler güçlendi.

YEŞİL KUŞAK PROJESİ

Burada meseleye daha geniş açıdan bakıp, 1970’li yılların son dönemini bir hatırlayalım.

Sovyetler Birliği, Afganistan’a girmişti.

ABD’nin kontrolündeki Şah, İran’ı terk etmişti. Türkiye’de büyük bir sol dalga vardı.

Soğuk Savaş döneminde siz ABD’nin yerinde olsanız ne yaparsınız?

İran’da Sovyetler Birliği yanlısı solculara karşı mollaları desteklediler.

Türkiye’de 12 Eylül 1980 askeri darbesini yaptırıp, İslamcıları kuvvetlendirerek solu ezdirdiler.

ABD, Şah’tan umudunu kesince mollaları destekledi. İran’da mollaları yok etmek isteyen askerlerin elini kolunu bağladı.

Şah Rıza Pehlevi, ölmeden birkaç hafta önce, "Amerika ve İngiltere yerine muhalefeti yok etmek isteyen askerleri dinleseydim, ülkeyi terk etmek zorunda kalmazdım" diye açıklama yaptı.

ABD, Sovyetler Birliği’ni İslam ülkeleriyle kuşatıp içindeki İslamcı halkları ayaklandırarak yıkacağını hesaplıyordu.

Bu nedenle İranlı subaylara hep engel oldu.

Örneğin: Şah gittikten sonra, ülkenin başında kalan sosyal demokrat Başbakan Bahtiyar "İslam Cumhuriyeti’ne izin vermeyeceğim" diyordu.

Genelkurmay Başkanı Karabagi, Bahtiyar’ı destekliyordu.

Bahtiyar, ABD ve İngiltere’ye danıştı. Tabii ki destek alamadı.

Mollalar şanslıydı; dünya siyasal konjonktürü onların lehineydi.

Sonunda Humeyni, Tahran’a geldi. Yerleştiği "Refah Okulu"nda, liberal-İslamcı Mehdi Bazargan’ı Başbakan ilan ettiğini açıkladı. ABD ve Avrupa bu "ılımlı İslamcı" atamadan mutlu oldu.

Ancak mollalar güçlendikçe iktidara yerleşti.

Son hedefleri, halkın oylarıyla Cumhurbaşkanı olan liberal Müslüman Beni Sadr idi.

Askerler bu kez Beni Sadr’ın imdadına yetiştiler; darbe yapabileceklerini söylediler. Sadr darbe istemedi ve yurtdışına kaçmak zorunda kaldı.

Mollalar iktidara yerleşti. "Ilımlı İslam" istemiyorlardı!

DESTEK ESNAFTAN

İran tarihine bakıldığında, mollaların devlete karşı ayaklandığı görülmemişti. Sadece 1963’te Şah, mali kaynaklarını yok ettiği için ilk protesto eylemini gerçekleştirmişlerdi. Bu nedenle Humeyni, Türkiye’ye sürgüne gönderilmişti.

Durum aslında bizim Nakşibendiler’e benziyor, onlar da hep devletin yanında olmuşlardı. Neyse...

Türkiye’deki İslami hareketler ile İran’daki mollaları destekleyen güçler arasında benzerlikler var mıydı?

Yapısal farklılıklar olsa da taban aynıydı:

Mollaların ülke içinde en büyük destekçisi, iç ticaretin üçte ikisini, ihracatın üçte birini elinde tutan ve geleneksel değerlerin savunucusu Bazar esnafıydı.

Mollalar ayrıca liberal-burjuva çevrelerinden de destek gördü. Bunun sebebi, özerklik için harekete geçen Azeri, Kürt, Beluciler gibi etnik unsurların başlarının hemen ezilmesi talebiydi.

Ve tabii, din adamlarının siyasal örgütlenme gücünün en büyük dayanağı ise, cami komiteleriyle girdikleri yoksul mahallelerdi. Camiler cihat birliklerinin hücre evleriydi. Kısa bir süre öncesinin solcu varoş mahallelerinin yoksulları akın akın mollaların arkasından yürüyordu artık.

