çocuğumuzdan önce Kendimizi Yetiştirsek…?

Elensu

New member
Katılım
16 Mar 2006
Mesajlar
1,374
Reaction score
0
Puanları
0
çocuklara ölümü Nasil Anlatmali?

Çocuklara Ölümü Nasıl Anlatmalı?

Batı dünyasından elimize geçen ve ölümle alâkalı olan çeşitli yazılar, İslâmiyet’in her yaş grubu için ne kadar isabetli müjde ve telkinlerde bulunduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Batılı bir çocuk eğitimcisinin başından geçen çok enteresan bir olay, bu hakikate misâl olarak gösterilebilir.

Çocuklara Ölümü Yanlış Anlatmayın!

Bu eğitimcinin küçük yaştaki kızı, günün birinde, bir türlü yemek yemez olmuştur. Annesi çocuğa önce yemesi için yalvarmış, sonra zorlamışsa da fayda vermeyince acıkması için beklemiştir. Ancak aradan iki gün geçtiği halde küçük çocuk, ağzına bir lokma dahi koymamıştır. En nihayet annesi çok ısrar edince, çocukcağız ağlamaya başlar ve dilinden şu sözler dökülür:
-Ne olur anneciğim sen de yeme, çünkü seni çok seviyorum.

Annesi, neden yememesi gerektiğini sorduğunda küçük kız sebebini söyler ve anne hayretler içinde kalır. Meğer küçük kız ile babası arasında birkaç gün evvel şöyle bir konuşma cereyan etmiştir.
- Baba, niçin yemek yiyoruz?
- Büyümek için.
- Büyüyünce ne olacak?
- İhtiyarlayacağız.
- Peki ihtiyarladıktan sonra ne olacağız?
- Ne olacak, herkes gibi biz de öleceğiz...

O günden sonra çocuk yemek yememeğe karar vermiştir. Çünkü o, herkesin yemek yediği için öldüğünü zannedip; öyleyse yemek yemem; yemezsem büyümem, büyümeyince de ihtiyarlamam ve dolayısıyla ölmem diye düşünmektedir.

Tabii kendisi ölmek istemediği gibi, çok sevdiği annesinin de ölmesini istemiyor. Bu sebeple onun da yememesi için yalvarıp yakarıyor. Ve eğitimci bu hâdiseyi naklederek okuyucularına "Demek çocuklara, anlaşılması zor olan ölüm ve âhiret gibi mevzuları anlatmamalıyız" diyor. Bunu burada noktalayıp bir başkasına göz atalım.


Yanlış Bilgi, Kötü Sonuçtur

Doktor Di Freundin de, Readers Diegest adlı derginin bir sayısında "Çocuklara Ölümden Bahsetmeli mi?" konulu bir yazı yayınlar ve ölüm konusunda şu tavsiyelerde bulunur.

"Çocuğunuzun köpeği ölünce, derin bir uykuya daldığını, kardeşi, arkadaşı veya bir yakını ölünce de onların bir seyahate çıktığını söylersiniz" diyor.

Ancak birkaç gün sonra gelen yüzlerce mektupta; çocuğumuzu yatırıp uyutamıyoruz ve birlikte seyahate çıkamıyoruz. Çünkü köpeğinin ve arkadaşlarının başına gelen âkibetin, kendilerine de geleceğinden korkuyorlar, ne yapacağız, şaşkına döndük şeklinde birçok soru soruluyor.

Doktorun cevaben yazdığı yazı ise "Bu meseleyi fazla kurcalamakla hata ettik" şeklinde oluyor.

İşte bu cevaplar hiç şüphesiz çaresizliğin ve aczin, ilâhi esaslardan habersizliğin ifadesinden başka bir şey olmasa gerek. Demek ki, insan nevinin yarısını teşkil eden çocuklar, ancak ölüm sonrası bir hayat inancıyla insanca yaşayabilirler. Ve yalnız Cennet fikriyle onlara dehşetli ve ağlatıcı görünen ölümlere ve vefâtlara karşı dayanabilirler.

