anadolu07
New member
- Katılım
- 13 Kas 2007
- Mesajlar
- 323
- Reaction score
- 0
- Puanları
- 0
AVUSTURALYA YA SAVAŞ AÇAN İKİ TÜRK
I. Dünya savaşının başlama aşamalarında özellikle İngiltere, kendisine bağlı ülkelere haber göndererek onların askeri desteğini istemiş, bu halklardan insanların kimilerini kandırmış kimilerini de zorla askere almış ve bu zavallı insanları hayatlarında hiç görmedikleri, belli bir gayelerinin, hedeflerinin olmadığı yerlerde ölümüne savaştırmıştır. İngiltere'nin bu amaçla asker talep ettiği sömürgelerinden biri de hiç şüphesiz Avustralya'dır.
1914 yılının bu son günlerinde İngiltere'nin talebi üzerine hazırlıklara başlanmıştır. Hazırlıklar tamamlandığında toplanan askerler eğitilmek üzere Mısır'a gideceklerdir. Ama hiç beklenmedik şeyler olur bu uzak kıta topraklarında ve 1915 yılının mart ayında, Mehmetçiğin düşmana dur demesinin çok öncesinde bakın kimler dur der Avusturyalı Anzak askerlerine:
Avustralya'nın keşfi sonrasında, buralara insanlar göçmen olarak gelip yerleşmeye başlamışlardır. Bu gelen kişilerin arasında Osmanlı tebaasından insanlar da vardır. Bu kişiler ile birlikte kıtanın bazı yerleri tam bir Orta Doğu devleti görünümünü alır. Özellikle Silver City şehri, içinde gezinen develeri ile konuya en iyi örnektir. Bu kentin en dikkat çeken simalarından birisi Molla Abdullah idi. Kendisi İstanbul'da Fatih Medresesinde okumuş olan Molla Abdullah için kimileri. Osmanlı padişahı II. Abdülhamit'in casusu bile demektedir.
Kendisi buralara ilk geldiğinde önceleri iş bulamaz, fakat sonra halkın, güvenilir et konusunda et satıcılarına güvenemediğini görünce kasaplık yapmaya başlar.
Molla Abdullah'tan bir süre sonra yine aynı şehre, Kul Muhammed adında bir Türk genci daha gelir. Kul Muhammed de ucunda Türk bayrağı sallandırdığı bir tahta arabada, başlar halka Osmanlı dondurması satmaya. Bir de 'Kaymaklı kaymaklı!' diye bağırmaya görsün hemencecik büyüklü küçüklü bir insan grubu sanıverirler etrafını.
Molla Abdullah ve Kul Muhammed zaman içerisinde sıkı bir arkadaşlık kurarlar. Artık akşamlan işleri bittiği gibi hemen bir araya gelmekte, vatan hasretini adeta birbirleriyle gidermektedirler. İşleri de çok iyidir iyi olmasına ama bu güzel günler pek sürmez. Zira Osmanlı Devleti, yani biricik vatanları ile alakalı kötü haberler almaya başlarlar. İlk aldıkları haberlerden biri de dört kendini bilmez milletin, velinimetleri Osmanlı'ya savaş açtığıdır. Osmanlı devleti ise büyük bir acziyet içerisindedir.
Tükürüğü ile boğacağı bu topluluklara karşı büyük bir hezimete uğrar. Halbuki Balkan Savaşma katılmak isteyen Molla Abdullah ve Kul Muhammed günlerdir hazırlık yapmaktadırlar. Osmanlı'nın yenilgi haberim alınca çok üzülürler. Tüm hazırlıkları ile kalakalırlar. Bir süre sonra bu kez daha dehşetli bir savaş başlar. Bu savaş Dünya üzerinde birçok devletin birbiriyle kapıştığı I. Dünya Savaşı'dır. İngilizler Avustralya'nın her yerinden bu savaş için asker toplamaktadırlar. Bunu haber alan Molla Abdullah ve Kul Muhammed ülkelerine dönmek ister ancak yolların kapalı oluşu bahanesi ile geri çevrilirler.