Şimdi tekrar başa dönüp soralım: Türkiye, İran’a benziyor mu?


 
amnnn bize irandan biz T:C yi becerdikte iranlaşmak mı kaldı... boş gezenin boş laflarından başka bi şey degil.. diyelim ki dedikleri gibi olsun oyle olsan diger türlü konuşmaya başlarlar..
yani sen yönünü nereye çevirirsen çevir hep senin karşında bimuhalefet ruhu hakim olacak.. o yüzden kale almıyorum bu yazıları ;)
 
Ya bırakın böyle saçmalıkları seriat gelecekmiş irticaymış falan yıllrdır hep aynı hikaye.Belli çevreler güçleriini kaybetmemek için aynı nakaratı söyleyip duruyorlar
 
iranı bilen iyi bilir zaten yazacak ne varki
 
Turk milleti attigi her adima dikkat etmelidir cunku Ileride onlari kurtarabilecek MUSTAFA KEMAL leri olmayabilir.
 
Beş on yıl sonra biz İran siz de Malezya olacaksınız 25 Eylül 2007


Röportaj: Ezgi BAŞARAN, Fotoğraflar: Sebati KARAKURT

Tartışmanın başlangıcı, Richard Holbrooke’un "Türkiye ve Malezya gibi hem Müslüman olup hem de seküler olunabiliyor" sözüydü belki.

FOTOĞRAFLAR İÇİN TIKLAYIN

Ne Malezyası dedik, biz laik bir devletiz, onlar değil ki! Bu cahil bir ifade, dedik. Fakat bir yandan AKP’nin 22 Temmuz’daki zaferi, Anayasa’daki türban ve laiklik değişikliği tartışmaları... Diğer yandan Malezya’dan gelen "Polis ramazanda oruç tutmayanları cezalandırıyor" haberleri... Başbakan Abdullah Bedevi’nin "Malezya bir İslam devletidir" sözleri... Her şey üst üste gelince, "Eyvah! Türkiye Malezya olabilir mi?" sorusu doğdu. Bazı yazarlara göre bu suni bir tartışma, bazılarına göre bunu konuşmanın tam zamanı. Şerif Mardin’e göre böyle bir ihtimal gerçekten var. "Türkiye Malezya olur mu" sorusunun cevabını bulmak için ilk önce Malezya’da gerçekten neler oluyor onu öğrenmeye çalıştık. Bunu için de, Malezya’da yoğun bir İslamlaşma var mı, iktidar ne diyor, güçlü İslam partisi PAS’ın tutumu ne, STK’lar ne yapıyor, liberal seküler kanadın fikri nedir, anlamak gerekiyordu. Sebati Karakurt ile Kuala Lumpur’a geldik, gözlerimizle görelim istedik. Bu yazı dizisinde, 3 gün boyunca gördüklerimizi okuyacaksınız.

İkİ Müslüman avukat Malik İmtiaz (37) ve Haris Bin Muhammed (47), 2006’da "11. Madde Hareketi" adlı bir sivil hareket başlattı. Hareketin adı, Malezya Anayasası’ndaki "Herkes istediği dini seçmekte ve yaşamakta özgürdür" maddesinden esinlenilmiş. Bu maddenin artık uygulanmadığını savunuyor ve Malezya’daki İslamlaşmaya, "şeriat"ın anayasanın üstünde tutulmaya başlanmasına karşı, 11 sivil toplum kuruluşunu aynı çatı altında buluşturuyorlar. Bütün bunlar yüzünden, aynı zamanda Ulusal İnsan Hakları Derneği’nin başkanı da olan Malik İmtiaz hakkında Ağustos 2006’da "İslam’ı aşağılıyor, katli vaciptir" yazan posterler Malezya’nın her köşesine dağıtıldı. Fakat o ve arkadaşı Haris Bin muhammed yılmadı, 11. Madde Hareketi olarak mitingler ve forumlar düzenlemeye çalıştı. Son iki miting polis tarafından engellendi, artık forum düzenlemeleri de yasak. "Şimdilik davamızı internet üzerinden yürütüyoruz, çünkü başbakan bu sivil hareketten hiç hoşlanmıyor" diyor. Malik ve Haris’le Malezya’daki İslamlaşma sürecinde kimlerin rol oynadığını, geçmişini ve geleceğini konuştuk. İşte anlattıkları:

İKİLİ HUKUK Malezya’da ikili hukuk sistemi var. Müslümanların evlilik, boşanma, miras gibi medeni konuları Şeriat Mahkemesi’nde görüşülür. Gerçi sivil mahkemelerde de 1970’lerin sonundan beri İslam’ı baz alan kurallar ve yasalar hep vardı. Örneğin "3 kez üst üste cuma namazına gitmeyen ya da oruç tutmayan bir Müslüman para cezasına çarptırılır" diyordu. Ama bu tamamiyle kağıt üstündeydi, hiç uygulanmıyordu. Çünkü 1980’lerde İngiliz eğitimi görmüş akıllı avukatlar ve hákimler vardı.

İSLAMCI RETORİK 1988’de, eski Başbakan Mahathir bin Muhammed, İslam partisi PAS’ı çok ciddi bir tehdit olarak görmeye başladı. Oylarını onlara kaptıracağını düşündü. Partisinin başına Enver İbrahim’i getirdi ve İslamlaşma trendini başlattı. Biz de iyi Müslümanlarız demek istiyordu. 2001’e geldiğimizde ise "Malezya İslam devletidir" deyiverdi.

METAMORFOZ OLDU Son 10 yıl içinde, İslam baz alınarak yazılan ve aslında hukukçuların umursamadığı yasalar, metamorfoz geçirip küçük böcekler halinde toplum hayatımıza sızdı. Gerçekten uygulanmaya başlandı. 10 yıl önce farklı dinden kişilerin evlenmesinde sorun yoktu. İsteyen din değiştirebiliyordu. Şimdi ise bir Müslüman’ın bir Budist ile evlenmesine, din değiştirmesine imkan yok.

MÜSLÜMANLAR HARİÇ Malezya Anayasası’nın 11. maddesi şöyle der: "Herkes istediği dine inanmakta ve ibadet etmekte özgürdür." Fakat 1999’da Yüksek Mahkeme bu maddedeki "herkes" kelimesinin anlamını değiştirdi: "Herkes ama Müslümanlar hariç." Müslümanlar din değiştirmek istiyorlarsa şeriat mahkemesine gidecek bundan böyle dediler. O yıl din değiştirip bir Hıristiyanla evlenmek isteyen Lina Joy’un hüsranla biten hukuk savaşı bunun ilk örneğidir.

HÁKİMLER YAPIYOR Nüfus kağıdına, "Dini İslam’dır" ibaresi eklendi. Müslümanların yaşam biçimini etkileyen konularda sivil mahkemeler bir anda ortadan kayboldu, yetkiyi Şeriat mahkemelerine devretti. Anayasa resmen çarpıtılmaya başlandı. Bazı hákimlerin şöyle dediğini duyuyoruz: "Önce Müslüman’ım sonra hákim."

YAVAŞ VE DERİNDEN İslamlaşma programı, hem devlet hem de başsavcı ve hukuk adamları tarafından yürütülüyor. Yavaş ve derinden, yeraltından ilerliyorlar. Anayasa değişmedi, ama onu yorumlayanların ve uygulayanların kafa yapısı değişti. Şimdi de toplum hayatına sızdı.

ARAPLAŞMA YAŞANIYOR İslamlaşmanın ötesinde Araplaşma yaşıyoruz. Ahlak polisi daha görünür hale geldi, hayata müdahale etmeye başladı. Artık türban takmayan Müslüman kadınlar garipseniyor. Geçen sene dini ne olursa olsun kadın polislerin türban takması zorunlu hale geldi.

ASLINDA AZINLIK AMA Aslına bakarsanız radikal İslamcıların azınlık olduğunu düşünüyorum. Ama sesleri çok gür çıkıyor. Sessiz çoğunluk ise dışlanmamak için onlara uyuyor. Şehirdeki aydınlar, "İslamcılık asla Malezya’ya hákim olamaz" deyip gülüp geçiyorlar. Ama böyle şeyler hız kazandıktan sonra durdurulamıyor.