Ve her vakit etrafında kendi gibi çocukların ve büyüklerin ölümlerinin onların endişeli nazarlarına çarpmasına, ancak ebedi hayatın müjdesiyle tahammül edebilirler. Hem bunu tahmin etmek zor değildir. Çünkü çocuklar daha küçük yaşlardan başlayarak çeşitli ölüm-kalım tecrübeleriyle belirli bir ölçüde ölümle ilk karşılaşmaya doğru ilâhi bir programlama çerçevesinde hazırlanmaktadır.

Aydınlık ve karanlığın birbirini takibi, uyuma ve uyanık kalma dönemleri, çeşitli çocukluk oyunları ölüm ve hayat zıtlıkları şuurunu geliştirmekte, çocuk yavaş yavaş bazı şeylerin daimi ve düzenli bir şekilde gelip gittiğini, ister istemez öğrenmektedir.



Bize düşen ise en iyi ve realist telkini, ruha uygun olarak enjekte edebilmektir. Yeri gelmişken bu konuda da bazı tecrübe ve tespitlerin ışığında çocuktaki ölüm şuurunun kendini hangi yaşta gösterdiğine göz atalım.

Henüz 5 yaşına gelmemiş küçüklerin, ölümün varlığından bütünüyle habersiz ve her şeyin canlı olduğu, Macaristan, Çin, İsveç, A.B.D. doğumlu çocuklarda yapılan testlerde hepsinin aynı kavrayış şeklini paylaştığı görülmüştür.

Çocuklara gerçeklerin bizim inancımız doğrultusunda öğretilmesi, onların yavaş yavaş ölüm fikrini kabul etmelerine ve bu tutumlarının düşünce ve konuşmalarına yansımasına sebep olur.


En Çok 7 - 9 Yaşlarında Etkileniyorlar

Pedagog ve psikologlar tarafından yapılan araştırmalar, çocuğun ruhî dünyasının en çok sarsıldığı yaşların 7 ve 9 yaşları olduğunu ortaya koymuştur. Çünkü çocuğun ölümü ihtiva eden, ölü taklidi yapması gerektiren oyunlara merak sarması bu döneme rastlar. Ölü taklidinin yer aldığı oyunların oynanması, çocuğun ölüm düşüncesini hayatın içine yerleştirmesi açısından tesirli bir rol oynar. Bu dönemdeki çocukların çoğu ölümü, bütün hayatî faaliyetlerin süresiz olarak kesilmesi şeklinde benimserler.

Ünlü bir pedagog olan Carlos Costanetana'ya göre; çocuk ancak kendini doğrulayacak tasvirlere dayalı his ve müşahede tahlillerini yapabilecek duruma eriştiği bu yaştan itibaren, dünyayı ve hayatı tanımayı öğrenmiş ve dolayısıyla içinde yaşadığı cemiyetin bir üyesi olmağa hak kazanmış demektir.

Hiç şüphesiz insanlar içinde yapılan bu araştırmalarda mantık ölçülerine sığmayan tecrübe ve verilere de rastlamak mümkündür. Ancak yine de bunların hepsi bir araya geldiğinde şaşırtıcı bir şekilde birbiriyle uyum gösteren bir tablo meydana getirmektedir.


Ölüm Gerçeğini Anlatın

Başta zikrettiğimiz iki misalde olduğu gibi; susmak veya meseleyi örtbas etmeye çalışmak kime ne kazandırır? Aslında bizce hiç ehemmiyeti olmayan şeylerin dahi en ince noktalarını soran veya araştıran çocuk, nasıl olur da kendisini ve bütün yakınlarını alâkadar eden ölüm ve âhiret gibi mevzuları sormaz, araştırmaz?

