taskafa
New member
- Katılım
- 21 Ağu 2006
- Mesajlar
- 29
- Reaction score
- 0
- Puanları
- 0
I.
1973 seçimleri öncesiydi. MHP seçimlere hazırlanıyordu. Yüreği, fikri, bileği güçlü onbinlerce gence sahip ülkücü harekette cep delik cepken delikti. Yusuf İmamoğlu İstanbul Edebiyat Fakültesinin önünde bir sabah pusu kurularak şehit edilmişti. Cebinden çıkan bütün parası sadece 35 kuruştu. Otopsi raporunda iki gündür bir şey yemediği, midesinin boş olduğu yazılıydı. Şehit olduğu gün de bir simit alacak parası olmadığı için, okuluna aç gidiyordu.
Gerçek ülkücülerin parayla arası ne zaman iyi oldu ki? İşte bir seçim daha gelip çatmıştı ama yine MHPnin kasası tamtakırdı. Ramiz Ongun, Muhittin Çolak, Mithat Evci, Salih Dilek arkadaşlarıyla oturmuş, eller şakaklarda: ÇARE arıyorlardı. Ramiz Ongun:
-Kanlarımızı satacağız, deyince hepsi hayretle gözlerini başkanlarına çevirdi.
-Kızılayla görüşelim.
Onlar ne ihale komisyonculuğunu, ne kara para mafyacılığını, ne haraççılığı ne de temsil ettikleri güçlü makamların üzerinden maddi çıkar sağlamayı düşünemezlerdi. Çünkü iman ettikleri davaları böyle kirli düşünceleri akıllarından bile geçirmelerine izin vermezdi. Güçleri ancak kanlarına yetiyordu. O KANI gerektiğinde akıtırlar, bazen de teşkilatlarının ihtiyacı için Kızılay’a satarlardı.
Kızılayla görüşüldü, anlaşıldı. Her ülkücü makbuz karşılığı kanlarını Kızılaya verecekler, makbuzları teşkilatlarına getireceklerdi. Kızılay Kan Merkezleri önünde uzun Ülkücü Kuyrukları oluştu KAN VERMEK İÇİN. Şevkle, heyecanla kanlarını verdiler. Makbuzlarını teşkilatlarına getirip teslim ettiler. 14 Ekim 1973 seçimleri öncesi toplanan kan bedelleri bir milyon lirayı aştı. Bir gün kan verenlerin kuyruğunda aksakal bir ihtiyarı sıra beklerken gördüler. Tanıdılar, yanına geldiler.
-Amcacığım,senin burada ne işin var?
-Kan vermeye geldim.
-Ama?...
-Ne aması ben kan veremez miyim?
-Ama amca…
-Ne oldu? Benim oğlum ülküdaşınız, kardeşiniz bütün kanını bu dava için döküp şehit olmadı mı? Onun fedakarlığı yanında ben bir ünite kan vermişim çok mu gördünüz?..
21 Mart 1970 günü Yüksek Öğretmen Okulunda komünistlerce şehit edilen Süleyman Özmenin babasına sarıldıklarında MHP.’nin gelecekteki iktidarının müjdecisi yaşları göz pınarlarından boşalmış, boğazlar düğümlenmişti..
II.
Süleyman Özmen'in şehadetinden tam 9 yıl sonra... 1979 yılının Mart ayı. Bursa’da Taner Kalkancı ülküdaşımız pusuya düşürülür. Sekiz kurşun yemiştir. Hemen hastaneye yetiştirilerek ameliyata sokulur. Lakin ameliyat çok uzun sürer ve kan yetmez... Acil olarak kana ihtiyaç vardır... Çünkü, ikinci, üçüncü ameliyat gerekmektedir Bu arada gün geceye kavuşmuştur. Hemen çevre illere telefon edilir. İzmir Ocak Başkanı Mehmet Ali Metin, 17 ünite kan bulmuştur. Ama altlarında külüstür bir Murat 124’ten başka araç yoktur. Bir ağabeylerinin Renault arabasını isterler. Araba geldiğinde bakarlar çeyrek depo benzin vardır. 75 liraya dolan depoyu tamamlayabilmeleri için 57 lira gerekmektedir. Ocakta bulunan 8-10 arkadaş ceplerini boşaltır, çıkan 38 liradır. 19 liraya daha ihtiyaç vardır. Tam bu sırada başkanın odasına Turan İbrim girer. Eczacı olan Turan Ağabey:
-Hayırdır çocuklar, bu ne telaş?
