- Katılım
- 23 May 2010
- Mesajlar
- 10,583
- Reaction score
- 0
- Puanları
- 0
İşiniz iyi maşallah, peki içiniz?
[SIZE=+0]"Zihnimiz, zihniyetimiz değişince, ister istemez dilimiz de değişiyor" demiş; bu nedenle de dünkü yazımızda ’muvaffakiyet’ ile ’başarı’ sözcükleri arasında bir karşılaştırma yapmıştık.
Muvaffakiyet "başarıya erdirilmiş olmak" demek, ’başarı’ ise, "baş olmak, başa ermek, başa varmak" demek. Bir kişinin muvaffak olduğunu söylediğimizde, onun başarıya erdiğini değil, aksine başarıya erdirildiğini, başarılı kılındığını söylemiş oluruz; başarılı olduğunu söylediğimizdeyse, tam aksini.
Eskiden kitapların önsözleri, meâlen "Gayret ve çaba bizden, tevfik Allah’tan!" cümlesiyle sona ererdi. Yani müellif demek isterdi ki: "Ben doğruya ulaşmak için elimden geleni yaptım, ama beni bu konuda başarıya ulaştıracak, başarılı kılacak olan O’dur; başarıya ermek benim elimde değil; erdirecek olan O’dur!"
Sanırım burası açık.
Açık olmayan şurası: Mutluluk, nasıl oluyor da başarıya tercih edilebilecek bir mahiyet taşıyor?
Nedir şu mutluluk, ki kendisine yöneldiğimiz takdirde, siz, başarıyı, başarılı olmayı önemsemeyebileceğimizi söylüyorsunuz?
Şöyle düşünelim:
Derslerinde iyi notlar alan veya işinde çalışkanlığıyla, yeteneğiyle yukarılara tırmanmış olan ve fakat arkadaşları arasında şımarık, acımasız, kibirli davranışlarıyla sevilmeyen birini pekâlâ dışarıda ’başarılı’ sayabiliriz. Çünkü yaptığı işlerde o işlerin tepesine (başa) çıkmayı başarmıştır. Çıkabileceğinin alâmetleri belirmiştir en azından.
Peki içeride? Sanırım, keyfi ne kadar yerinde olursa olsun, böyle birinin aynı ’kötü’ davranışları tekrarladığı sürece, ’mutlu’ olamayacağı tahmininde bulunabiliriz.
Acaba arkadaşlarını (çevresini) kaybedeceği için mi?
Hayır! Hilim, merhamet, tevazu gibi insana özgü ’iyi’ vasıfları baştan kaybettiği/kaybedeceği için. Dahası, bu yoksunluk, o kişiyi, sadece arkadaşlarıyla değil, ailesiyle, eşiyle, çocuklarıyla olan münasebetlerinde de ’başarısız’ kılacağı için.
"İyi bir çocuk" olmak ile "başarılı bir çocuk" olmak arasındaki farkı da düşününüz isterseniz.
Sizce, hangisi mutluluğun hüznüne lâyıktır, başarılı olan mı, iyi olan mı?
Başarının size vereceği mükâfat en nihayet hazdır; iyiliğin mükâfatı ise, mutluluğun hüznü.
Başarınızın keyfini çıkarabilir ve fakat aynı zamanda mutsuzluktan neredeyse nefes alamayacak raddeye gelebilirsiniz.
Önemsemeniz gereken, gerçekte iyi olmak, iyiye uygun davranmaktır. Eğer muhakkak bir başarıdan söz edeceksek, bu başarı, her şeyden evvel iyi olmayı başarmaktır. İyi olamazsak, iyi olmayı başaramazsak, hiç kuşkusuz ki mutlu da olamayız. Hüzün bizden uzak olsun o zaman!
