İşte Türkiye
Kurallarıyla oynanmayan bir demokrasi oyunu
Zorunlu bir ayrılık oldu. Bir aya yakın bir zaman yazamadım, istedim ama teknik olanaksızlık yüzünden olmadı. Birlikte olmaktan büyük mutluluk duyduğumu belirterek başlamak istiyorum.
Yazamadığım zaman dilimi içerisinde Türkiye kendine özgü olaylarla çalkalanıp durdu. Normal bir demokratik ülkede hükümetleri yerinden edecek çaptaki olaylar, sadece konuşuldu, nedenler araştırılmadığı gibi sonuçlar da, eğer ulaşılmışsa kamuoyuna açıklanmadı. Kurallarıyla oynanmayan bir demokrasi oyunu sürdürülüp götürülüyor. Güya demokratik bir ülkede, bir hukuk devletinde yaşıyoruz. Şöyle bir düşünün: Hangi demokratik ve hukuk devleti olduğunu iddia eden bir ülkede son bir ayda yaşanan şu olaylar yaşanır? Ya da demokratik ve hukuk devleti olduğunu iddia eden hangi ülkede bir bakan kendi ülkesini yabancılara jurnal ve şikayet eder, sonra başbakanı ona sahip çıkar? Ya da demokratik ve hukuk devleti olduğunu iddia eden hangi ülkede, iktidar kendi yargısını yabancılara şikayet eder? Yargının sesini kısmak için yargı mensuplarını tehdit eder? Bütün bunlar bu ülkede oluyor ve iktidarı ile muhalefeti el ele vererek olmayan demokrasiyi, yok edilen hukuk devletini koruduklarını ilan ediyorlar. Olmayan bir şey nasıl korunur, onu da anlamak mümkün değil, ama koruyorlar işte ve arada bir de “Yaşasın demokrasi!” çığlıkları atıyorlar.
İktidar partisi olan AKP’ye, Cumhuriyet Başsavcısının talebi üzerine daha önce bir çok partiye açıldığı gibi, Anayasa Mahkemesi’nde kapatma davası açıldı. Normal bir hukuki süreç başlatıldı. Hukuki süreç başlar başlamaz, başta AKP yöneticileri olmak üzere, iktidarın nimetlerinden yararlanan kim varsa, Şeriatçı ve Kürtçü basın, dönmeler ve dönekler medyası, MÜSİAD, TÜSİAD, demokrat ve liberal geçinen sözde aydın ve enteller Bremen mızıkacıları gibi bir koro meydana getirdiler ve hep bir ağızdan, davanın açılmasını sağlayan Başsavcıya ve davanın açılmasını kabul eden Anayasa Mahkemesi üyelerine verip veriştirmeye başladılar. Bir müddet sonra koroyu, seslerini yeterince duyuramadıkları için olacak, genişletmeye karar verdiler ve ABD ve AB’ye kendi ülkelerinin yargısını şikayet ettiler. Her olumsuzluğumuzda içişlerimize karışmayı adet edinen AB ve ABD de, bağımsız Türk yargısını tehdit eder şekilde açıklamalarla koroya katıldı. Onlar koroya katılır da Kuzey Irak’takiler durur mu? Onlar da; “Demokrasilerde parti kapatılamaz” fetvası ile koroya iştirak ettiler. Fener Rum Patriği, Ermeni Patriği de koroya destek mesajları yayınladılar.
Bu muhteşem Bremen mızıkacıları korosu, Türk yargısını etkilemek için her yolu denemeye başladılar. Önceleri yumuşak sayılabilecek bir üslupla, demokratik ülkelerde partilerin kapatılmadığını söylediler. Sonra dozajı biraz daha artırarak; “Demokrasilerde parti kapatılamaz” demeye başladılar. AB’den gelen sesler tehdit boyutlarına ulaştı: “AKP’yi kapatırsanız, sizi AB’ye almayız!”
Vay sen misin böyle bir açıklama yapan?