Son umut olarak hemen askerlik şubesine giderek askere yazılmak istediklerini söylerler. Yetkililer bunu kabul etmez.
- "Siz Osmanlısınız, derler. Halbuki bizler İngiltere'nin yanında, Osmanlı'ya karşı savaşmaya gidiyoruz."
Tüm ısrarlarına rağmen olumlu bir cevap alamazlar. Israrın artması üzerine Avustralyalı yetkililer, daha fazla ısrar etmemelerini, yoksa kendilerine savaş esiri muamelesi yapacaklarını söylerler.
Biz Osmanlı askeriyiz ve Avustralya'da yaşıyoruz. Avustralya devleti
Osmanlıya savaş açmış ve bizim ülkemizi işgale gitmiş, bundan dolayı
biz de Avustralya devletine savaş açalım derler.
Alırlar kağıdı, kalemi ve yazarlar:
Sayın Avustralya Başkanı, Ekselans Hazretleri,
Biz iki Osmanlı askeri, ülkenizde bulunuyoruz. Duyduk ki, devletimiz
Osmanlıya Avustralya devleti olarak savaş açmış ve Çanakkale'ye asker
göndermişsiniz. Bundan dolayı iki Osmanlı askeri olarak biz de
Avustralya devletine savaş açmış bulunmaktayız.
Bu bir " Osmanlı Savaş Fermanı "dır. Ekselanslarının bilgilerine duyurulur.
Hemen o gece neredeyse sabaha kadar neler yapacaklarını konuşurlar. Evet ülkelerine gidemiyor, düşmana karşı oralarda vatan müdafaası yapamıyorlardı. Fakat bu, kesinlikle düşmana karşı boş duracakları manasına gelmezdi. Mademki bu topraklardan çıkmalarına müsaade edilmiyordu; öyleyse mücadeleyi bu topraklarda vereceklerdi.
Kul Muhammed çok iyi silah kullanıyordu. Molla Abdullah da birkaç gün süren sıkı bir eğitim sonrasında gayet iyi bir duruma geldi. Ellerinde avuçlarında ne varsa silah ve cephane alımına verdiler. Artık harekete geçme zamanı gelmişti. Her gün vagonlar dolusu insan askere alınıyor ve trenlerle limanlara sevk ediliyordu. Bulundukları kentin yakınındaki Broken Hills dağının yanından da bir tren yolu geçiyordu. İşte tam bu trenin geçtiği boğaza mevzilenecekler ve düşman askerlerinin geçmesine engel olacaklardı.
1 Ocak 1915 günü bütün hazırlıklarını tamamlamış olarak burada mevzilendiler. Aynı gün içinde binden fazla askerin bulunduğu bir tren buradan geçecek ve limana sevk olunacaklardı. Tren önünde küçük bir dondurma arabası duruyordu. Arabanın üzerinde ise kırmızı beyaz bir bayrak dalgalanıyordu. Tren durmak zorunda kalmıştı. Trenin etrafında onu koruyan atlı birlikler tepeden aynı renkte bir bayrak daha dalgalandığını gördüler. Tam oraya doğru silahlarını doğrultmuşlardı ki birden trenin üzerine doğru bir kurşun yağmuru başladı. İçindeki onlarca ölüyle birlikte tren geri dönmek zorunda kaldı. Hemen bölgeye güvenlik birlikleri gönderildi. Onlar yetersiz kalınca askeri birlikler sevk olundu. Yeni getirilen takviye birlikler değişik yönlerden bu kahraman insanları çembere almaya çalıştılar. Kendileriyle çarpışan kuvvetlerin en azından bir tabur olduğunu düşünüyorlardı. Saatler geçmişti. Çarpışmanın iyice şiddetlendiği bir anda Kul Muhammed şehit edildi.