İyi olmak, erdemli olmakla mümkün. Erdemli olmaksa, itidal sahibi olmakla, ortayı bulmakla. Demek ki önce itidali arayacak, itidali buldukça erdeme yaklaşacak, hatta erdemli olacak; erdemli oldukça iyiliğe ulaşacak, iyi olmayı başarınca da mutluluğun hüznüne erişeceğiz.
Misâllerimin ve analizin seviyesini düşürdüğüm için mazur görülmeyi bekleyerek soruyorum:
— Başarı, bir itidalin ifadesi midir?
Küçük yaşlardan itibaren başarılı olmak zorunda bıraktıkları (aptalcasına yarışa soktukları) çocuklarının mizac ve karakter olarak itidallerini kaybetmelerine neden olan anne ve babalar, sonuç itibariyle, çocuklarını nasıl bir keşmekeşin içine atmış oluyorlar acaba?
İp atlamak veya seksek oynamak yerine odasına kapanıp gece gündüz demeden çalışan ve sonunda da matematik dersinden 10 alan bir kız çocuğu, belki okul ve iş hayatında başarılı olabilir; peki ya özel hayatında, iç dünyasında?
Sivilceleriyle (!) başa çıkamayan bir delikanlı, okul birincisi gelip başa erse, başarılı olsa n’olur, olmasa n’olur? Anne babanın vazifesi, çocuğa sadece dersleriyle (dışıyla) değil, sivilceleriyle (içiyle) de başa çıkmanın yollarını öğretmek; çocuklarının işleri kadar, onların içlerini de önemsemektir.
Ey talib! İnan ki hayat, böylesi başarıları küçümseyecek kadar uzun, hayatın cilveleriyse insanın başarılarına kanmayacak denli acımasız. Bu nedenle, özel hayatlarında mutsuz olan yetişkinlerin, iş hayatlarındaki başarılarıyla gözlerinin kamaşması bir hata; bu kamaşmayı güya "kutsal bir dâvâ" adına katmerleştirmen ise çok daha büyük bir hata.
En iyisi, "Nasib ya HU!" de, yola revan ol! Başarının canı cehenneme, sen asıl seni mutlu edecek hüznü ara!
Dücane CÜNDİOĞLU
[/SIZE]
[SIZE=+0]"Zihnimiz, zihniyetimiz değişince, ister istemez dilimiz de değişiyor" demiş; bu nedenle de dünkü yazımızda ’muvaffakiyet’ ile ’başarı’ sözcükleri arasında bir karşılaştırma yapmıştık.
Muvaffakiyet "başarıya erdirilmiş olmak" demek, ’başarı’ ise, "baş olmak, başa ermek, başa varmak" demek. Bir kişinin muvaffak olduğunu söylediğimizde, onun başarıya erdiğini değil, aksine başarıya erdirildiğini, başarılı kılındığını söylemiş oluruz; başarılı olduğunu söylediğimizdeyse, tam aksini.
Eskiden kitapların önsözleri, meâlen "Gayret ve çaba bizden, tevfik Allah’tan!" cümlesiyle sona ererdi. Yani müellif demek isterdi ki: "Ben doğruya ulaşmak için elimden geleni yaptım, ama beni bu konuda başarıya ulaştıracak, başarılı kılacak olan O’dur; başarıya ermek benim elimde değil; erdirecek olan O’dur!"
Sanırım burası açık.
Açık olmayan şurası: Mutluluk, nasıl oluyor da başarıya tercih edilebilecek bir mahiyet taşıyor?
Nedir şu mutluluk, ki kendisine yöneldiğimiz takdirde, siz, başarıyı, başarılı olmayı önemsemeyebileceğimizi söylüyorsunuz?
Şöyle düşünelim:
Derslerinde iyi notlar alan veya işinde çalışkanlığıyla, yeteneğiyle yukarılara tırmanmış olan ve fakat arkadaşları arasında şımarık, acımasız, kibirli davranışlarıyla sevilmeyen birini pekâlâ dışarıda ’başarılı’ sayabiliriz. Çünkü yaptığı işlerde o işlerin tepesine (başa) çıkmayı başarmıştır. Çıkabileceğinin alâmetleri belirmiştir en azından.
