Üretim Süreci :))

icemen

New member
Katılım
7 Şub 2007
Mesajlar
20,136
Reaction score
0
Puanları
0
Haaa “Yok arkadaş ben sahte hayaller, duyumsanmamış hisler okumak istiyorum” diyen varsa, varsın bu yazıyı okumayı daha ilk paragrafında bırakıp gitsin, zerre üzülmem arkasından. Gitsin o “Çok yazı var lan burda” diyen üşengeçler ordusunun arasına katılsın. Ben imkanlarım yettiği sürece Bu Umut sarıkaya yazılarını paylaşıcam :)
. Evet konuyu dağıtmayayım.​

Telefon çaldı gittim baktım yine oydu. “Umut yine rahatsız ediyorum kusura bakma. Ya bu soru ekini ayrı mı yazıyorduk yoksa birleşik mi” diye sordu. Sıkılmıştım artık sorularından ama yine de bütün içtenliğimle cevapladım. “Birleşik yazılıyor tabiki Ercüment Abi. Yani bunu da ben öğreticeksem ohooo!” dedim. “Haaa iyi iyi” diyip kapadı telefonu. Onbeş dakika geçti geçmedi yine çaldı telefon. “Ulan şerefsiz ne yalan konuşuyorsun! İnsan gibi bişey sorduk sana dimi?” dedi karşıdaki sesin sahibi. “Abi valla ben öyle biliyorum. Ayrı mı yazılıyormuş?” dedim bütün yüzsüzlüğümle. “Evet Ercan’ı arayıp sordum ayrı yazılır dedi” diye cevapladı. Hem bilgisiz hem de bana güvenmeyecek kadar kurnazdı. Bu tavrı beni derinden yaralamıştı Ercüment Abinin. “Abi madem bana güvenmiyorsun, o zaman beni ne demeye meşgul ediyorsun. Zaten dergiye yazı yetiştirmem lazım bi de senle uğraşamam” diye kızarak kapattım telefonu.

Dergiye yazı filan yetiştirdiğim yoktu, buzdolabının içini siliyordum sadece. Geri dönüp buzdolabını silmeye devam ettim. Dipteki üç hafta önce aldığım domatesler hiç yenmeden küflenmişti, buzdolabı eski tip olduğu için buzluğun altındaki su haznesi de dolmuştu. Ayrıca dipte bi kaç tane düşmüş zeytin bi de halen çürümemiş bi kayısı buldum. Kayısıyı yerken bütün bir hafta boyunca yaptığım en iyi şeyin şimdi yaptığım işin, yani buzdolabını temizlemek olduğunu düşündüm.

Telefon yine çaldı, bu sefer açmadım. Uzun uzun çalmasına rağmen inadımı sürdürdüm. Sonra Allahtan sustu, ben hiç istifimi bozmadan ikinci kattaki tellere damlamış reçeli silmeye devam ettim. Salondaki cep telefonuma gelen mesajla birden sıçradım ve koşa koşa salona koştum. Didem’den gelmiş olmalıydı iki gün önce attığım eve davet mesajına yanıt vermiş olmalıydı. Sevinçle aldım telefonu ama gelen mesaj Ercüment’tendi. “Evde olduğunu biliyorum niye açmıyorsun lan telefonu” yazıyordu. Mesajı okuduktan sonra hemen evin telefonu çaldı. İstemeye istemeye gittim açtım. “Alo Umut, yatak odasına git orada komodinde üst çekmecede anahtarlar olacak onları bi koşu bana getirsene, sonra dönüp yine yazarsın yazını” dedi, “Peki abi” dedim. Ercüment Abi’nin isteklerinin ardı arkası kesilmiyordu. Oysaki kayınbiraderi köye gittiği için üç ay boş olan evini “Kafam rahat bir şekilde yazılarımı yazmam” için bana açtığında, bir edebiyat dostu zannetmiştim kendisini. Üç haftadır zerre yazı yazdırmadığı gibi bana bi de üstüne bi ton iş yaptırmıştı pezevenk Ercüment abi. Hayatımda görüp göreceğim en rezil insanlardan biri olduğunu bana üç haftada kanıtlamıştı. Resmen kapatması olmuştum Ercüment abinin. Sürekli ziyaretime geliyor, bana o evi tahsis ederek ne kadar büyük bir iyilik yaptığını anlatıp başıma kakması yetmiyormuş gibi bir de eşşek gibi kullanıyordu beni. Arada bir sarhoş geliyor, bana dergide çizmem için ısrar ettiği “kamaşullah” fıkrasını tekrar tekrar anlatıp, her seferinde hayvanlar gibi gülüyor, sonra “Bende malzeme çooook, sen takıl bana hayatını yaşa” diyip benim yatağımda sızıyordu. Bir kere içip içip beni dövmeyi bile denedi elleri kırılasıca. Bütün bu rezillikleri edebiyat uğruna, iyi bir yapıt çıkarmak uğruna çektiğimi ve şimdiye kadar bir kelime bile yazamadığımı bilmek ise büsbütün koyuyordu bana. “G.tünü skiim edebiyatın” diye içten bi isyanı dillendirdim ve hırsımdan ağladım salonun ortasında.