-Abi, Bursa’ya kan yetiştirmemiz lazım, arabayı bulduk, benzin parasını denkleştiremedik. 19 liraya ihtiyaç var.
-Hadi şanslısınız, bizim eczane bugün nöbetçi, arayalım bakalım kasada kaç lira var?
Hemen, Gültepe’deki eczaneyi arar ve kalfaya sorar:
-Kasada kaç lira var?
-27 lira abi.
-Hemen çırakla ocağa gönder..
Az sonra para gelir. Turan ağabey cebindeki 20 lirayı da ekler.
-Yolda lazım olur. Allah yolunuzu açık etsin, haydi yola koyulun bakalım, der.
Sabaha karşı saat 03.30 da hastaneye yetişirler. Hastanede toplanan kan 117 üniteyi bulur.
Ama bu kanlar Taner’e nasip olmaz. Saat 03.05’te ülküdaşları ruhunu teslim etmiş, ülkücü şehitler arasında yerini almıştır.
Kanları götüren Ramazan ile Yasin bitkin, yorgun ve üzgün bir vaziyette, öğle namazında Ulu Camii’nden cenazesi kaldırılacak olan şehit Taner’e son görevlerini yapmak için izin almak üzere İzmir Ocak Başkanı Mehmet Ali Metin’i ararlar.
-Başkanım, Bursa’ya ulaştık ama maalesef Taner 03.05 te ruhunu teslim etmiş… Müsaade edersen cenazesini katıldıktan sonra yola çıkmak istiyoruz. Telefonun diğer ucunda Başkanları titrek bir sesle,
-Allah rahmet eylesin. Bursa’daki Ülküdaşlarımız, şehidimizin cenazesine yeter. Siz buraya öğlen namazına yetişin, Turan İbrim Ağabey eczanesinde kurşunladı ve şehit oldu...
III.
11 Kasım 1980 günü, akşam haberlerinde televizyonda, MHP ve Ülkücüleri hedef alan cuntanın emriyle arananlar listesini yayınlandığında kendisinin de arandığını; Kadir eve geldiğinde boynuna sarılarak ağlayan eşinden öğrenmişti. Üç beş parça eşyayı bir çantaya alel acele ile koyduktan sonra hamile eşini, 2 yaşındaki oğlunu Allah’a emanet ederek gecenin karanlığına daldığında Kadir yedi yıl sürecek uzun bir ayrılığa adım attığını bilmiyordu. Ayrılırken eşine sadece Ocağımızı tüttür, Allah a emanet olun diyebilmişti. Kadir, MHP ve Yan Kuruluşlar davasının sanığı olarak her yerde aranıyordu artık. Resimleri aranan Marksistlerle beraber afiş yapılmış her yere asılmıştı.
Ankara’da kendisi gibi aranan bir ağabeyi ile aynı evde kalmaya başladı. Gündüzleri evde bir ölü sessizliği ile kalıyorlar, ancak geceleri hareket edebiliyorlardı. Aklı eşindeydi, yakında doğum yapacaktı. Haftada bir gün Pazar akşamları saat sekizde mahalledeki bir ülküdaşının evindeki telefonla eşiyle 3-4 dakika konuşabiliyordu. Çünkü her zaman sıkı olan arama ve yol kontrolü yapan asker-polis timleri sadece Pazar günü akşam sekiz dokuz arası yoktu. Çünkü, Dallas dizisini seyredip Ceyar’ı kimin vurduğunu öğrenmek için hepsi en yakın kahvelere koşuyordu. Telefon edeceği güne kadar her hafta Kadir’e sanki bir yıl gibi geliyordu. Acaba doğum oldu mu? Oğlu mu kızı mı olmuştu?