Molla Abdullah hala direnmeyi sürdürüyordu. Derken iki kahraman insanımızın bulunduğu yerden hiç ses gelmez oldu. Avustralyalı askerler yavaş yavaş yaklaştılar. Bir de baktılar ki kan içinde kalmış ve silahlarına sıkı sıkıya sarılmış iki kişi birer kayaya yaslanmış olarak yatıyorlar. Sadece Kul Muhammed'in üzerinde 21 adet kurşun yarası saydılar. Onları asıl şaşırtan sadece iki kişiyle karşılaşmaları oldu. Halbuki onlar az önce de söylediğimiz gibi, en azından 50 civarında bir insan topluluğu ile savaştıklarını sanıyorlardı.
İki şehidimizin naaşlarını, silahlarını ve arabayı alarak şehre götürdüler. Ama korkulan henüz geçmemişti. Avustralyalı askerler günlerce dağlarda başka Türk var mı diye aramalar yaptılar. Ama aradan geçen uzun zamana rağmen hiçbir şey bulamadılar. Molla Abdullah'ın üzerinden 'Bu yaptığımızı Allah ve Sultanımız adına yapıyoruz. Cihadımız hak yolunadır. Ne yaptığımızı bir biz, bir de Allah biliyor.' Yazılı bir kağıt parçası çıktı. Avustralya'da haftalarca kahraman şehitlerimiz ve onların cesaretleri konuşuldu.
Bu hadise Avustralya tarihine 'Broken Hills Savaşı' olarak geçti. Bu iki şehidimizin mezarları bu gün bilinmiyor ama arabaları, silahlan ve bayrakları bir müzede saklanıyor. Büyük bir askeri birliğe karşı verdikleri mücadelede siper olarak kullandıkları kaya da bugün Türk Kayası' olarak adlandırılıyor. Ve geriye kalan ise bizlerin bu olaya bakarak alacağı ibrettir. Dünyanın bir ucunda Allah'a ve sultana olan bağlılıktan ve vatan sevgileri ile bir devlete kafa tutabilen bu insanlar acaba bu cesareti nereden bulmuşlardı? İşte haftalarca yabancı basın bu sorunun cevabını aradı.
I. Dünya savaşının başlama aşamalarında özellikle İngiltere, kendisine bağlı ülkelere haber göndererek onların askeri desteğini istemiş, bu halklardan insanların kimilerini kandırmış kimilerini de zorla askere almış ve bu zavallı insanları hayatlarında hiç görmedikleri, belli bir gayelerinin, hedeflerinin olmadığı yerlerde ölümüne savaştırmıştır. İngiltere'nin bu amaçla asker talep ettiği sömürgelerinden biri de hiç şüphesiz Avustralya'dır.
1914 yılının bu son günlerinde İngiltere'nin talebi üzerine hazırlıklara başlanmıştır. Hazırlıklar tamamlandığında toplanan askerler eğitilmek üzere Mısır'a gideceklerdir. Ama hiç beklenmedik şeyler olur bu uzak kıta topraklarında ve 1915 yılının mart ayında, Mehmetçiğin düşmana dur demesinin çok öncesinde bakın kimler dur der Avusturyalı Anzak askerlerine:
Avustralya'nın keşfi sonrasında, buralara insanlar göçmen olarak gelip yerleşmeye başlamışlardır. Bu gelen kişilerin arasında Osmanlı tebaasından insanlar da vardır. Bu kişiler ile birlikte kıtanın bazı yerleri tam bir Orta Doğu devleti görünümünü alır. Özellikle Silver City şehri, içinde gezinen develeri ile konuya en iyi örnektir. Bu kentin en dikkat çeken simalarından birisi Molla Abdullah idi. Kendisi İstanbul'da Fatih Medresesinde okumuş olan Molla Abdullah için kimileri. Osmanlı padişahı II. Abdülhamit'in casusu bile demektedir.
Kendisi buralara ilk geldiğinde önceleri iş bulamaz, fakat sonra halkın, güvenilir et konusunda et satıcılarına güvenemediğini görünce kasaplık yapmaya başlar.