Eğer siz ona "Ölüm yokluk değil!.. Hiçlik değil!.. Sönmek değil!.." hakikatini ve kabir kapısının nur âlemine açılan bir kapı olduğunu anlatamazsanız, çocuğun küçücük kalbi paramparça olacaktır. Oynamakta adi bir oyuncağı dahi elinden almaya çalıştığınızda ağlayan çocuk, eğer ahireti bilmezse, her gün beraber oynadıkları kardeşinin veya sevdiği bir yakınının birdenbire kaybolmasına nasıl tahammül edecektir?

Halbuki ruhu, "âhirete îman" nuruyla aydınlanan bir çocuğun çehresindeki hüzün ve ayrılık sisi dağılacak "Gerçi çok sevdiğim oyun arkadaşım veya kardeşim öldü ama Cennet’in bir kuşu oldu; orada bizden daha iyi yaşar. Hem nasıl olsa biz de O'nun yanına gideceğiz. Ölüm yok olmak değil ki üzüleyim. Ölüm sadece bir vatan değişikliğinden ibarettir." düşüncesi şuur ve hislerine akseder aksetmez, gözyaşları dinecek ve o küçücük kalbi huzur bulacaktır.

Yazımızı Prof. Dr. Atalay Yörükoğlu’nun ölüm ve çocuk konusundaki bir tavsiyesiyle bitirelim: “Çocuklar ölümle çok erken yaşlarda ilgilenmeye başlarlar. Öldükten sonra iyilerin cennete gideceğini öğrenmek onlar için çoğu zaman yatıştırıcı olur.

Sevdiği dedesi ölen bir küçük çocuk, bu gerçeği çok güzel dile getirmişti: ‘dedem beni bırakıp cennete gitti, orada başka çocuklarla oynuyor!..’

Yörükoğlu çocuğun bu durumuyla ilgili olarak anne ve babalara son tavsiyesi; onların sevdiği kişilerle bir öte dünyada buluşmak ümidini kırmayın şeklindedir.

Son olarak şunu da ifade edelim ki; ölüm meselesini çocuklara doğru biçimde anlatmanın yolu asıl biz büyüklerin onu doğru şekilde anlamamızdan geçer.


(Alinti)
 
Sevgili anne ve babalar; çocuklar çabuk büyüyor... Çocuklar büyüdükçe dertleri de büyüyor. Ve anne babanın şikayetleri başlıyor.

Şikayetler başlıyor, çünkü hızlı bir şekilde kontrolümüzden çıkıp değişikliklerini görüyoruz. Çocuklarımız, bizim gençliğimizde var olmayan bir yaşama biçiminin etkilerine giriyorlar. İstemediğimiz alışkanlıkları ediniyorlar. Yanlış arkadaşlıklar kuruyorlar.

Uyarıları, ricaları dikkate almıyorlar. Anne baba olarak bizi dinlemiyorlar. Tavırları zaman zaman saygısızlığa varıyor. Zaman zaman saldırganlaşıyorlar.

Biliyoruz ki; dünya imtihan dünyası. Bazılarımız servetle, şöhretle imtihan olurken, bazılarımız da çocuklarımızla imtihan oluyoruz.
Türkiye’de çocuk yetiştirmek zor zenaat. Annelik zor, babalık zor. Bir yerlerde yapılan küçük bir hatanın faturası çok ağır olabiliyor. Yine de işin hemen hemen bütün yükü ailelere, özellikle de anne babalara düşüyor. Anne baba olarak bu kutsal yükü kaldırmak zorundayız. Çünkü söz konusu olan hem onların, hem de bizim geleceğimiz.

Çocuğunuza belli yaşlarda namaz kılmayı, Kuran okumayı öğretebilirsiniz. Namaz sureleri ile birlikte bir sürü de ilahi, ayet, hadis ezberletebilirsiniz. Ama onlara büyükleri saymayı, küçükleri sevmeyi öğretemezseniz, milli ve manevi değerleri veremezsiniz, tarihiyle bütünleştiremezseniz, imandaki huzurun yanı sıra, inanmanın mantığını kavratamazsanız, çocuk, belli yaşlarda yalpalamaktan kurtulamayacaktır.