Gözyaşlarımı silerek yatak odasına gittim, anahtarları alıp evden çıktım. İki sokak ilerde, pazar yerinin yanında oturuyordu. Kapıyı eşi Şengül teyze açtı. Anahtarları uzatıp kaçmak istedim ama tam geri dönecekken ardımdan “Gel Umut gel! İçeri gel” dediğini duydum. Çaresiz içeri gittim. Salonda oturup rakı içiyordu. “Yav Umutcuğum senin de havandan geçilmiyor. Neydi o öyle telefondaki tavırlar?” diye azarladı beni. Romanımın çok kritik bir yerinde olduğum sırada aradığını üretim sancıları çekerken çok gergin olduğumu ama yine de kendisi gibi büyük bir insana bağırdığım için çok büyük bir eşşek olduğum gibi bir şeyler geveledim. Yalakalıkla karışık bir ses tonuyla biraz da konuyu değiştirmek amacıyla “Yaa abi hayrola senin soru ekiyle ne işin olur” diye sordum. Yalakalık yapmak isterken büyük bir geyik girdabının kapısını açtığımı ben nerden bileydim. Gel diyip beni kolumdan tuttu içerdeki odaya götürdü. Yine dövecek diye çok korktum ama dövmekten beter etti beni. Raftan bir kitabın arasında bir kağıt parçası çıkardı bana uzattı. Kağıtta “Fantastik(heri potır gibi, yüzüklerin efendisi gibi), romantik, yatmadan önce yüz fırça darbesi, sokak edebiyatı, politik” yazıyordu. “Bu nedir” abi deme gafletinde bulundum. “Senin para getirecek bi iş yapacağından çok şükür umudum yok. Bizim Ekrem’i bilirsin, hani tatü olan” dedi, Kitap tezgahı açmış Beşiktaş’taki üst geçitte, aradım bunlar peynir ekmek gibi gidiyormuş. Bunlardan yapıcaz Umutcuğum” dedi. “Nasıl abi yaa ?” dedim. Edebiyatın ciddi bir iş olduğunu böyle girelemeyeceğini açıklamaya çalıştım dinlemedi. “Bak ben başladım biraz al ben yoruldum sen devam et” diyip önüme kenarına kırmızı çizgi çekilmiş altı tane dosya kağıdı koydu. Biraz okudum gerçekten de gtüme benziyordu yazdıkları. Ama böyle ayı görünümlü bir adamın masaya oturması, eline kalem kağıt alması yine de beni mutlu etmişti. “Şimdi eve git, bırak elinde ne varsa buna yönel, akşam gelip kontrol edicem. Fantastik ve aşkı bana bırak sen diğer ögeler üzerine yoğunlaş da bitirelim şu romanı” dedi.

Çaresiz, elimde kağıtlarla eve gittim. Buzdolabının tellerini silip yerine takarken kaderime isyan ettim. Sonra oturup yalan yanlış şeyler ekledim yazdıklarına. Akşam gelip yazdıklarımı kontrol etti çok beğendi. Bunu üzerine ben birşeyler daha yazdım onları da beğendi. Hepten gaza geldim “Abi ver ver kağıdı bak bişeyler daha geldi aklıma” diyip onları da yazdım. Benim 21. yüzyılın en önemli edebiyatçısı olduğumu ima etti. Ben de onu övdüm, yazdıklarının ufkumu açtığını dile getirdim, iyi ki varsın Ercüment Abi dedim. “Sonra abi sakın ha zafer sarhoşluğuna kapılmayalım, oturalım şu romanı sabaha kadar yazalım. Daha önce dediğin gibi sen romanın fantastik ve aşkla ilgili olan kısımlarını yaz ben de kafama göre yazayım. Sonra birleştiririz” dedim. Coşkuyla kabul etti. Bir sandalye çekip yanıma oturdu, aynı masada çalışmaya başladık. Yalnız nazarı dikkatimi bişey cezbetti sürekli benim kağıda bakıyordu Ercüment Abi. “Abi bakma, bakıyorsun benim kağıda” dedim. “Dur be oğlum dalmışım, tam bişey düşünüyordum bozdun konsantremi!” diye kızdı bana. Ama bakmaya devam etti. Sinirlendim “Abi bak bu böyle olmayacak, sen beni buna mecbur kıldın” dedim ve isteğim doğrultusunda araya çanta koyarak çalışmaya başladık. Hava aydınlanırken son cümlelerimi yazdım. Çantanın öbür tarafına baktığımda Ercüment Abi uyumuştu.​

Uykusuz Dergi-Umut Sarıkaya
 
Geri
Üst