türk ocağı
serdengeçti
Türbesi yakışmış bu kutlu tepeye,
Yattığı toprak belli,
Tuttuğu bayrak belli,
Kim demiş meçhul asker diye !!!
MEHMET ALUŞ
Hapishane yine karıştı. Oldukça büyük bir isyan başlamıştı. Bizim bölüme geçen on kişiye yakın bir terörist gurubu maltada volta atıyormuş. Bu haberin bize ulaşmasıyla beraber, bu kişilerin maltada yerlere serilmesi fazla zaman almamıştı. Bu sefer mahkûmlar ayaklanarak, “misafirlerimizi vurdunuz” naralarıyla bize karşı saldırıya geçtiler. Rajon bozulmuştu.
Oysa kuralları asıl bozan, hasımlarımızı bizim kısma davet eden bazı “isimli” mahkûmlardı. Böylece akşama kadar süren silahlı bir çatışma yaşandı. Beş altı noktadan bize tabancayla ateş ediyorlardı. Koğuşumuza iki adet el yapımı molotof kokteyli attılar. Bizi çevreleyen kunduziler özellikle mutfak bölümünde olan tüp gazlara nokta atışı yapıyorlardı. Amaçları onları patlatarak, bizleri otuz metrekarelik bir ortamda paramparça etmekti. Bu arada tabanca atışından yaralanan bir arkadaşımız yine kurşun yağmuru altında, tıp fakültesi talebeleri tarafından tedavi ediliyordu.
-Biri şu tüpleri kenara çeksin, diye gürledi başkan.
Bu zorlu vazifeye hemen herkes talip olmuştu. Fakat, Mehmet Aluş bir hamlede mutfağa atlamış ve beş altı tabancanın yoğun ateşi altında, tüpgazlardan üçünü de atış menzilinden çıkarmış ve bir arkadaşımızın koruma atışıyla, ölüm tarlasından çıkarak, sağ salim yanımıza dönmüştü. Biz de tüpgazların patlama riskinin azalmasıyla biraz rahatladık ve elden ele uzattığımız yiyeceklerle iftarımızı açtık.
Radyo da iftar duası yapılıyor ve hemen sonrasında başlayan haberlerde, Sağmalcılar da çıkan isyanın sekizinci saate girdiğini ve güvenlik güçlerinin hâlâ içeriye giremediğini söylüyordu.
Başkanın sesi tekrar yankılandı:
-Tahrip malzemeleri hazırlansın.
Koğuşumuzun kapısını kırmışlar ancak içeriye giremiyorlardı. Ya da girer girmez bir mermi yiyip orada kalıyorlardı. Eski bir arkadaşımız bir ayna maharetiyle onları görerek ateş ediyor ve müthiş bir isabet kaydediyordu. Boş yok...
TNT patlayıcıları hazırladık. Bizi de muhtemelen öldürecek, daha doğrusu hapishanede canlı koymayacak güçte bir malzemeydi. Son çaremiz hapishaneyi havaya uçurmaktı. Açık havada bile yakın mesafede canlı koymayacak güçte olan bu patlayıcı, dar hapishane ortamında meseleyi kökten halledecekti şüphesiz. Ama buna gerek kalmadı. Operasyon başlamıştı. Geceyarısı asker ateş ederek içeriye girmiş ve bizim koğuşun olduğu bölüme kadar koridoru işgal etmişti.
Ertesi günü geniş çaplı bir arama yapıldı. Bizim koğuşta bir tabanca ve TNT kalıplarını buldular. Komünist örgütlerde ise yedi tabanca bulunmuştu. Ancak bütün gazeteler birinci sayfalarında bizim patlıyıcılardan sözediyor, şok haber diye kamuoyuna sunuyorlardı. Kirli ruhlara korku salmıştık. Hapishane artık bizimdi.
İsyan sona erdiğinde, bu olay bizim için bir zafer şenliğine dönüşmüştü. Bir yandan da, bu tip vakalar neticesi yapılması kuvvetle muhtemel bir sevk hazırlığına başlamıştık. Kendimi, kırmızı ring arabasında bulduğumda yanımda MEHMET ALUŞ'u gördüm. Geniş bir askeri araç konvoyu eşliğinde Samsun'a doğru yola çıkmıştık. Birkaç ay sonra da MEHMET tahliye olacaktı.
1979 senesinin ramazan ayında 1 ağustos Cuma günü Eyüp semtinde, kız kardeşiyle teravih namazına giderken, it sürüsü, o nu tuzağa düşürecek ve o gül yüzünde tebessümle, kardeşinin kollarında gözlerini yumacaktı.