Molla Abdullah'tan bir süre sonra yine aynı şehre, Kul Muhammed adında bir Türk genci daha gelir. Kul Muhammed de ucunda Türk bayrağı sallandırdığı bir tahta arabada, başlar halka Osmanlı dondurması satmaya. Bir de 'Kaymaklı kaymaklı!' diye bağırmaya görsün hemencecik büyüklü küçüklü bir insan grubu sanıverirler etrafını.
Molla Abdullah ve Kul Muhammed zaman içerisinde sıkı bir arkadaşlık kurarlar. Artık akşamlan işleri bittiği gibi hemen bir araya gelmekte, vatan hasretini adeta birbirleriyle gidermektedirler. İşleri de çok iyidir iyi olmasına ama bu güzel günler pek sürmez. Zira Osmanlı Devleti, yani biricik vatanları ile alakalı kötü haberler almaya başlarlar. İlk aldıkları haberlerden biri de dört kendini bilmez milletin, velinimetleri Osmanlı'ya savaş açtığıdır. Osmanlı devleti ise büyük bir acziyet içerisindedir.
Tükürüğü ile boğacağı bu topluluklara karşı büyük bir hezimete uğrar. Halbuki Balkan Savaşma katılmak isteyen Molla Abdullah ve Kul Muhammed günlerdir hazırlık yapmaktadırlar. Osmanlı'nın yenilgi haberim alınca çok üzülürler. Tüm hazırlıkları ile kalakalırlar. Bir süre sonra bu kez daha dehşetli bir savaş başlar. Bu savaş Dünya üzerinde birçok devletin birbiriyle kapıştığı I. Dünya Savaşı'dır. İngilizler Avustralya'nın her yerinden bu savaş için asker toplamaktadırlar. Bunu haber alan Molla Abdullah ve Kul Muhammed ülkelerine dönmek ister ancak yolların kapalı oluşu bahanesi ile geri çevrilirler.
Son umut olarak hemen askerlik şubesine giderek askere yazılmak istediklerini söylerler. Yetkililer bunu kabul etmez.
- "Siz Osmanlısınız, derler. Halbuki bizler İngiltere'nin yanında, Osmanlı'ya karşı savaşmaya gidiyoruz."
Tüm ısrarlarına rağmen olumlu bir cevap alamazlar. Israrın artması üzerine Avustralyalı yetkililer, daha fazla ısrar etmemelerini, yoksa kendilerine savaş esiri muamelesi yapacaklarını söylerler.
Biz Osmanlı askeriyiz ve Avustralya'da yaşıyoruz. Avustralya devleti
Osmanlıya savaş açmış ve bizim ülkemizi işgale gitmiş, bundan dolayı
biz de Avustralya devletine savaş açalım derler.
Alırlar kağıdı, kalemi ve yazarlar:
Sayın Avustralya Başkanı, Ekselans Hazretleri,
Biz iki Osmanlı askeri, ülkenizde bulunuyoruz. Duyduk ki, devletimiz
Osmanlıya Avustralya devleti olarak savaş açmış ve Çanakkale'ye asker
göndermişsiniz. Bundan dolayı iki Osmanlı askeri olarak biz de
Avustralya devletine savaş açmış bulunmaktayız.
Bu bir " Osmanlı Savaş Fermanı "dır. Ekselanslarının bilgilerine duyurulur.
Hemen o gece neredeyse sabaha kadar neler yapacaklarını konuşurlar. Evet ülkelerine gidemiyor, düşmana karşı oralarda vatan müdafaası yapamıyorlardı. Fakat bu, kesinlikle düşmana karşı boş duracakları manasına gelmezdi. Mademki bu topraklardan çıkmalarına müsaade edilmiyordu; öyleyse mücadeleyi bu topraklarda vereceklerdi.
