İmam-ı Buhari

ibrahimdag

New member
İmâm-ı Buhârî, gerek akranlarının, gerekse hocalarının sonsuz iltifatlarına kavuşmuştur. Ahmed ibni Hanbel, Horasan‘ın, onun gibi birisini yetiştirmediğini söyledi. Ali İbnu‘l-Medînî de; “İmâm-ı Buhârî, kendisi gibi birisini görmemiştir.“ demiştir. Ahmed ibni Hamdün anlatır: İmâm-ı Müslim, İmâm-ı Buhârî‘ye geldi, ilimdeki üstünlüğünü görerek alnından öptü, sonra; “Müsâade et de, ayaklarını da öpeyim, ey üstâdların üstâdı, muhaddislerin efendisi, hadîs tabîbi!“ dedi. Bundan sonra İmâm-ı Müslim, bir hadîs hakkında suâl sordu ve cevâbını aldıktan sonra; “Sana, yalnız hased edenler düşman olur. Şehâdet ederim ki, dünyâda senin bir eşin daha yoktur.“ dedi.


İmâm-ı Buhârî‘nin ibâdetteki huşû ve ihlâsı, çok fazla idi. Bir defâ namaz kılarken arılar kendisini tam on yedi defâ soktuğu halde namazını bozmadı. Çünkü onların soktuğunu duymuyordu.

İmâm-ı Buhârî‘ye babasından çok mal, para kalmıştı. Herkese iyilik ederdi. Çok cömerd idi. Mürüvvet, başkalarına iyilik yapan; verâ, haram ve şüphelilerden sakınan ve ihtiyat sâhibi idi. Fakirlere çok sadaka verir, talebelerinin ihtiyaçlarını kendisi karşılardı. Kendisi çok az yer, günde iki-üç bâdem ile iktifâ ederdi. Dört sene hiç yemek yemeyip, sâdece ekmek ile idâre etti. Bir zaman hastalandı. Doktorlar; “Bu hastalık, sâdece kuru ekmek yemekden meydana gelmiştir.“ dediler. Bundan sonra bir bardak su ve ekmek ile idâre etti. Babası; “Malıma, bir dirhem haram ve şüpheli malın karıştığını bilmiyorum.“ dediği için, helâl mal olarak bildiği, yalnız babasının malından yerdi.

İmâm-ı Buhârî hazretleri, bayram günleri hâriç bütün yılını oruçla geçirirdi. Şüphelilerden dâimâ kaçardı. Gıybetten çok korkardı. Sebebi soruldukta; “İsterim ki Rabbime kavuştuğumda hiç gıybet etmemiş olayım ve böyle bir şey için kimse beni aramasın.“ dedi. Gecenin ilk saatlerinde biraz uyur, sonra kalkar ilim ve ibâdetle meşgûl olurdu. Üç günde bir hatim ederdi. Sonra duâsını yapıp; “Her hatim sonunda yapılan duâ makbûldür.“ buyururdu. Ramazân-ı şerîf gecelerinde arkadaşlarına namaz kıldırır, her kıldırdığında Kur‘ân-ı kerîmin üçte birini okurdu.

İmâm-ı Buhârî Bağdât‘a geldiğinde, buradaki hadîs âlimlerinden çoğu toplanıp, İmâm-ı Buhârî‘yi imtihân etmek istediler. Yüz tâne hadîs-i şerîfin metin (Peygamber efendimizin mübârek sözleri) ve sened (bir hadîs-i şerîfi nakleden zâtların isim silsilesi) kısımlarının yerlerini değiştirdiler. Bu şekilde değiştirdikleri hadîs-i şerîflerden, bir kişiye on hadîs-i şerîf vererek, on kişiyi İmâm-ı Buhârî‘ye gönderdiler. Bu kimseler, İmâm-ı Buhârî‘nin bulunduğu meclise gelip, herbirisi yanlarında bulunan hadîs-i şerîfleri okuyup; “Bu hadîs-i şerîfi biliyor musunuz?“ diye sordular. İmâm-ı Buhârî “Bu söylediğiniz şekilde bir hadîs-i şerîf bilmiyorum.“ dedi. On kişi, onar hadîs-i şerîfi okuyup bitirdikleri zaman, İmâm-ı Buhârî birinci kimseye dönüp; “Senin okuduğun birinci hadîs-i şerîfin metni böyle, isnâdı da şöyledir diyerek, onların okudukları sıra ile birden yüze kadar hadîs-i şerîfleri, sened ve metinlerini doğru olarak okudu. Bunun üzerine oradakilerin hepsi, Muhammed Buhârî‘nin hâfızasının kuvvetliliğini, hadîs ilmindeki yüksekliğini anlayıp kabûl ettiler.