Bir gün kabus gibi bir rüya gördü. Rüyasında korkunç bir doğum olayı yaşanıyordu Anne baygın, çığlıklar içindeydi: Ortalık kan revan . Doktorlar anneyi mi yoksa bebği mi kurtaralım diye aralarında konuşurken, Kadir duyulmayan, çıkmayan sesi ile; Hayır, ikisini de kurtarın, Allah ım ikisini de kurtar diye rüyasında çığlık atmaya çalışıyordu. Sesini duyuramıyordu. Eşinin elini tutamıyor, yardımcı olamıyordu. Allah’a yalvarırken, rüyasında bir adakta bulundu:
-Allah ım eğer eşim ve çocuğum kurtulursa, ilk duyduğum kan anonsunda ya yeni doğan bir bebeğe, ya da doğum yapan bir anneye kan vereceğim. Duyduğum ilk anonsa koşacağım. Ne olur kurtar onları...
Kadir, sıçrayarak kabus gibi bir rüyadan uyandığında her tarafını ter basmış, dudağı uçuklamış, tir tir titriyordu. Abdest aldı, iki rekat namaz kıldı Ve rüyasındaki adağını, sözünü ağlayarak tek sığınağı Allah a Yaradanına tekrar yineledi. Pazar gününe iki gün vardı.
Herkes Pazar akşamını Ceyar’ı kimin vurduğunu merak ettiği için iple çekiyordu, Kadir ise telefonu.
Ogün telefonun ahizesini kulağına alıp çevir sesini duyduğunda kalbinin atışlarının sesi kulaklarından duyuluyordu. Konuştu konuştu... Bir oğlu olmuştu. Biricik eşi zor bir doğum yapmış, hastanede idi. Durumu iyi idi. Merak etmemesini söyleyen babası, “Allah hiçbirinizin acısını göstermesin, rahat ol” derken, “Adını da Alperen koyduk” diye ekledi. Kadir bir şükür namazı daha kıldıktan sonra radyonun başına oturdu Artık onun kulağı radyonun Dr. Sami Ulus Çocuk Hastanesi’nden yapılacak kendi kan grubu anonsundaydı. Bir gün, iki gün derken 10. gün anonsu duydu. Öğle vaktiydi ve yeni doğan bir bebeğe acil kan lazımdı. Kaçak Kadir üstünü giyindi ve hastaneye gitmeye karar verdi. Evdeki arkadaşları:
- Durum çok kritik, her yerde arama var, kimliğin yok, resimlerin duvarlarda asılı, hastanede polis kimlik sorabilir, gel şimdi vazgeç, adağını serbest olduğun günlerde yerine getirirsin, mazeretin var, dedilerse de o sadece gördüğü kabusu ve verdiği sözü düşünüyordu. Dr. Sami Ulus Çocuk Hastanesinin önüne geldiğinde ön kapıdan değil mutfak girişinden girdi. Kan verme bölümüne geldiğinde telaş ve heyecanla bekleyen bir genç ve bir yaşlı teyzenin beklediğini gördü. Yaşlı teyze her geçeni kolundan tutup soruyordu:
-Evladım, radyodan mı geldin?, Bizim kanı vermeye mi geldin?, Torunum ölmek üzere... Kadir yaşlı teyzeye yaklaşıp,
-Teyze sizin kan grubu neydi?
-Ben bilmem oğul. Oğlan söylesin, deyince yanındaki genç atılıp,
-Abi 0 grubu Rh Negatif, dedi.
-Tamam ben o kan için geldim. Bebek için değil mi? diye Kadir sorunca yaşlı teyze ağlar halde:
-He oğul he.. diyebildi.
Kadir gerekli olan kanın tümünü vermek istediğini söyledi. Gerekli kanın tümünü verdikten sonra on dakika kadar istirahat ettirildi..Şekerli limonatayı içti. Kalkmak üzereyken içeri yaşlı teyze girdi.
-Oğlum Allah ne muradın varsa versin.Seni kazadan beladan korusun. Nasıl bir hayır yaptın bilemezsin.
-Teyzeciğim önemi yok.
-Ah oğul, bilmezsin ki bu bebenin, bu bebenin... diye kekelerken yanındaki genç oğlan yaşlı annesinin kolundan tutarak çekti.