Bu da çocuğun geleceği açısından önemli bir tehdit oluşturur. Çünkü o takdirde çocuk, sokağın, televizyonun, gazetenin, envay çeşit müstehcen yayınların, sorumsuz politikacıların ve ‘sanatçı’denilen kimselerin etkisine girer. (Gerçek sanatçıları tenzih ederiz) Hem kıbleden, hem aileden kopar, yozlaşır, tükenir...

Çocuğunuza kendi yaşantınızla örnek olamazsanız, milli-manevi değer ölçülerini veremezseniz, batılılaşma sürecinin toplumumuza bulaştırdığı tortulardan ve tereddütlerden koruyamazsınız.

Anne-baba olarak önce biz kendimizi eğitmeliyiz. Kendimizi yeterli hale getirmeliyiz. Kendimizi sürekli olarak eğiteceğiz. Televizyondan ziyade kitapla dost olacağız. İnanın kitap okumamak için uydurduğumuz bahanelerin hiçbiri geçerli değil. Ne kitapların fiyatı, ne zaman kıtlığı, ne şu, ne bu... Okumamanın mazereti olamaz. Unutmayalım, bahanelerimiz, çocuklarımızın geleceğini kurtarmaz.

Çocuk, babasının sırrı ve hususiyetlerinin sahibidir. Hayatı boyunca onun gözbebeği, ölümünden sonra da mevcudiyetini devam ettiren bir parçasıdır. Bütün hususiyetleri (iyi ve çirkinini) ondan âdeta miras yolu ile aktarır. Zira o, kalbinin bir parçasıdır. Bundan dolayı Allah-u Teâlâ, neseplerin korunmasını, neslin tevhid inancı üzere yetişmesini emretmiştir.

Bunun için aile halkına, özellikle yeni yetişen çocuklara her şeyden önce öğretilmesi gereken şey, iman esaslarıdır. Yani Allah'ın varlığı ve sıfatlarıyla tanıtılması, hiç bir şekilde O'nun ortağı yardımcısı olmadığı, insanların O'nun hükümleri, emir ve yasaklarına uygun yaşaması gerektiği inancıdır. Yaş ve idrak yönüyle bir şeyler öğrenme durumuna gelen bir çocuğa, öncelikle bu inanç kazandırılmalıdır. Nitekim bir çok rivayetlerde Resûlullah (s.a.s.) Efendimiz çocuk konuşmaya başlar başlamaz ona tevhîdi (Lailahe illellah Muhammedun Rasulullah) öğretmemizi buyurmuştur.

Çocuğun ilk öğrendiği konuların başında, Allah-u Zülcelal’in onu gördüğü, bildiği ve onunla beraber olduğu gerçeğidir. Daimi olarak çocuğu Allah ile irtibatlandıracak bu görüş ve düşünüş sayesinde, Allah’a olan imanın tohumu da kalbe atılmış olur. Ayrıca, çeşitli vesilelerle korku duyan, güvensizlik sıkıntısı çeken çocuk için Allah’ın her an onunla beraber olması, önemli bir güven merkezi ve dayanağıdır.

Ebeveynin evlâda bırakacağı en güzel mirâs, hiç şüphesiz ki, onu güzel terbiye etmesidir (Tirmizî, Birr, 33). Güzel terbiye edilen çocuk, ebeveyni için âhiret mutluluğunun sebebidir. Ölen insanın amel defteri kapandığı halde Salih/iyi evlât bırakanın defteri kapanmaz; onun yaptığı hayırlı işlerden ebeveyn de mutlak fayda görür (Müslim, V, 73; Ahmed b. Hanbel, IV, 105).