Ebû Bekir Medînî şöyle anlatır: “Bir gün Nişâbûr‘da İshâk bin Râheveyh‘in yanında idik. İmâm-ı Buhârî de vardı. İshak bin Râheveyh bir hadîs-i şerîf okudu. Bu hadîs-i şerîfi Atâ Keyhârânî yazıp, rivâyet etmişti. İshâk bin Râheveyh, İmâm-ı Buhârî‘ye dönüp; “Keyhâran neresidir?“ dedi. İmâm-ı Buhârî de; “Yemen‘de bir köydür. Hazret-i Muâviye bin Ebî Süfyân, Eshâb-ı kirâmdan birini oraya göndermişti. Atâ Keyhârân ondan iki hadîs-i şerîf işitmişti.“ dedi. Bunun üzerine İshak bin Râheveyh; “Ey Ebû Abdullah (Buhârî), sanki sen aralarında yaşamış gibi bildin.“ dedi.

Yûsuf bin Mûsâ şöyle anlatır: “Basra Câmiinde idim. Birisi, ey ilim ehli, Muhammed bin İsmâil Buhârî Basra‘yı teşrif etmiştir. İlminden istifâde etmek isteyenler gelsin, diye bağırdı. Gidip baktık ki, genç bir zât direk arkasında namaz kılıyordu. Namazını bitirdikten sonra, büyük bir kalabalık etrâfını sardı. Oturup, kendilerine hadîs-i şerîf yazdırmasını istediler. O da bu isteklerini kabûl edip, onlara söyleyip, yazdırdı. Sonra, onun geldiğini bağırarak ilân eden kimse tekrar bağırıp, yarın da falan yerde hadîs-i şerîf imlâ ettirip, yazdıracak dedi. Ertesi gün fıkıh âlimleri, hadîs âlimleri ve diğer âlimler, İmâm-ı Buhârî‘nin yanına geldiler. Etrâfında toplananlar bin kişi kadardı. Ondan hadîs-i şerîf yazmak için bekliyorlardı. İmâm-ı Buhârî yazdırmaya başlamadan önce bir konuşma yaptı. Bu konuşmasında; “Ey Basra ehli!Ben genç birisiyim. Benden hadîs-i şerîf işitmek istediniz. Size herkesin istifâde etmesi için, Basra âlimlerinden rivâyet ettiğim hadîs-i şerîfleri yazdıracağım.“ dedi. Oradakiler bu sözleri hayretle dinlediler. İmâm-ı Buhârî bu sözlerinden sonra etrâfını saran büyük kalabalığa hadîs-i şerîf yazdırmaya başladı. Sizin Basra şehrinden olan Abdullah bin Osmân bin Hable bin Ebî Revad‘dan naklediyorum. O da Şu‘be‘den, o da Mansûr‘dan ve diğer râvilerden, onlar da Sâlim bin Ebî Ca‘d‘dan, bu da Enes bin Mâlik‘in şöyle dediğini nakletmiştir: Bir köylü, Peygamber efendimize gelip; “Yâ Resûlallah, insan kavmini sever.“ dedi. Bunun üzerine Resûlullah efendimiz; “Kişi sevdiği ile berâberdir.“ buyurdu. Bundan sonra İmâm-ı Buhârî şöyle devâm etti: “Bu hadîs-i şerîf, sizde bu rivâyet yoluyla yok, siz bunu Mansûr‘un, Sâlim‘den rivâyeti ile biliyorsunuz.“ dedi. Sonra yazdırmaya devâm ederek yazdırdığı her hadîs-i şerîf için; “Siz bunu şu râvilerin rivâyetiyle biliyorsunuz.“ diyerek hem kendi rivâyet ettiği râvi zincirini saydı, hem de Basralıların, aynı hadîs için bildikleri rivâyet zincirini söyledi...“