Türban 10 yılda yüzde 80’e ulaştı

ÜLKENİN yüzde 50’ı Malay, yüzde 30’u Çinli, yüzde 8’i Hintli. Yüzde 61’i Müslüman, yüzde 19.2’si Budist, yüzde 9.1’i Hıristiyan, yüzde 6.3’ü Hindu. Başkent Kuala Lumpur’da, Malezya’nın farklı etnik yapılarının hepsi, kendi kimliğini, kültürünü ve dinini yaşıyor. Malezya’da türbanlı kadınların sayısı, son 10 yıl içinde yüzde 10’dan 80’e ulaşmış. Metroda karşılaştığımız genç kız Surinia, türban takma gerekçesini şöyle açıklıyor:

"Çünkü normal olan bu. Biz Malayların yaptığı böyle, ailem, arkadaşlarım, komşularım hepsi türbanlı."

Fakültede bacılar ve erkekler

Üniversite "Brothers-Sisters" yani "erkek kardeşler" ve "kız kardeşler" diye ikiye ayrılmış. Kütüphanedeki, kantindeki, bilgisayar odasındaki masaların üstünde kimin nereye oturacağı yazıyor, yani bir kız "Brothers" yazısı yapıştırılmış masaya oturamaz. Üniversitenin girişinde kıyafet kurallarını anlatan büyük bir afiş var. Erkekler gömleği pantolonun içine sokacak, kadınlar türban takıp bol kıyafetler giyecek, ağır makyaj yapmayacak, açık ayakkabı giymeyecek.

ORUÇ POLİSİ

Malezya’da kadın polislerin türban takması zorunlu. "Oruç Polisi" adıyla tüm dünyada haber olan ekip ise, polisin dinden sorumlu bir birimi. Oruç tutmayanları ve iftar vaktinden önce Müslümanlara servis veren lokantaları tespit etmekle görevliler.

SOKAK İZLENİMLERİ

Petronas’tan uzaklaşınca İslami baskı hissediliyor

BAŞKENT Kuala Lumpur’un en kalabalık yeri olan Bugit Pintag’taki ışıklarda 3 türbanlı kadının yanında, süper minisi ve göbeğini açıkta bırakan dar bluzuyla duran Çinli kızın belki konuşacak fazla ortak konusu yok. Ama aynı kenti rahatlıkla paylaşıp yan yana yeşil ışığın yanmasını bekliyorlar. Ramazan olmasına rağmen gün içinde sokakta yemek satılıyor, Müslüman olmayanlar hapur hupur yiyor. Kendilerine ayrılmış özel restoranlarda içki içebiliyor, sarmaş dolaş oturabiliyor.

İKİNCİ SINIF Fakat şehrin vitrini haline gelen Petronas Kuleleri’nden uzaklaşıp, turistik olmayan bölgelerine doğru ilerledikçe işin rengi değişiyor. Son birkaç yıldır İslam’ın bir devlet politikası olduğunun vurgulanması, Çinli ve Hindu vatandaşların kendilerini ikinci sınıf hissetmesine neden olmuş. Açıkça söylenmese de Malezya Anayasası’ndaki "Malezya’nın resmi dini İslamdır" ibaresi de Malay’ların ülkenin gerçek sahipleri olduğunu bir şekilde hissetmeleri, bunun teminatını Anayasa’da görmek istemelerinden kaynaklanıyor. Özellikle Çinli nüfusun ekonomik olarak güçlenmesine karşı da, Malaylara pozitif ayrımcılık uygulanıyor.

PET ŞİŞENİ SAKLA Şehrin devasa reklam panolarında hep türbanlı kadın kullanılıyor. Afişlerde Malayca’nın altında bir de Arapçası da yazılı. Bütün alışveriş merkezlerinde mescid bulunması zorunlu. Şehrin diğer ucundaki Malay İslam Üniversitesi’ni ziyaret ettiğimizde elimdeki su şişesini saklamam öğütleniyor. Ramazanda oruç tutmadığımı ima eden bütün ipuçlarını yok ediyorum ki rahatça dolaşabilelim.