TAVSİYELER

- Çocuğunuzu kendinize düşman etmek istemiyorsanız, bir başarısızlığından sonra “Ben sana demedim mi?” demeyin.
- Çocuğunuza emir vermeyin. Ondan isteyin.
- Haksızlığa uğradığınız bir yerde, hakkınızı arayış biçiminize çocuğunuzun tanık olmasını sağlayın. Ona kavga etmeden ve bağırmadan haksızlıklara karşı çıkmanın mümkün olduğunu gösterin.
- Çocuğunuzu dinlerken, mutlaka yüzüne bakın ve onunla göz teması halinde olun. Kendisine önem verildiğini hissedecektir.
- Çocuklarla anlaşmanın en iyi yolu, onlara iyi niyetle yaklaşmaktır.
- Çocuğunuzla aranızdaki duygusal çatışma, istemediğiniz boyutlara varıyorsa, “Kimin haklı olduğunu” düşünmek yerine, varmak istediğiniz amacı düşünün ve davranışınızı gözden geçirin.
- Bir tartışma sırasında asla birkaç sorunu birlikte çözmeye çalışmayın. Sorunları teker teker ele alın.


Küçük demeyin, terbiye beşikten başlar,
Hata, kızarak değil, öğreterek düzeltilir,
Düşünceler, inandırılarak benimsettirilir,
Aile içindeki geçimsizlik, çocuğu çok sarsar,
Her kötü hareketine, hep göz yumulmaz,
Aynı harekete bir iyi, bir kötü denilmez,
Çok sertlik gibi, çok şefkat de zararlıdır,
Hiçbir zaman onlara yalan söylenmez,
Sözünden çok, yaptığına değer verilir,
Kararlı olmak, çocuğu kötü hareketten korur,
Onun yanında başkaları çekiştirilmez,
Terbiyeden anne ve baba mesuldür,
Çocuklar hiçbir zaman kötülenmez,
Çocuğa verilen sözden dönülmez,
Onlar yalancılıkla asla suçlanmaz,
Sırlar onların yanında açıklanmaz,
Kibirlenmesine göz yumulmaz,
Samimi olduğunuza inandırılır,
Konuşmaktan ziyade yaşatılır,
Başkalarına yardıma alıştırılır,
Sabırlı olmasına alıştırılır,
Hayatın zorluğu öğretilir,
Her isteği yapılmaz.


(Alinti)M.Emin NEBIOGLU
 
Gerçekten önemli bir mesele,

Çocukların eğitimi daha anne karnında başlayan bir süreçtir.
Dikkat ederseniz psikologlar çocukların uyumlu ve kendisi ile barışık bir karaktere sahip olması için daha anne karnındayken onlara klaik batı müziği dinletilmesini tavsiye ediyor.

Benim önerim ise; anne karnındaki bebeğe beethoven yada bach değil, kur'an-ı kerim dinletmek. Müslümanlıkta ilkd oğan çocuğun bir kulağına ezan öbür kulağına kamet okunması aynı mantıkla gerçekleşen bir durum. O yüzden çocuğun doğumu beklenmemeli ve daha anne karnındayken ALLAH sevgisi aşılanmaya çalışılmalıdır.

Selam ve dua ile
 
İnsan kendini yetiştirse de bunu çocuklarına aktarması gerekir. Çok iyi yetişmiş insanlar da olsanız, bunları neslinize aktarmak ayrı bir meziyettir.

Öğretme işi başlıbaşına bir meziyettir. O yüzden herkes bi işi bilebilir öğrenebilir ama bu onun bu işi yada öğrendiğini iyi aktarabileceği yada anlatabileceği anlamına gelmez
 
günde 2 konudan fazla açmak yasak olduğundan konularını birleştirdim elensu emeğine sağlık güzel konular =)
 
gerçekten çok doğru bir yazı olmuş umarım çocuğumuz olduğu zaman burada okuduklarımız hatrmıda kalır
 
Geri
Üst