İmâm-ı Buhârî bu ilmî üstünlüğü ile çok kıymetli eserler yazdı. Bunlardan bâzıları şöyledir:
1) Câmi-us-Sahîh: En büyük ve en meşhur eseridir. Sahîh-i Buhârî ismiyle tanındı. Hadîs-i şerîfleri toplayan en kıymetli kitabıdır. İmâm-ı Buhârî hazretleri bu eserine Sahîh denilmesinin sebebini şöyle anlatır: “Rüyâda Peygamber efendimizi gördüm. Karşılarında oturuyordum ve elimde bulunan yelpazeyi sallayıp, mübârek vücûdunu serinletiyor, mübârek yüzüne yaklaşmak istiyen sinekleri uzaklaştırıyordum. Büyük zâtlar bu rüyâmı; “Sen, Peygamberimiz aleyhisselâmın hadîs-i şerîflerini, O‘nun sözü imiş gibi uydurulan yalanlardan ayırırsın.“ şeklinde açıkladılar. Bundan sonra, çok uğraşarak, sahîh hadîsleri topladım ve bu şekilde meydana gelen eserin ismi Sahîh oldu.“

İmâm-ı Buhârî hazretleri bu eserini Mescid-i Harâm‘da yazdı. Her bir hadîs-i şerîfi yazmadan önce istihâreye, işin hayırlı olup olmayacağını anlamak için abdest alıp iki rekat namaz kıldıktan sonra doğru rüyâ görmek ile hakîkatı öğrenmek üzere uykuya yattı. İmâm-ı Buhârî zemzem suyu ile gusledip Kâbe‘de, Makâm-ı İbrahîmin gerisinde iki rekat namaz kılıp, koyduğu sağlam usüllere göre sahîh olduğu kesin belli olan hadîs-i şerîfleri yazdı. Bu kitabı müsveddeden temize çekme işini de, Medîne-i münevverede Peygamber efendimizin kabr-i şerîfi ile minberi arasında “Ravda-i Mutahhera“da yaptı. Bu eserini nasıl yazdığını kendisi şöyle anlatır: “Câmi-us-Sahîh kitabını, altı yüz bin hadîs-i şerîf arasından seçtim. Her hadîs-i şerîfi kitaba koymadan önce gusledip, iki rekat namaz kılıp, istihâreye yattım. Ondan sonra hadîs-i şerîfi kitaba koydum. Bunları yapmadan hiçbir hadîsi yazmadım. Bunu on altı yılda tamamladım. Bu kitapta sahîh hadîsleri bildirdim. Bununla berâber almadığım, yâni bu kitapta olmayan hadîsler bunlardan çok fazladır.“

İmâm-ı Buhârî hazretlerinin yazdığı bu hadîs-i şerîf kitâbı İslâm âleminde büyük hürmet ve itibâr gördü.

Ebû Muhammed Mûsenî, Kur‘ân-ı kerîmi ve Sahîh-i Buhârî‘yi tâzim ve hürmet için, baştan sona kadar altın suyu ile yazdı. Allahü teâlânın kitâbına ve Resûlullah efendimizin sünnetine olan hürmet ve bağlılığının çokluğu sebebi ile, yapmayı göze aldığı bu çok zor ve ağır çalışma netîcesinde, dokuz cildlik bir eser meydana geldi.

Bir kimse, Buhârî-yi Şerîf‘i hangi niyetle baştan sona kadar okuyup hatmederse, maksadı en güzel şekilde hâsıl olur. Tâûn hastalığı zamanlarında bir evde okunsa, Allahü teâlâ o evde bulunanları tâûndan muhâfaza eder.

