"İnançları Yaşamak" Kamuflajı ve Kan Kokulu Pakistan

Albayrak

Can Feda
Altın Üye
Katılım
23 May 2007
Mesajlar
4,439
Reaction score
0
Puanları
0
Konum
Aydınlığın karanlıkla savaşından...
Türk ordusu Ortadoğu’nun işgaline karşı savaşıyordu. Saldırgan koalisyonunu anımsayalım: Avustralya-Yeni Zelanda süvarileri (Anzak), Fransız tugayı, Kanada Kraliyet Hava Kuvvetleri, Ranger’lar, Seyitlerden Abdullah ve Faysal’ın Arabistan kuvvetleri, Yahudi tugayı, Haydarabad cengaverleri (Hint), Mısır amele birlikleri ve Hint Müslümanları.
Hint Müslüman kuvvetleri, sonradan Pakistan olacak olan yerden getirilen İngiliz yetiştirmeleriydi. O zamanlar Hindistan İngiliz sömürgesi.
Hintliler İngiltere’ye karşı direnmeye daha sonra başladı. İngiltere büyük sömürgeleri elde tutma gücünü de yitiriyordu. Hindistan’ı bölmek için dinsel ayrılıklar gerekçe yapıldı ve Pakistan İslam Cumhuriyeti kuruldu.
Ne ki Pakistan’da İslam çeşit, çeşit… Kabilecilik, aşiretçilik dağılmadan cumhuriyet olmak, halk yönetimini yerleştirmek, merkezi-ulusal,, sınırlarına egemen bir devlet kurmak olanaksızdır. Tekli bir eğitim kurumlaşmasını, bağımsız bir adalet düzenini işletmeksizin, ortak kültüre, ortak dile yaslanan bir uluslaşma da olanaksızdır.
Pakistan’da devlet var görünüyordu, ama yalnuızca merkez çevresinde. Sınır boylarında aşiretler, kabileler egemen. Her aşiret kendisinin devleti olmak istiyor. Her aşiretin Müslümanlığı kendine göre. Bu durumu değiştirmek isteyenlerin karşısına din ağaları, kabile şefleri çıktılar. Yalnızca onlar mı, Ortadoğu-Asya-Hint sömürgeciliğini yenilemek isteyen ABD-Avrupa devletleri de bağımsız, bütünlüğünü koruyan bir devletten yana olamazlardı.
Afganistan iç savaşına karışan ABD, her türlü kurumuyla Pakistan’a yerleşti. Medreseler kuruldu; savaşçılar eğitildi, Pakistan’da depolanan silahlar savaşçılara oradan iletildi. Binlerce ton uyuşturucu oradan yol buldu. Silah-uyuşturucu ticaretinden Pakistan istihbaratçıları, subaylar, güvenlikçiler, şeyhler, hocalar, kabileler, Usame bin Ladin örgütü paylarını aldılar.
*
Böyle bir devlet devletlikten çıkar ve az da olsa bağımsız davranmak isteyen, ulusal birliği korumak isteyen yönetimler yaşatılmaz. Binlerce din kursu, medrese… Kim kime, dum duma medreselerde yetiştirilen militanlar… Kargaşa ve bitmek bilmeyen kan dökücülük… Çocuklar dahil her er kişinin ayrılmaz parçası silahlar…
Pakistan yönetimi, iç düzeni korumak için “sıkıyönetim” ilan ediyor; ABD-Avrupa “demokrasi” diye bastırıyor; onların desteğinden güçlenen silahlı İslam militanları ortalığı kana buluyor. Kabileciliğin, ilkelliğin, yüzlerce yıl öncesinin yaşam düzenin sürdüğü bir yerde, kanlı çatışmalar ortasında hangi demokrasi ve yüzlerce insan öldürülürken, hangi seçim ortamı, diyen yok.
İnsanların birbirini kırması, ne ABD’nin ne de AB’nin umurunda; kendilerine itaat edecek yönetimler olsun da ne olursa olsun! Onların dümen suyuna girmeye hazır politikacıların da umurunda değil; demokrasicilik oyunuyla ülkedeki kargaşayı büyüttükçe büyütüyorlar.
*
Bu olup bitenler, öncelikle Türkiye’ye ders olmalı: İnançları yaşamak dedikleri; her tarikatın, her cemaatin devlet otoritesinden bağımsızlaşması; ulusal, bileştirici eğitimin yerine her mezhebin, her şeyhin, her hocanın kafasına göre eğitime takılması, her dilde eğitimin kurumlaşması… Kısacası, halkı birleştiren ne varsa dağıtılması. Şimdilerde adalet, eğitim kurumlarının adı, binaları var; ama işleyişi tez elden din ağalarının ve tüccarların eline geçiyor; ulusal görünüm altında şeyh-hoca-kimliksiz patron sultası… Batıdan gelen, yozlaştırma saldırısını ve etnik ayrılıkçılığı da katarsanız, Pakistan bile huzurlu kalır!
Şimdi tam 80 yıl öncesine, 1928’e dönmenin sırasıdır. Yolun başında, Bağımsız T.C’nin Cumhurbaşkanı varlığı korumanın ve bi adım ileriye gitmenin ilkesini açıkça koymuştu:
“Birtakım şeyhlerin, dedelerin, seyitlerin, çelebilerin, babaların, emirlerin arkasından sürüklenen ve falcılara, büyücülere, üfürükçülere, nüshacılara tali (kaderini-geleceğini) ve hayatlarını emniyet eden (emanet eden) insanlardan mürekkep (oluşan) bir kitleye, medeni bir millet nazarile (gözüyle) bakılabilir mi?” (Gazi M. Kemal, Nutuk, D. Basımevi, İst. 1938, 644)
Onca yıl sonra, şimdilerde toplum kaderini ve yaşamını kimlere emanet ediyor, değil mi? Bağımsızlıktan, ulusal birliği koruyan ilkelerden en küçük sapma, iç-dış güvenliğini yabancı devletlere emanet etmenin sonu yok olmak değimliydi?
Bu yalın gerçeği yinelemenin gereği yoktu; ama devlet kurumlarının başındakiler iki de bir de koşar adım Washington’a giderken, ulusal güvenliğimizi Pentagon-Bush bürolarının eşgüdümüne bırakırken sessiz kalanları uyarmak zorunluydu.
Haftalık yazılarımı yayınlayan Anadolu’nun tüm gazetecilerine ve okurlara aklın ve erdemin öne geçtiği bir yıl diliyorum. 31.12.2007
Not: Küresel Tuzak-Ilımlı İslam kitabının yazarı gazeteci Bahadır Selim Dilek, çok yakın zamanda Pakistan’a gitmiş ve oradaki yapıyı, gelişmeleri nesnel bir bakışla gündeme getiren dizi yazısını Cumhuriyet’te geçen hafta yayınlamıştı. Safsatalardan uzak durmak ve Pakistan’ı anlamak isteyenler için önemli bir kaynak çalışmaydı.

Mustafa YILDIRIM
 
Geri
Üst