Bu muhteşem Bremen mızıkacıları korosu halen görevini en üst düzeyde sürdürüyor ve yargıyı etkilemeye çalışıyor. Yargı mensuplarına hakaretlere varan yayınlar devam ediyor. Bu arada, yargıyı etkilemeye yönelik yayınlara bir uyarı ve kendilerine yöneltilen suçlamalara yanıt olmak üzere Yargıtay Başkanlığı bir açıklama yapmak zorunluluğunu duyuyor. Vay sen misin böyle bir açıklama yapan? Başbakandan Adalet Bakanına ve AKP Genel Başkan Yardımcılarına kadar herkes açıyor ağzını yumuyor gözünü… Ağızlarına ne gelirse söylüyorlar, kaşının üstünde gözün var demeden, darbe üstüne darbe indiriyorlar. En ilginç sözleri de hükümetin başı söylüyor: “…Bu yaptıkları yargıya müdahale etmektir, yargıyı etkilemeye çalışmaktır…” Dikkat ediniz, bu sözlerin sahibi Başbakandır. Demokratik ilkelere ve hukuk devleti kurallarına en çok inanması gereken şahıstır.
Şimdi, neden olmayan demokrasi dediğimi anladınız mı? Dava açıldığı günden beri, Bremen mızıkacılarının gazetelerinde, dergilerinde yazdıkları, televizyon ekranlarında söyledikleri, Lagendijk’in, Barroso’nun, Oli Rehn’in açıklamaları, “yargıya müdahale etmek, yargıyı etkilemeye çalışmak” olmuyor da, yüksek yargı mensuplarının uyarısı ve kendilerini savunması “ yargıya müdahale etmek ve yargıyı etkilemek” oluyor! Bu nasıl oluyor? Bu, olmayan demokrasiden dolayı oluyor. Yani, bana yararı olan her şey demokratiktir, bana zararı olan her şey antidemokratiktir. Bu demokraside ölçü, kâr-zarar hesabına kilitlenmiştir. AKP, kendisi zarar göreceği için Türk yargısını AB’ye şikayet etmiştir. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin ve Türk yargısının itibarı onuru ayaklar altına alınıyormuş, kimin umurunda? Varsa yoksa AKP… Ama şunu hiç düşünemiyorlar: Türkiye Cumhuriyeti olmazsa AKP’de olmayacak. AKP’nin var oluş nedeni Türkiye Cumhuriyeti Devleti’dir. Bunu ya anlamıyorlar, ya da bizim bilmediğimiz başka hesapları var.
Kendi ülkesini yabancılara şikayet eden ilk bakan
Dışişleri Bakanı, müstakbel Başbakan, AB Parlamenterler Komisyonu’nda yaptığı açıklama ile hem oturduğu koltuğa, hem de müstakbel koltuğuna ne kadar yakıştığını cümle aleme gösterdi. Artık zannedersem önü oldukça açıldı. Hani hatırlarsınız, bir Pamuk Efendimiz var. Bir gün Pamuk Efendi üzerine vazifeymiş gibi “kimsenin söylemeye cesaret edemediği” –sanki dünyanın en cesur adamıymış pozlarında- şeyler söylemişti de, biz; “Eh, bunları söyledi ya, artık önü açılmıştır” demiştik. Nobel Edebiyat Ödülü’nü verdikleri zaman, önünün ne kadar açıldığını görmüştük. Şimdi, siz siz olun, Dışişleri Bakanının bu sözlerini unutmayın. Bir yerlere getirildiği zaman bu sözlerini hatırlayın!
Dışişleri Bakanının; “Sadece gayri Müslimler değil, tüm Müslümanlar da dini yükümlülüklerini yerine getirirlerken sıkıntı yaşıyorlar” şeklindeki sözlerine Başbakan da destek verdi ve Dışişleri Bakanını yaptığı bu açıklamadan dolayı adeta kutladı. Dışişleri Bakanı da, sözlerinin arkasında olduğunu söyleyerek yaptığı açıklamanın doğru olduğunu onayladı.