DAVUTOĞLU’NUN KIZLARI Başbakan Tayip Erdoğan’ın eski Başdanışmanı Ahmet Davutoğlu’nun kızlarını okuttuğu bu üniversitede çalışan, adını vermek istemeyen yabancı bir hocanın söylediğine göre burası Malezya’nın İslamlaşma sürecinde önemli rol oynuyor, bir sürü genç mümin yetiştirip topluma servis ediyor. Karşılaştığımız erkek öğrenciler, kadın olduğum için elimi sıkmaktan kaçınıyor.

YARIN: "BÜTÜN PARALARİSLAM BANKALARINAYATIRILACAK"
 
Türkiye İran olurmu? Bu yazıyı yazan araştırmacı çok bilmiş, neden cumhuriyet tarihini ele alırda daha önceki yıllar adına bir karşılaştırma yapmaz?
Osmanlı, İran ilişkilerine neden değinmez? Eskiden Osmanlıda şeriatla yönetiliyordu, İranda, peki ilişkileri nasıldı? Her zaman düşmandılar birbirlerine çünkü ortada iki ülke müslümanda olsa bariz bir meshep ayrılığı vardır.
Türkiye ne geçmişte İran olduğu gibi nede gelcekte iran olur. Bu tür yazılar aradaki mezhep farklılıklarını bilmeden veya bile bile halkı yönlendirmeye dair bilinçli yazılardır. İranda yaşanan şeriatın dinimizle bir alakası yoktur.
 
Türkiye İran olurmu? Bu yazıyı yazan araştırmacı çok bilmiş, neden cumhuriyet tarihini ele alırda daha önceki yıllar adına bir karşılaştırma yapmaz?
Osmanlı, İran ilişkilerine neden değinmez? Eskiden Osmanlıda şeriatla yönetiliyordu, İranda, peki ilişkileri nasıldı? Her zaman düşmandılar birbirlerine çünkü ortada iki ülke müslümanda olsa bariz bir meshep ayrılığı vardır.
Türkiye ne geçmişte İran olduğu gibi nede gelcekte iran olur. Bu tür yazılar aradaki mezhep farklılıklarını bilmeden veya bile bile halkı yönlendirmeye dair bilinçli yazılardır. İranda yaşanan şeriatın dinimizle bir alakası yoktur.
Yap ma be,Türkiye,İran olmazmış.Mezhep farklıymış.Yani Şeriatın gelmesinede karşı degilsin.O Türk ocagı nikinide degiştir o zaman yakışmıyor.Şeriat ocagı yapabilirsin mesela çünkü bu görüşlereni savundugun kesim,Ulusal bilinç istemiyor.Hatta kul bilinci de istemiyor.Müridlik istiyor.Şimdi sen birde çıkar "ben aynı zamanda Atatürkçüyüm de deyiverirsin?"Sonra da beni güldürürsün.
 
general düşüncelerine aynen katılıyorum
 
Yap ma be,Türkiye,İran olmazmış.Mezhep farklıymış.Yani Şeriatın gelmesinede karşı degilsin.O Türk ocagı nikinide degiştir o zaman yakışmıyor.Şeriat ocagı yapabilirsin mesela çünkü bu görüşlereni savundugun kesim,Ulusal bilinç istemiyor.Hatta kul bilinci de istemiyor.Müridlik istiyor.Şimdi sen birde çıkar "ben aynı zamanda Atatürkçüyüm de deyiverirsin?"Sonra da beni güldürürsün.

Tabi ya Türk Milleti İslamı kabul ettiğinden beri ( son seksen sene hariç) şeriatla yönetilmiyordu değil mi? Hangi milletti o cermen ırkımıydı, osmanlı, selçuklu kimin ecdadıydı?
Şimdi sen çıkarsın Fatih, Yavuz, Alparslanda Türk değildi dersin hani onlarda şeriatçıya... Sonra da beni güldürürsün..Rahatlatacaksa söyleyeyim çok şükür Atatürkçü değilim. Bir şahsın isminin sonuna cu, ci, çü ekleri getirip, yaptıları yanlışları bununla kapatanlardan da değilim.
 