-Hadi anne gidiyoruz. Abi sağol.Kadir ne olduğunu, yaşlı teyzenin ne söylemek istediğini anlayamamıştı. O sırada yaşlı teyze,
-Dur oğul, ben diyeceğim. O da kimin çocuğuna kan verdiğini bilsin, dedi ve Kadir e döndü:
-Bak oğlum, bu çocuğun babası cezaevinde Mamak‘ta. Türkeş’le beraber hapiste. Benim oğlum ülkücü. Adını telefonunu ver, inşallah çıkacaklar,seni bulsun. Seyyar arabada gömlek satar. Sana bir gömlek getirir. Tanışırsın yiğittir benim oğlum... Kadir, yaşlı teyzeye sarıldığında kulağına fısıldadı.
-Teyze oğluna müjdeyi ver. Bebeğine bir ülküdaşın kan verdi de. Onun damarlarında bir ülkücü ağabeyin kanı var de... Hadi Allah ısmarladık. Kadir hastanenin merdivenlerinden koşarak inerken, “Bu sürprizin için teşekkürler Allah’ ım” diyebildi, sadece
1973 seçimleri öncesiydi. MHP seçimlere hazırlanıyordu. Yüreği, fikri, bileği güçlü onbinlerce gence sahip ülkücü harekette cep delik cepken delikti. Yusuf İmamoğlu İstanbul Edebiyat Fakültesinin önünde bir sabah pusu kurularak şehit edilmişti. Cebinden çıkan bütün parası sadece 35 kuruştu. Otopsi raporunda iki gündür bir şey yemediği, midesinin boş olduğu yazılıydı. Şehit olduğu gün de bir simit alacak parası olmadığı için, okuluna aç gidiyordu.
Gerçek ülkücülerin parayla arası ne zaman iyi oldu ki? İşte bir seçim daha gelip çatmıştı ama yine MHPnin kasası tamtakırdı. Ramiz Ongun, Muhittin Çolak, Mithat Evci, Salih Dilek arkadaşlarıyla oturmuş, eller şakaklarda: ÇARE arıyorlardı. Ramiz Ongun:
-Kanlarımızı satacağız, deyince hepsi hayretle gözlerini başkanlarına çevirdi.
-Kızılayla görüşelim.
Onlar ne ihale komisyonculuğunu, ne kara para mafyacılığını, ne haraççılığı ne de temsil ettikleri güçlü makamların üzerinden maddi çıkar sağlamayı düşünemezlerdi. Çünkü iman ettikleri davaları böyle kirli düşünceleri akıllarından bile geçirmelerine izin vermezdi. Güçleri ancak kanlarına yetiyordu. O KANI gerektiğinde akıtırlar, bazen de teşkilatlarının ihtiyacı için Kızılay’a satarlardı.
Kızılayla görüşüldü, anlaşıldı. Her ülkücü makbuz karşılığı kanlarını Kızılaya verecekler, makbuzları teşkilatlarına getireceklerdi. Kızılay Kan Merkezleri önünde uzun Ülkücü Kuyrukları oluştu KAN VERMEK İÇİN. Şevkle, heyecanla kanlarını verdiler. Makbuzlarını teşkilatlarına getirip teslim ettiler. 14 Ekim 1973 seçimleri öncesi toplanan kan bedelleri bir milyon lirayı aştı. Bir gün kan verenlerin kuyruğunda aksakal bir ihtiyarı sıra beklerken gördüler. Tanıdılar, yanına geldiler.
-Amcacığım,senin burada ne işin var?
-Kan vermeye geldim.
-Ama?...
-Ne aması ben kan veremez miyim?
-Ama amca…
-Ne oldu? Benim oğlum ülküdaşınız, kardeşiniz bütün kanını bu dava için döküp şehit olmadı mı? Onun fedakarlığı yanında ben bir ünite kan vermişim çok mu gördünüz?..
21 Mart 1970 günü Yüksek Öğretmen Okulunda komünistlerce şehit edilen Süleyman Özmenin babasına sarıldıklarında MHP.’nin gelecekteki iktidarının müjdecisi yaşları göz pınarlarından boşalmış, boğazlar düğümlenmişti..
II.