Şimdi bizler, onlar gibi düşünmeyen en az kırk milyon insan, her ikisinden de “ne demek istediklerini” açıklamalarını bekliyoruz. Bu ülkede kimler, hangi dini vecibelerini yerine getirirken, hangi sıkıntıları çekiyor? Namaz kılarken, oruç tutarken, hacca giderken ya da zekat verirken bu ülkenin Müslüman vatandaşları hangi sıkıntıları çekiyorlar? Daha açık sorayım: Eğitim kurumlarına ve devlet dairelerine türban ile girme yasağının dışında (bu da laik devletin gereğidir ve bütün Avrupa ülkelerinde de böyledir) ülkemizde dini vecibelerini yerine getirmek isteyen Müslümanlar hangi sıkıntıları yaşıyorlar? Bu soruların muhatapları, o sözleri söyleyen ve ona destek verendir. Yanıt alıncaya kadar bu sorular bu sütunlarda olacaktır.
Hangi demokratik ülkenin bir bakanı, kendi ülkesindeki bir uygulamayı, velev ki yanlış dahi olsa (düzeltmek görevi olduğu için) yabancılara şikayet eder? Dünya üzerinde böyle bir ülke ve böyle bir bakan var mı? Doğrusu merak ediyorum. Eğer yoksa -ki olduğuna asla inanmıyorum- bizim Babacan bakanımız, kendi ülkesini yabancılara şikayet eden ilk bakan olarak tarihe geçmiştir.
Deniz bitti, kara göründü
Son bir ayın dikkate değer olaylarından birisi de arka arkaya yapılan zamlar oldu. Aldıkları borçlarla ekonomiyi yönettiklerini zannedenler, borç ve yağma Hasan’ın böreği gibi dağıttıkları millet mallarının gelirleri ile bir müddet işi idare ettiler. Ama satacak bir şey kalmayınca deniz bitti ve kara göründü. Birkaç yıldır; “Biz eskiler gibi zam yapmıyoruz, çünkü ekonomiyi iyi yönetiyoruz” diyorlardı. Şimdi bir biri arkasına, hem de beş yılın acısını çıkarır gibi zamlar gelmeye başladı. Elektrikten doğalgaza, demirden çimentoya, petrolden petrol ürünlerine, ekmeğe, çaya, şekere kadar yağmur gibi zam yağdı. Ama hiç biri ortalığa çıkıp da; “Ekonomi iyi yönetilmiyor” demiyor. Zam yokken iyi yönetiliyordu ise, zam olduğunda kötü yönetiliyor demektir. Bunu da söylemek erdem ister değil mi?
Deniz bitti, kara göründü… Bundan sonrası kesinlikle bugünü aratacaktır. İyi yönetilmeyen bir ekonominin geleceği nokta elbette burası olacaktı ve oldu da…Bundan sonra zam haberlerini her gün duyacağız. Çünkü bunların öncekilerden hiçbir farkı yoktu. Öncekiler de bunlar gibi IMF ve Dünya Bankası’nın önerileri ile ekonomiyi yönetiyorlardı. 2002 krizinden sonra nisbi bir iyileşme yaşanırken iktidar olmaları kendileri açısından bir şanstı ve bu şansı da bugüne kadar kullandılar. Şimdi, bunlar da öncekiler gibi tıkanma noktasına geldiler. Yani, IMF ve Dünya Bankası ile buraya kadar… Atatürk döneminin milli ekonomisi uygulanmadıkça, bu sistemden bir şeyler umut etmek, gökten altın yağmasını beklemek kadar boş bir hayaldir. O politikayı da ancak Atatürkçü, devrimci ve antiemperyalist bir parti uygulayabilir. Şu anda böyle bir parti var mı? Yok! Ama yakın bir gelecekte böyle bir parti Türk siyasi hayatında yerini alacaktır. Hazırlıklar sürüyor, biraz daha sabır…
Ayrı kaldığımız bir aylık zaman içinde oluşan ve her biri için onlarca makale yazılabilecek olaylara kısa başlıklar altında dokunmaya ve görüşlerimizi açıklamaya çalıştık. Daha elbette birçok önemli olay var. Ama bir makaleye ancak bu kadarını sığdırabildik. Bundan sonra gündemi daha yakından takip ederek yazmaya devam edeceğiz. Her yaptığımız şeyin; Atatürkçü, tam bağımsız ve antiemperyalist bir Türkiye için yapıldığını asla unutmayalım. Ve bu çabalara, bu çalışmalara maddi ve manevi destek verelim. Sizlerin desteği, bizim gücümüzdür. Birlikte daha aydınlık, daha güzel yarınlara...
kaynak: http://turksolu.org/190/adiguzel190.htm
Kurallarıyla oynanmayan bir demokrasi oyunu
Zorunlu bir ayrılık oldu. Bir aya yakın bir zaman yazamadım, istedim ama teknik olanaksızlık yüzünden olmadı. Birlikte olmaktan büyük mutluluk duyduğumu belirterek başlamak istiyorum.