Tabi ya Türk Milleti İslamı kabul ettiğinden beri ( son seksen sene hariç) şeriatla yönetilmiyordu değil mi? Hangi milletti o cermen ırkımıydı, osmanlı, selçuklu kimin ecdadıydı?
Şimdi sen çıkarsın Fatih, Yavuz, Alparslanda Türk değildi dersin hani onlarda şeriatçıya... Sonra da beni güldürürsün..Rahatlatacaksa söyleyeyim çok şükür Atatürkçü değilim. Bir şahsın isminin sonuna cu, ci, çü ekleri getirip, yaptıları yanlışları bununla kapatanlardan da değilim.

Atatürk senin atalarını kurtardı , müslümansan müslüman kalmanı ecnebi dölü olmamanı sağladı. sen Atayı reddediyorsan müslümanlığıda ceddinide reddetmiş olursun.
 
Atatürk senin atalarını kurtardı , müslümansan müslüman kalmanı ecnebi dölü olmamanı sağladı. sen Atayı reddediyorsan müslümanlığıda ceddinide reddetmiş olursun.

Terbiye sınırlarımı zorlama....
Eğer atatürkçü olmakla atatürkü reddetmek arasındaki farkı bilmiyorsan yorum yapmazsın.
 
Bizim gemi sizin dediğiniz limana uğramayacak ,sayın yolcular.
Nede güzel beceriyorsunuz bu senaryo işlerini,maşallah.
Ama sırf KABUS senaryolar bunlar,azıcıkta başka şeyler söyleyin ,bunaltmayın milleti.
Rica ederim KOMUTANIM şu ''mürid'' kelimelerini kullanmayalım başkaları için,tenkit etmek
istiyorsan başka kelimeler bul daral geldi artık.
 
Irağa Demokrasi Getirecekti Amerika ; Kan havuzunda yüzdürmek için girmiş Irağa...

İran'a Demokrasi gelecekti ; Bayanın eline sıkan cumhurbaşkanı olamaz oldu... Aşılmaz kurallar orta konuldu. İnsanların dış dünyası ile bağlantısı kesildi..

Amerika Çoüunluğu Müslüman ülkere Ilımlı islam ile tanıştırdı... Günlerdir konuşan ülkelerin durumu ortada....

Stratejik ortağımız ABD BOP la kol kola yürüdüğümüz ülke KKTC'yi hala tanımadı ?

Lübanan gerçeği israil ve ABD nin eseri ?



Şimdi düşünme vakti..... Ortağımız Amerika Ülkemizden ne istiyor ? Diğer bulaştıkları ülkerde ne olmuş ? Kimin kafaları nasıl kopmuş. Devletleri ne hala gelmiş ? . Kamplaşma kutuplaşma nasıl ortaya çıkmış.....


Birde RTE gibi teslimiyetci biri var lider olarak :) Hadi oynat uğurcum. Görelim Modelimizi....
 
Ya bırakın böyle saçmalıkları seriat gelecekmiş irticaymış falan yıllrdır hep aynı hikaye.Belli çevreler güçleriini kaybetmemek için aynı nakaratı söyleyip duruyorlar

Sen çok biliosun her şeyi.İran'daki olayı anlatan arkadaş çok doğru söylemiş.Mollalarla solcular "karpuz birliği"ni kurdu.Sonra karpuzun dışındaki "yeşil" içindeki "kırmızı"yı afiyetle yedi.Bugün de birtakım solcu ya da "özgürlükçü" "aydın"lar dincileri savunuyor ama yarın gerçekleri görecekler...Tabii iş işten geçmiş olacak o ayrı mesele!
 
amnnn bize irandan biz T:C yi becerdikte iranlaşmak mı kaldı... boş gezenin boş laflarından başka bi şey degil.. diyelim ki dedikleri gibi olsun oyle olsan diger türlü konuşmaya başlarlar..
yani sen yönünü nereye çevirirsen çevir hep senin karşında bimuhalefet ruhu hakim olacak.. o yüzden kale almıyorum bu yazıları ;)


öğretmen eli öpüldü diye kıyamet koparıldı. sen annenin babanın öğretmeninin elini öpmezmisin?

o zaman kollama tayyibi , kollama gülü , yada neyse sen kollayın gitsin. siz anlamazsın :D
 
Geri
Üst