Sözleri dinde sened olan çok yüksek âlimlerden bir çoğu, dert ve belâlardan, hastalık ve sıkıntılardan kurtulmak ve bir çok şeylere kavuşmak için, Buhârî-yi Şerîf‘i okuyup vesîle etmişlerdir. Böylece maksadlarını da elde etmiş ve onu kendileri için ilâç kabûl etmişlerdir. Hadîs âlimlerinden bir zât şöyle anlatır: “Karşılaştığımız müşkül hâllerde, kendim ve başkalarının sıkıntıdan kurtulmamıza vesîle olması için, yüz yirmi defâ kadar Buhârî-yi Şerîf okudum. Her defâsında hangi niyet ile okumuş isem, maksadım hâsıl oldu. Bu kitap hangi evde bulunursa, evi yanmaktan, hangi gemide bulunursa, o gemiyi batmaktan Allahü teâlâ korur.“

2) Târih-i Kebîr, 3) Târih-i-Evsat, 4) Târih-is-Sagîr, 5) Kitâb-ud-Duafâ- is-Sagîr, 6) El-Edeb-ül Müfred, 7) Birr-ül-Vâlideyn, 8) Tefsîr-ül-Kebîr, 9) Kitâb-ül-Hibe, 10) Kitâb-ul-Mebsût, 11) Kitâb-ül-Fevâid, 12) Esmâ-üs- Sahâbe ve diğerleridir.

İmâm-ı Buhârî ömrünün son yıllarında, Nişâbûr‘a döndüğünde, ilimdeki üstünlüğünü bilenler etrafında toplanmıştı. İlim meclisine devâm edenlerin çokluğu ve gördüğü îtibar, bâzı kimselerin kıskanmasına ve iyi olmayan tutum içine girmelerine yol açtı. Bundan dolayı Nişâbûr‘dan ayrılıp, Buhâra‘ya gitti. Buhâra‘ya varınca vâli Hâlid bin Ahmed, İmâm-ı Buhârî‘ye haber gönderip, eserlerini alıp, yanına gelmesini, onları bizzat kendisinden dinlemek istediğini bildirdi. Ayrıca kendi çocukları için husûsî hadîs-i şerîf dersi vermesini istedi. Bunun üzerine İmâm-ı Buhârî; “Ben ilmi, emîrin kapısına götürüp zelîl etmem. Eğer ilmi istiyorsan, mescidde, yâhut evimdeki ilim meclisinde hazır bulun. Bu sözümü kabûl etmezsen, beni kürsüde ders vermekten men et de Allah katında mâzur olayım. Halbuki ben, Peygamber efendimizin; “Her kime bir ilimden sorulur, o da onu gizlerse, kıyâmet günü ateşten bir gem vurulur.“ hadîs-i şerîfi gereğince, ilmi gizleyemem.“ dedi. Çocukları için husûsi ders vermesini istemesine karşı da:

“Ben, bir kısım kimseleri hadîs-i şerîf dersinden men edip, birkaç kişiye ders veremem.“ dedi. Bunun üzerine vâli, İmâm‘ın Buhârâ‘dan çıkması emrini verdi. İmâm-ı Buhârî, vâliyi Allahü teâlâya havâle edip, Buhâra‘dan çıktı. Aradan bir ay geçmeden bu vâli görevinden alındı. Bir merkebe bindirilip, şehri dolaştırıldı ve “Kötü işler yapanın sonu işte budur.“ diye bağırılması emri geldi. Vâlinin sözlerine uyarak, İmâm-ı Buhârî‘ye çeşitli ezâ ve cefâlarda bulunan kimselerin de her birine, insanların ders ve ibret alacakları çeşitli belâlar isâbet etti.

