“İnsanın acısını insan alır” diyor şair, oysa yine aynı insana acının en büyüğünü yine insan veriyor…
Hele ayrılık anlarında sarf edilen sözler, tükenen nefesler, yarım göz bakışlar, ağız ucu vedalar…
Öyle bir acı veriyor ki, insan içi acıdıkça yine içine gömülüyor.
Acı deprem gibi geliyor insana, öncüsü yıkıyor, artçılar zaten tutunamayan dengeyi yerle yeksan ediyor…
Ondan gayri o an tutunulan bir iki dostun haricinde herkesin gereksiz olduğuna inanıyor ve
kimselere gözükmek, kimselerle görüşmek istemiyor.
Her bir köşede bırakırken farkına varmadığınız hatıralar birer heyula gibi üstünüze yıkılıyor…
Arabanın yan koltuğu, evinin önü, köşedeki bakkal, bir kalem, bir tesbih, bir kolye, bir şarkı, bir şiir, her şey ama her şey…
Boğuluyorsunuz.
Nefesiniz göğsünüze.
Göğsünüz bedeninize…
Bedeniniz evrene sığmıyor…
Çat diye çatlamak istiyorsunuz, ancak çatladığınızda rahatlayacağınıza inanıyorsunuz…
Ne aranıyor ne de arıyorsunuz.
Başı gövdesinden koparılmış bir tavuk gibi her tarafı yıka döke yuvarlanıyor menzile ulaşamıyorsunuz…
Ağız alışkanlığı ile “nasılsın” diyenlere yine ağız alışkanlığı “iyiyim” diyorsunuz, içinizdeki depremleri yüz maskenize göre saklıyor, kendi içinizde bir buhranlar anaforunda dönüp duruyorsunuz…
“Uzaktan görenler mesut sanıyor” ama siz yolda bulduğunuz bir anahtarın hangi kapıyı açtığını bilemediğiniz kadar, mutluluğu kendinize uzak görüyorsunuz.
“Ayrılık, yaman kelime…”
Evet, ama bir türkünün sözlerinde değil…
Ancak ayrılığa düştüğünüz yerde…
Çivi Çiviyi Söker mi?
Hele ayrılık anlarında sarf edilen sözler, tükenen nefesler, yarım göz bakışlar, ağız ucu vedalar…
Öyle bir acı veriyor ki, insan içi acıdıkça yine içine gömülüyor.
Acı deprem gibi geliyor insana, öncüsü yıkıyor, artçılar zaten tutunamayan dengeyi yerle yeksan ediyor…
Ondan gayri o an tutunulan bir iki dostun haricinde herkesin gereksiz olduğuna inanıyor ve
kimselere gözükmek, kimselerle görüşmek istemiyor.
Her bir köşede bırakırken farkına varmadığınız hatıralar birer heyula gibi üstünüze yıkılıyor…
Arabanın yan koltuğu, evinin önü, köşedeki bakkal, bir kalem, bir tesbih, bir kolye, bir şarkı, bir şiir, her şey ama her şey…
Boğuluyorsunuz.
Nefesiniz göğsünüze.
Göğsünüz bedeninize…
Bedeniniz evrene sığmıyor…
Çat diye çatlamak istiyorsunuz, ancak çatladığınızda rahatlayacağınıza inanıyorsunuz…
Ne aranıyor ne de arıyorsunuz.
Başı gövdesinden koparılmış bir tavuk gibi her tarafı yıka döke yuvarlanıyor menzile ulaşamıyorsunuz…
Ağız alışkanlığı ile “nasılsın” diyenlere yine ağız alışkanlığı “iyiyim” diyorsunuz, içinizdeki depremleri yüz maskenize göre saklıyor, kendi içinizde bir buhranlar anaforunda dönüp duruyorsunuz…
“Uzaktan görenler mesut sanıyor” ama siz yolda bulduğunuz bir anahtarın hangi kapıyı açtığını bilemediğiniz kadar, mutluluğu kendinize uzak görüyorsunuz.
“Ayrılık, yaman kelime…”
Evet, ama bir türkünün sözlerinde değil…
Ancak ayrılığa düştüğünüz yerde…
Çivi Çiviyi Söker mi?