çikolata,kuru ekmek...

C€yL!nN

New member
Çikolata, kuru ekmek


Yepyeni bir haftanın ilk gününün sabahında bürosuna biraz sıkıntılı birazda mızmızlanarak girdi. Pazartesi sendromuyla ilgili yazıyı okudu okuyalı, Pazartesi sabahlarına takar olmuştu.

Sekreter, randevularını hatırlattı; gelen mektupları verdi. Gelenler arasında birde koli vardı. Koliyi açtı büyükçe bir çikolata, üstünde bir not ve birde mektup vardı.

Çikolatanın üzerindeki notu okudu “afiyetle yedikten sonra zarfı açın” kuşkuyla baktığı için çikolatayı yemeden zarfı açar açmaz iç kapakta şöyle yazıyordu: “önce çikolatayı yeyin demiştim.” Neler oluyordu… şaşırdı.

Çikolatayı açtı bildiği türden bir çikolataydı, kokladı ucundan küçük bir parça ısırdı.Sonra kedinden emin bir şekilde çikolatanın hepsini yedi.

Hemen zarfı tekrar aldı. İçindeki mektubu okudu.”Tadı çok güzel değil mi? Tekrar görüşeceğiz.” Başka bir şey yazmıyordu. Şaşırdı. Birazda şüpheler yumağında sorularla boğuşmaya başladı. Akşam oldu, bugün yaşadığı olayı düşünerek bürodan çıktı. Yolunun üstündeki marketlerden birine uğrayıp dünyalar tatlısı kızına bugün için istediği çikolatayı aldı. Akşam evde konuyu hiç açmadı. Sadece kızının dersleriyle ilgilendi. Okula dair sohbet ettiler.

Aradan iki gün geçti. Anormal hiçbir şey yoktu. Her şey yolundaydı. Üçüncü gün sabahı sekreter yine mektupları bıraktı önüne. Gözlerini irice pakete dikmiş, telaşla açıyordu bu sefer. Kuru bir dilim ekmek ve yine bir not vardı: “Önce kuru ekmek, sonra zarfı açın.”

“Eee! Sıktı ama! Ne bu şaka mı?” diye kendi kendine söylenip durdu. Ekmek kurumuştu. Eliyle zor böldü. Çok zor yedi. Kuru ekmek parçaları ağzının içini, boğazını adeta yırtmıştı.

Sinirli bir şekilde hızla zarfı açtı. “Demek çocuğuna en güzel çikolataları alıyorsun. Kuru ekmek acıtmış olmalı yerken!” Yoksa? Birden bire müthiş bir şok yaşadı. Kızının başına bir iş mi gelecekti? Kızına aldığı çikolatayı kim nerden bilebilirdi? Acaba işin içinde bir çete mi vardı? Kızından bahsedilmesi korkuttu onu.

Hemen saate baktı. Kızının okuldan çıkma vaktiydi. Sekretere acilen çıkması gerektiğini söyledi ve sekreterin şaşkın bakışları arasında hızla bürodan ayrıldı. Hiç böyle telaşlı ve stresli araba kullanmamıştı. Yol adeta uzadıkça uzuyor, Ankara’nın caddeleri daralıp, incecik sokaklara dönüşüyordu sanki.

Trafiğin ne kadar sıkıcı olduğunu, bürosuyla kızının okulu arasındaki yolun ne kadar uzun olduğunu sanki daha yeni hissediyordu. Dikmen, Atakule, Kızılay… Bütün hat uzamıştı. Yenimahalle’ye kestirme yoldan ulaşmayı tercih etti. Okulun kapısından girdi. Arabayı park etti. Tam arabadan çıkacakken zil çaldı. Elini kapı açma kolundan çekti. Çıkmayıp arabadan her şeyi takip etmeye karar verdi.okulun istinat duvarını, bütün çıkışlarını ve okul bahçesini çok net görebiliyordu. Gözleri tek tek çıkan çocuklar üzerinde kilitlenmiş, dört gözle kızının çıkmasını bekliyordu.

Telaşı, korkusu, endişesi had safhadayken kızı nihayet okuldan çıktı. Hemen koşup arabaya bindirsem diye düşündü ama eğer peşinde birileri varsa mutlaka izlemeliydi. O yüzden kızının servise binmesine engel olmadı.

Okul servisi önde,kendisi arabasında eve doğru gidiyorlardı. Bir müddet sonra oturdukları mahalleye ulaştılar. Kızı servis aracından indi. Elli metre ilerdeki evlerine doğru giderken, yol kenarında onu bekleyen aynı yaşlarda bir kıza bir şey verdi. Kızcağızın her halinden yoksul olduğu belliydi. Adamın kızından aldığı şeyi açtı ve yemeye başladı.

Adam, arabadan indi ve hayret dolu bakışlarla yanlarına geldi. Hem kendi kızı, hem de kız şaşırmıştı. Hiç beklemediği bir zamanda babasını karşısında gören kızı “Ne işin var baba bu saatte?” der gibi şaşkın şaşkın bakıyordu.Yoksul kız başı önüne eğik, utangaç bir halde geri dönüp gitti. Her ikisi de tek kelime etmedi. Babası, “Hadi kızım eve gidelim ve bu meseleyi evde konuşalım.” Demese, kızı oracıkta öylece kalacaktı.

Evde kızın odasına girip oturdular. Adam şefkat dolu bakışlarla kızının saçlarını sıvazladı ve yanağına iki öpücük kondurdu. “Hadi anlat bakalım!” dedi küçük bir gülümsemeyle. Küçük kız, çekingen bir tavırla;

“Babacığım; o küçük kızla geçen günlerde okul dönüşünde, bizi gördüğün yerde karşılaştık. Hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Babasını işten çıkarmışlar o da buna çok üzülüyordu. Ben de üzüntüsünü hafifletmek için bana aldığın çikolatayı çantamdan çıkartıp ona verdim. O kadar sevindi ki, beni öpüp sevinçle uzaklaştı. Sonraki günlerde de her gün karşılaştık ve her gün çikolatamı onunla paylaştım. İçimden sana bu mektubu yazmak geldi. Onlara yardım etmeliydik. Bunu sana etkili bir biçimde anlatmak için de böyle bir yola başvurdum. “Çikolata biziz baba, kuru ekmek ise onlar!” dedi.

Adam buğulu gözlerle kızını dinledikten sonra onu bağrına bastı, saçlarını öptü. Böyle bir evlât nasip ettiği için Allah’a şükretti. Ne kadar şanslı bir babayım, dedi. Paketleri aldığı zamanki korku ve endişelerine güldü.

Büronun yeni hizmetlisi,utangaç bir edâ ile makamına girdi. “Beyefendi çok teşekkür ederim. Allah ne muradın varsa versin, sana çok minnettarım” dedi. Patron mahcup adama gülümseyerek baktı, sonra çekmecesinden büyükçe bir çikolata çıkarıp ona uzattı. “Bunu küçük hanıma verin. Ayrıca teşekküre hiç gerek yok. Her şey kuru ekmeği yiyince başladı.” dedi.
MİKÂİL ÇOLAK​
 

iSpiK

Kadim Dost
gercekmıymıs bu yoksa ıyı kurgulanmıs .....

güzel bi hikaye
 

iSpiK

Kadim Dost
benımde arada cıkolata yemem gerek = ))

değişebiliriz o kadar etkılendıysen :g
 

HTML

Üst