Yazamadığım zaman dilimi içerisinde Türkiye kendine özgü olaylarla çalkalanıp durdu. Normal bir demokratik ülkede hükümetleri yerinden edecek çaptaki olaylar, sadece konuşuldu, nedenler araştırılmadığı gibi sonuçlar da, eğer ulaşılmışsa kamuoyuna açıklanmadı. Kurallarıyla oynanmayan bir demokrasi oyunu sürdürülüp götürülüyor. Güya demokratik bir ülkede, bir hukuk devletinde yaşıyoruz. Şöyle bir düşünün: Hangi demokratik ve hukuk devleti olduğunu iddia eden bir ülkede son bir ayda yaşanan şu olaylar yaşanır? Ya da demokratik ve hukuk devleti olduğunu iddia eden hangi ülkede bir bakan kendi ülkesini yabancılara jurnal ve şikayet eder, sonra başbakanı ona sahip çıkar? Ya da demokratik ve hukuk devleti olduğunu iddia eden hangi ülkede, iktidar kendi yargısını yabancılara şikayet eder? Yargının sesini kısmak için yargı mensuplarını tehdit eder? Bütün bunlar bu ülkede oluyor ve iktidarı ile muhalefeti el ele vererek olmayan demokrasiyi, yok edilen hukuk devletini koruduklarını ilan ediyorlar. Olmayan bir şey nasıl korunur, onu da anlamak mümkün değil, ama koruyorlar işte ve arada bir de “Yaşasın demokrasi!” çığlıkları atıyorlar.
İktidar partisi olan AKP’ye, Cumhuriyet Başsavcısının talebi üzerine daha önce bir çok partiye açıldığı gibi, Anayasa Mahkemesi’nde kapatma davası açıldı. Normal bir hukuki süreç başlatıldı. Hukuki süreç başlar başlamaz, başta AKP yöneticileri olmak üzere, iktidarın nimetlerinden yararlanan kim varsa, Şeriatçı ve Kürtçü basın, dönmeler ve dönekler medyası, MÜSİAD, TÜSİAD, demokrat ve liberal geçinen sözde aydın ve enteller Bremen mızıkacıları gibi bir koro meydana getirdiler ve hep bir ağızdan, davanın açılmasını sağlayan Başsavcıya ve davanın açılmasını kabul eden Anayasa Mahkemesi üyelerine verip veriştirmeye başladılar. Bir müddet sonra koroyu, seslerini yeterince duyuramadıkları için olacak, genişletmeye karar verdiler ve ABD ve AB’ye kendi ülkelerinin yargısını şikayet ettiler. Her olumsuzluğumuzda içişlerimize karışmayı adet edinen AB ve ABD de, bağımsız Türk yargısını tehdit eder şekilde açıklamalarla koroya katıldı. Onlar koroya katılır da Kuzey Irak’takiler durur mu? Onlar da; “Demokrasilerde parti kapatılamaz” fetvası ile koroya iştirak ettiler. Fener Rum Patriği, Ermeni Patriği de koroya destek mesajları yayınladılar.
Bu muhteşem Bremen mızıkacıları korosu, Türk yargısını etkilemek için her yolu denemeye başladılar. Önceleri yumuşak sayılabilecek bir üslupla, demokratik ülkelerde partilerin kapatılmadığını söylediler. Sonra dozajı biraz daha artırarak; “Demokrasilerde parti kapatılamaz” demeye başladılar. AB’den gelen sesler tehdit boyutlarına ulaştı: “AKP’yi kapatırsanız, sizi AB’ye almayız!”
Vay sen misin böyle bir açıklama yapan?