Kul Muhammed çok iyi silah kullanıyordu. Molla Abdullah da birkaç gün süren sıkı bir eğitim sonrasında gayet iyi bir duruma geldi. Ellerinde avuçlarında ne varsa silah ve cephane alımına verdiler. Artık harekete geçme zamanı gelmişti. Her gün vagonlar dolusu insan askere alınıyor ve trenlerle limanlara sevk ediliyordu. Bulundukları kentin yakınındaki Broken Hills dağının yanından da bir tren yolu geçiyordu. İşte tam bu trenin geçtiği boğaza mevzilenecekler ve düşman askerlerinin geçmesine engel olacaklardı.
1 Ocak 1915 günü bütün hazırlıklarını tamamlamış olarak burada mevzilendiler. Aynı gün içinde binden fazla askerin bulunduğu bir tren buradan geçecek ve limana sevk olunacaklardı. Tren önünde küçük bir dondurma arabası duruyordu. Arabanın üzerinde ise kırmızı beyaz bir bayrak dalgalanıyordu. Tren durmak zorunda kalmıştı. Trenin etrafında onu koruyan atlı birlikler tepeden aynı renkte bir bayrak daha dalgalandığını gördüler. Tam oraya doğru silahlarını doğrultmuşlardı ki birden trenin üzerine doğru bir kurşun yağmuru başladı. İçindeki onlarca ölüyle birlikte tren geri dönmek zorunda kaldı. Hemen bölgeye güvenlik birlikleri gönderildi. Onlar yetersiz kalınca askeri birlikler sevk olundu. Yeni getirilen takviye birlikler değişik yönlerden bu kahraman insanları çembere almaya çalıştılar. Kendileriyle çarpışan kuvvetlerin en azından bir tabur olduğunu düşünüyorlardı. Saatler geçmişti. Çarpışmanın iyice şiddetlendiği bir anda Kul Muhammed şehit edildi.
Molla Abdullah hala direnmeyi sürdürüyordu. Derken iki kahraman insanımızın bulunduğu yerden hiç ses gelmez oldu. Avustralyalı askerler yavaş yavaş yaklaştılar. Bir de baktılar ki kan içinde kalmış ve silahlarına sıkı sıkıya sarılmış iki kişi birer kayaya yaslanmış olarak yatıyorlar. Sadece Kul Muhammed'in üzerinde 21 adet kurşun yarası saydılar. Onları asıl şaşırtan sadece iki kişiyle karşılaşmaları oldu. Halbuki onlar az önce de söylediğimiz gibi, en azından 50 civarında bir insan topluluğu ile savaştıklarını sanıyorlardı.
İki şehidimizin naaşlarını, silahlarını ve arabayı alarak şehre götürdüler. Ama korkulan henüz geçmemişti. Avustralyalı askerler günlerce dağlarda başka Türk var mı diye aramalar yaptılar. Ama aradan geçen uzun zamana rağmen hiçbir şey bulamadılar. Molla Abdullah'ın üzerinden 'Bu yaptığımızı Allah ve Sultanımız adına yapıyoruz. Cihadımız hak yolunadır. Ne yaptığımızı bir biz, bir de Allah biliyor.' Yazılı bir kağıt parçası çıktı. Avustralya'da haftalarca kahraman şehitlerimiz ve onların cesaretleri konuşuldu.
Bu hadise Avustralya tarihine 'Broken Hills Savaşı' olarak geçti. Bu iki şehidimizin mezarları bu gün bilinmiyor ama arabaları, silahlan ve bayrakları bir müzede saklanıyor. Büyük bir askeri birliğe karşı verdikleri mücadelede siper olarak kullandıkları kaya da bugün Türk Kayası' olarak adlandırılıyor. Ve geriye kalan ise bizlerin bu olaya bakarak alacağı ibrettir. Dünyanın bir ucunda Allah'a ve sultana olan bağlılıktan ve vatan sevgileri ile bir devlete kafa tutabilen bu insanlar acaba bu cesareti nereden bulmuşlardı? İşte haftalarca yabancı basın bu sorunun cevabını aradı.