İmâm-ı Buhârî hazretlerinin Buhâra‘dan çıkış haberi üzerine, Semerkantlılar kendisini dâvet ettiler. Giderken yolda Semerkantlı bir topluluğun kendisini isteyip, bir kısmının istemediği haberini alınca, Hartenk‘de akrabâlarının yanında kaldı. İnsanların bu hâlinden kalbi daraldı ve canı sıkıldı. Teheccüd namazından sonra ellerini açıp, “Yâ Rabbî! Yeryüzü bu genişlikle bana dar oldu. Beni tarafına al!“ diye duâ etti. O ay, orada hastalandı ve Ramazan bayramı gecesi vefât etti.

Abdülvâhid bin Âdem Tevâvisî şöyle anlatır:

“Peygamber efendimizi rüyâmda gördüm. Eshâb-ı kirâmdan bâzıları ile berâber bir yerde durdular. Yanlarına gelip selâm verdim. Selâmımı aldılar. Daha sonra burada durmalarının hikmetini sordum. “Muhammed bin İsmâil Buhârî‘yi bekliyorum.“ buyurdular. Birkaç gün sonra İmâm-ı Buhârî hazretlerinin vefât ettiğini öğrendim. Hesâb ettim. Peygamber efendimizi gördüğüm zaman vefât etmişti.“

İmâm-ı Buhârî vefât ettikten sonra, elbisesi soyuluncaya kadar garip bir şekilde terledi. Ölümünden önce; “Beni üç parça beyaz bez ile kefenleyiniz.“ diye vasiyet etmişti. Cenâzesi yıkanıp kefenlendi ve cenâze namazından sonra defnedildi. Vefât ettiğinde 62 yaşında idi. Vefâtından birkaç gün sonra, mezarından güzel bir koku çıkmaya başladı ve günlerce devâm etti. Mezarına doğru bilezik gibi bir ışık hâlesi indi. Görenler hayret ettiler, hücûm edip toprağından götürmeye başladılar. Öyle ki, kabir açılacak duruma geldi. Her ne kadar mezarı korumak için bekçi tutulmuşsa da, halkın hücûmu önlenemedi. O zaman mezarın çevresine ağaçtan bir engel yaptılar. Böylece gelenler o engelden geçip kabre yanaşamadılar.

Recâ bin Mûrcî, İmâm-ı Buhârî hakkında; “O, Allahü teâlânın büyüklüğünü gösteren delillerden biri idi.“ dedi.

Necm bin Fadl anlatır: “Rüyâmda Peygamber efendimizi gördüm. İmâm-ı Buhârî hazretleri arkasında idi. Resûlullah efendimiz bir adım hareket etse o da bir adım atıyor ve ayağını Resûlullah efendimizin kaldırdığı yere koyuyor, onun izi üzerinde gidiyordu

NE GÜZEL RÜYÂ GÖRMÜŞSÜN!

Nasr bin Hasan es-Semerkandî anlatır:

“1071 senesi yağmursuzluk yüzünden Semerkant‘ta büyük bir kıtlık oldu. Halk bir kaç defâ yağmur duâsına çıktıysa da yağmadı. O civarda yaşayan sâlih bir zât, Semerkant kâdısına gelerek; “Bir rüyâ gördüm size arz edeyim mi?“ dedi. Kâdı “Anlat dinleyelim.“ dedi. Adam; “Gördüm ki sen önden, halk arkandan Semerkant‘tan çıkıyorsunuz ve İmâm-ı Buhârî hazretlerinin mezarı başında duâ ediyorsunuz.“ dedi ve olur ki cenâb-ı Hak bu sebepten bize yağmur gönderir.“ diye de ilâve etti. Buna karşılık kâdı; “Ne güzel rüyâ görmüşsün.“ dedi. Daha sonra Kâdı efendi önden halk arkadan Hartenk‘e doğru yola çıktılar. İmâm-ı Buhârî hazretlerinin kabrine gelince gönülden duâ ettiler. Kimisi gözyaşları döktü ve onun hürmetine Allahü teâlâdan rahmet dilediler. Duâdan az zaman sonra yağmur yağmaya başladı. Öyle yağmur yağdı ki yedi gün Hartenk‘te beklemek zorunda kaldılar. Semerkant‘a gidemediler

SEMERKAND
 

HTML

Üst