Bu muhteşem Bremen mızıkacıları korosu halen görevini en üst düzeyde sürdürüyor ve yargıyı etkilemeye çalışıyor. Yargı mensuplarına hakaretlere varan yayınlar devam ediyor. Bu arada, yargıyı etkilemeye yönelik yayınlara bir uyarı ve kendilerine yöneltilen suçlamalara yanıt olmak üzere Yargıtay Başkanlığı bir açıklama yapmak zorunluluğunu duyuyor. Vay sen misin böyle bir açıklama yapan? Başbakandan Adalet Bakanına ve AKP Genel Başkan Yardımcılarına kadar herkes açıyor ağzını yumuyor gözünü… Ağızlarına ne gelirse söylüyorlar, kaşının üstünde gözün var demeden, darbe üstüne darbe indiriyorlar. En ilginç sözleri de hükümetin başı söylüyor: “…Bu yaptıkları yargıya müdahale etmektir, yargıyı etkilemeye çalışmaktır…” Dikkat ediniz, bu sözlerin sahibi Başbakandır. Demokratik ilkelere ve hukuk devleti kurallarına en çok inanması gereken şahıstır.
Şimdi, neden olmayan demokrasi dediğimi anladınız mı? Dava açıldığı günden beri, Bremen mızıkacılarının gazetelerinde, dergilerinde yazdıkları, televizyon ekranlarında söyledikleri, Lagendijk’in, Barroso’nun, Oli Rehn’in açıklamaları, “yargıya müdahale etmek, yargıyı etkilemeye çalışmak” olmuyor da, yüksek yargı mensuplarının uyarısı ve kendilerini savunması “ yargıya müdahale etmek ve yargıyı etkilemek” oluyor! Bu nasıl oluyor? Bu, olmayan demokrasiden dolayı oluyor. Yani, bana yararı olan her şey demokratiktir, bana zararı olan her şey antidemokratiktir. Bu demokraside ölçü, kâr-zarar hesabına kilitlenmiştir. AKP, kendisi zarar göreceği için Türk yargısını AB’ye şikayet etmiştir. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin ve Türk yargısının itibarı onuru ayaklar altına alınıyormuş, kimin umurunda? Varsa yoksa AKP… Ama şunu hiç düşünemiyorlar: Türkiye Cumhuriyeti olmazsa AKP’de olmayacak. AKP’nin var oluş nedeni Türkiye Cumhuriyeti Devleti’dir. Bunu ya anlamıyorlar, ya da bizim bilmediğimiz başka hesapları var.
Kendi ülkesini yabancılara şikayet eden ilk bakan
Dışişleri Bakanı, müstakbel Başbakan, AB Parlamenterler Komisyonu’nda yaptığı açıklama ile hem oturduğu koltuğa, hem de müstakbel koltuğuna ne kadar yakıştığını cümle aleme gösterdi. Artık zannedersem önü oldukça açıldı. Hani hatırlarsınız, bir Pamuk Efendimiz var. Bir gün Pamuk Efendi üzerine vazifeymiş gibi “kimsenin söylemeye cesaret edemediği” –sanki dünyanın en cesur adamıymış pozlarında- şeyler söylemişti de, biz; “Eh, bunları söyledi ya, artık önü açılmıştır” demiştik. Nobel Edebiyat Ödülü’nü verdikleri zaman, önünün ne kadar açıldığını görmüştük. Şimdi, siz siz olun, Dışişleri Bakanının bu sözlerini unutmayın. Bir yerlere getirildiği zaman bu sözlerini hatırlayın!
Dışişleri Bakanının; “Sadece gayri Müslimler değil, tüm Müslümanlar da dini yükümlülüklerini yerine getirirlerken sıkıntı yaşıyorlar” şeklindeki sözlerine Başbakan da destek verdi ve Dışişleri Bakanını yaptığı bu açıklamadan dolayı adeta kutladı. Dışişleri Bakanı da, sözlerinin arkasında olduğunu söyleyerek yaptığı açıklamanın doğru olduğunu onayladı.
Şimdi bizler, onlar gibi düşünmeyen en az kırk milyon insan, her ikisinden de “ne demek istediklerini” açıklamalarını bekliyoruz. Bu ülkede kimler, hangi dini vecibelerini yerine getirirken, hangi sıkıntıları çekiyor? Namaz kılarken, oruç tutarken, hacca giderken ya da zekat verirken bu ülkenin Müslüman vatandaşları hangi sıkıntıları çekiyorlar? Daha açık sorayım: Eğitim kurumlarına ve devlet dairelerine türban ile girme yasağının dışında (bu da laik devletin gereğidir ve bütün Avrupa ülkelerinde de böyledir) ülkemizde dini vecibelerini yerine getirmek isteyen Müslümanlar hangi sıkıntıları yaşıyorlar? Bu soruların muhatapları, o sözleri söyleyen ve ona destek verendir. Yanıt alıncaya kadar bu sorular bu sütunlarda olacaktır.