Yusuf Ziya ARPACIK
Yattığı toprak belli,
Tuttuğu bayrak belli,
Kim demiş meçhul asker diye !!!
MEHMET ALUŞ
Hapishane yine karıştı. Oldukça büyük bir isyan başlamıştı. Bizim bölüme geçen on kişiye yakın bir terörist gurubu maltada volta atıyormuş. Bu haberin bize ulaşmasıyla beraber, bu kişilerin maltada yerlere serilmesi fazla zaman almamıştı. Bu sefer mahkûmlar ayaklanarak, “misafirlerimizi vurdunuz” naralarıyla bize karşı saldırıya geçtiler. Rajon bozulmuştu.
Oysa kuralları asıl bozan, hasımlarımızı bizim kısma davet eden bazı “isimli” mahkûmlardı. Böylece akşama kadar süren silahlı bir çatışma yaşandı. Beş altı noktadan bize tabancayla ateş ediyorlardı. Koğuşumuza iki adet el yapımı molotof kokteyli attılar. Bizi çevreleyen kunduziler özellikle mutfak bölümünde olan tüp gazlara nokta atışı yapıyorlardı. Amaçları onları patlatarak, bizleri otuz metrekarelik bir ortamda paramparça etmekti. Bu arada tabanca atışından yaralanan bir arkadaşımız yine kurşun yağmuru altında, tıp fakültesi talebeleri tarafından tedavi ediliyordu.
-Biri şu tüpleri kenara çeksin, diye gürledi başkan.
Bu zorlu vazifeye hemen herkes talip olmuştu. Fakat, Mehmet Aluş bir hamlede mutfağa atlamış ve beş altı tabancanın yoğun ateşi altında, tüpgazlardan üçünü de atış menzilinden çıkarmış ve bir arkadaşımızın koruma atışıyla, ölüm tarlasından çıkarak, sağ salim yanımıza dönmüştü. Biz de tüpgazların patlama riskinin azalmasıyla biraz rahatladık ve elden ele uzattığımız yiyeceklerle iftarımızı açtık.
Radyo da iftar duası yapılıyor ve hemen sonrasında başlayan haberlerde, Sağmalcılar da çıkan isyanın sekizinci saate girdiğini ve güvenlik güçlerinin hâlâ içeriye giremediğini söylüyordu.
Başkanın sesi tekrar yankılandı:
-Tahrip malzemeleri hazırlansın.
Koğuşumuzun kapısını kırmışlar ancak içeriye giremiyorlardı. Ya da girer girmez bir mermi yiyip orada kalıyorlardı. Eski bir arkadaşımız bir ayna maharetiyle onları görerek ateş ediyor ve müthiş bir isabet kaydediyordu. Boş yok...
TNT patlayıcıları hazırladık. Bizi de muhtemelen öldürecek, daha doğrusu hapishanede canlı koymayacak güçte bir malzemeydi. Son çaremiz hapishaneyi havaya uçurmaktı. Açık havada bile yakın mesafede canlı koymayacak güçte olan bu patlayıcı, dar hapishane ortamında meseleyi kökten halledecekti şüphesiz. Ama buna gerek kalmadı. Operasyon başlamıştı. Geceyarısı asker ateş ederek içeriye girmiş ve bizim koğuşun olduğu bölüme kadar koridoru işgal etmişti.
Ertesi günü geniş çaplı bir arama yapıldı. Bizim koğuşta bir tabanca ve TNT kalıplarını buldular. Komünist örgütlerde ise yedi tabanca bulunmuştu. Ancak bütün gazeteler birinci sayfalarında bizim patlıyıcılardan sözediyor, şok haber diye kamuoyuna sunuyorlardı. Kirli ruhlara korku salmıştık. Hapishane artık bizimdi.
İsyan sona erdiğinde, bu olay bizim için bir zafer şenliğine dönüşmüştü. Bir yandan da, bu tip vakalar neticesi yapılması kuvvetle muhtemel bir sevk hazırlığına başlamıştık. Kendimi, kırmızı ring arabasında bulduğumda yanımda MEHMET ALUŞ'u gördüm. Geniş bir askeri araç konvoyu eşliğinde Samsun'a doğru yola çıkmıştık. Birkaç ay sonra da MEHMET tahliye olacaktı.
1979 senesinin ramazan ayında 1 ağustos Cuma günü Eyüp semtinde, kız kardeşiyle teravih namazına giderken, it sürüsü, o nu tuzağa düşürecek ve o gül yüzünde tebessümle, kardeşinin kollarında gözlerini yumacaktı.
Yusuf Ziya ARPACIK