Peki içeride? Sanırım, keyfi ne kadar yerinde olursa olsun, böyle birinin aynı ’kötü’ davranışları tekrarladığı sürece, ’mutlu’ olamayacağı tahmininde bulunabiliriz.
Acaba arkadaşlarını (çevresini) kaybedeceği için mi?
Hayır! Hilim, merhamet, tevazu gibi insana özgü ’iyi’ vasıfları baştan kaybettiği/kaybedeceği için. Dahası, bu yoksunluk, o kişiyi, sadece arkadaşlarıyla değil, ailesiyle, eşiyle, çocuklarıyla olan münasebetlerinde de ’başarısız’ kılacağı için.
"İyi bir çocuk" olmak ile "başarılı bir çocuk" olmak arasındaki farkı da düşününüz isterseniz.
Sizce, hangisi mutluluğun hüznüne lâyıktır, başarılı olan mı, iyi olan mı?
Başarının size vereceği mükâfat en nihayet hazdır; iyiliğin mükâfatı ise, mutluluğun hüznü.
Başarınızın keyfini çıkarabilir ve fakat aynı zamanda mutsuzluktan neredeyse nefes alamayacak raddeye gelebilirsiniz.
Önemsemeniz gereken, gerçekte iyi olmak, iyiye uygun davranmaktır. Eğer muhakkak bir başarıdan söz edeceksek, bu başarı, her şeyden evvel iyi olmayı başarmaktır. İyi olamazsak, iyi olmayı başaramazsak, hiç kuşkusuz ki mutlu da olamayız. Hüzün bizden uzak olsun o zaman!
İyi olmak, erdemli olmakla mümkün. Erdemli olmaksa, itidal sahibi olmakla, ortayı bulmakla. Demek ki önce itidali arayacak, itidali buldukça erdeme yaklaşacak, hatta erdemli olacak; erdemli oldukça iyiliğe ulaşacak, iyi olmayı başarınca da mutluluğun hüznüne erişeceğiz.
Misâllerimin ve analizin seviyesini düşürdüğüm için mazur görülmeyi bekleyerek soruyorum:
— Başarı, bir itidalin ifadesi midir?
Küçük yaşlardan itibaren başarılı olmak zorunda bıraktıkları (aptalcasına yarışa soktukları) çocuklarının mizac ve karakter olarak itidallerini kaybetmelerine neden olan anne ve babalar, sonuç itibariyle, çocuklarını nasıl bir keşmekeşin içine atmış oluyorlar acaba?
İp atlamak veya seksek oynamak yerine odasına kapanıp gece gündüz demeden çalışan ve sonunda da matematik dersinden 10 alan bir kız çocuğu, belki okul ve iş hayatında başarılı olabilir; peki ya özel hayatında, iç dünyasında?
Sivilceleriyle (!) başa çıkamayan bir delikanlı, okul birincisi gelip başa erse, başarılı olsa n’olur, olmasa n’olur? Anne babanın vazifesi, çocuğa sadece dersleriyle (dışıyla) değil, sivilceleriyle (içiyle) de başa çıkmanın yollarını öğretmek; çocuklarının işleri kadar, onların içlerini de önemsemektir.
Ey talib! İnan ki hayat, böylesi başarıları küçümseyecek kadar uzun, hayatın cilveleriyse insanın başarılarına kanmayacak denli acımasız. Bu nedenle, özel hayatlarında mutsuz olan yetişkinlerin, iş hayatlarındaki başarılarıyla gözlerinin kamaşması bir hata; bu kamaşmayı güya "kutsal bir dâvâ" adına katmerleştirmen ise çok daha büyük bir hata.
En iyisi, "Nasib ya HU!" de, yola revan ol! Başarının canı cehenneme, sen asıl seni mutlu edecek hüznü ara!
Dücane CÜNDİOĞLU
[/SIZE]