Hangi demokratik ülkenin bir bakanı, kendi ülkesindeki bir uygulamayı, velev ki yanlış dahi olsa (düzeltmek görevi olduğu için) yabancılara şikayet eder? Dünya üzerinde böyle bir ülke ve böyle bir bakan var mı? Doğrusu merak ediyorum. Eğer yoksa -ki olduğuna asla inanmıyorum- bizim Babacan bakanımız, kendi ülkesini yabancılara şikayet eden ilk bakan olarak tarihe geçmiştir.
Deniz bitti, kara göründü
Son bir ayın dikkate değer olaylarından birisi de arka arkaya yapılan zamlar oldu. Aldıkları borçlarla ekonomiyi yönettiklerini zannedenler, borç ve yağma Hasan’ın böreği gibi dağıttıkları millet mallarının gelirleri ile bir müddet işi idare ettiler. Ama satacak bir şey kalmayınca deniz bitti ve kara göründü. Birkaç yıldır; “Biz eskiler gibi zam yapmıyoruz, çünkü ekonomiyi iyi yönetiyoruz” diyorlardı. Şimdi bir biri arkasına, hem de beş yılın acısını çıkarır gibi zamlar gelmeye başladı. Elektrikten doğalgaza, demirden çimentoya, petrolden petrol ürünlerine, ekmeğe, çaya, şekere kadar yağmur gibi zam yağdı. Ama hiç biri ortalığa çıkıp da; “Ekonomi iyi yönetilmiyor” demiyor. Zam yokken iyi yönetiliyordu ise, zam olduğunda kötü yönetiliyor demektir. Bunu da söylemek erdem ister değil mi?
Deniz bitti, kara göründü… Bundan sonrası kesinlikle bugünü aratacaktır. İyi yönetilmeyen bir ekonominin geleceği nokta elbette burası olacaktı ve oldu da…Bundan sonra zam haberlerini her gün duyacağız. Çünkü bunların öncekilerden hiçbir farkı yoktu. Öncekiler de bunlar gibi IMF ve Dünya Bankası’nın önerileri ile ekonomiyi yönetiyorlardı. 2002 krizinden sonra nisbi bir iyileşme yaşanırken iktidar olmaları kendileri açısından bir şanstı ve bu şansı da bugüne kadar kullandılar. Şimdi, bunlar da öncekiler gibi tıkanma noktasına geldiler. Yani, IMF ve Dünya Bankası ile buraya kadar… Atatürk döneminin milli ekonomisi uygulanmadıkça, bu sistemden bir şeyler umut etmek, gökten altın yağmasını beklemek kadar boş bir hayaldir. O politikayı da ancak Atatürkçü, devrimci ve antiemperyalist bir parti uygulayabilir. Şu anda böyle bir parti var mı? Yok! Ama yakın bir gelecekte böyle bir parti Türk siyasi hayatında yerini alacaktır. Hazırlıklar sürüyor, biraz daha sabır…
Ayrı kaldığımız bir aylık zaman içinde oluşan ve her biri için onlarca makale yazılabilecek olaylara kısa başlıklar altında dokunmaya ve görüşlerimizi açıklamaya çalıştık. Daha elbette birçok önemli olay var. Ama bir makaleye ancak bu kadarını sığdırabildik. Bundan sonra gündemi daha yakından takip ederek yazmaya devam edeceğiz. Her yaptığımız şeyin; Atatürkçü, tam bağımsız ve antiemperyalist bir Türkiye için yapıldığını asla unutmayalım. Ve bu çabalara, bu çalışmalara maddi ve manevi destek verelim. Sizlerin desteği, bizim gücümüzdür. Birlikte daha aydınlık, daha güzel yarınlara...
kaynak: http://turksolu.org/190/adiguzel190.htm