Süleyman Özmen'in şehadetinden tam 9 yıl sonra... 1979 yılının Mart ayı. Bursa’da Taner Kalkancı ülküdaşımız pusuya düşürülür. Sekiz kurşun yemiştir. Hemen hastaneye yetiştirilerek ameliyata sokulur. Lakin ameliyat çok uzun sürer ve kan yetmez... Acil olarak kana ihtiyaç vardır... Çünkü, ikinci, üçüncü ameliyat gerekmektedir Bu arada gün geceye kavuşmuştur. Hemen çevre illere telefon edilir. İzmir Ocak Başkanı Mehmet Ali Metin, 17 ünite kan bulmuştur. Ama altlarında külüstür bir Murat 124’ten başka araç yoktur. Bir ağabeylerinin Renault arabasını isterler. Araba geldiğinde bakarlar çeyrek depo benzin vardır. 75 liraya dolan depoyu tamamlayabilmeleri için 57 lira gerekmektedir. Ocakta bulunan 8-10 arkadaş ceplerini boşaltır, çıkan 38 liradır. 19 liraya daha ihtiyaç vardır. Tam bu sırada başkanın odasına Turan İbrim girer. Eczacı olan Turan Ağabey:
-Hayırdır çocuklar, bu ne telaş?
-Abi, Bursa’ya kan yetiştirmemiz lazım, arabayı bulduk, benzin parasını denkleştiremedik. 19 liraya ihtiyaç var.
-Hadi şanslısınız, bizim eczane bugün nöbetçi, arayalım bakalım kasada kaç lira var?
Hemen, Gültepe’deki eczaneyi arar ve kalfaya sorar:
-Kasada kaç lira var?
-27 lira abi.
-Hemen çırakla ocağa gönder..
Az sonra para gelir. Turan ağabey cebindeki 20 lirayı da ekler.
-Yolda lazım olur. Allah yolunuzu açık etsin, haydi yola koyulun bakalım, der.
Sabaha karşı saat 03.30 da hastaneye yetişirler. Hastanede toplanan kan 117 üniteyi bulur.
Ama bu kanlar Taner’e nasip olmaz. Saat 03.05’te ülküdaşları ruhunu teslim etmiş, ülkücü şehitler arasında yerini almıştır.
Kanları götüren Ramazan ile Yasin bitkin, yorgun ve üzgün bir vaziyette, öğle namazında Ulu Camii’nden cenazesi kaldırılacak olan şehit Taner’e son görevlerini yapmak için izin almak üzere İzmir Ocak Başkanı Mehmet Ali Metin’i ararlar.
-Başkanım, Bursa’ya ulaştık ama maalesef Taner 03.05 te ruhunu teslim etmiş… Müsaade edersen cenazesini katıldıktan sonra yola çıkmak istiyoruz. Telefonun diğer ucunda Başkanları titrek bir sesle,
-Allah rahmet eylesin. Bursa’daki Ülküdaşlarımız, şehidimizin cenazesine yeter. Siz buraya öğlen namazına yetişin, Turan İbrim Ağabey eczanesinde kurşunladı ve şehit oldu...
III.
11 Kasım 1980 günü, akşam haberlerinde televizyonda, MHP ve Ülkücüleri hedef alan cuntanın emriyle arananlar listesini yayınlandığında kendisinin de arandığını; Kadir eve geldiğinde boynuna sarılarak ağlayan eşinden öğrenmişti. Üç beş parça eşyayı bir çantaya alel acele ile koyduktan sonra hamile eşini, 2 yaşındaki oğlunu Allah’a emanet ederek gecenin karanlığına daldığında Kadir yedi yıl sürecek uzun bir ayrılığa adım attığını bilmiyordu. Ayrılırken eşine sadece Ocağımızı tüttür, Allah a emanet olun diyebilmişti. Kadir, MHP ve Yan Kuruluşlar davasının sanığı olarak her yerde aranıyordu artık. Resimleri aranan Marksistlerle beraber afiş yapılmış her yere asılmıştı.
Ankara’da kendisi gibi aranan bir ağabeyi ile aynı evde kalmaya başladı. Gündüzleri evde bir ölü sessizliği ile kalıyorlar, ancak geceleri hareket edebiliyorlardı. Aklı eşindeydi, yakında doğum yapacaktı. Haftada bir gün Pazar akşamları saat sekizde mahalledeki bir ülküdaşının evindeki telefonla eşiyle 3-4 dakika konuşabiliyordu. Çünkü her zaman sıkı olan arama ve yol kontrolü yapan asker-polis timleri sadece Pazar günü akşam sekiz dokuz arası yoktu. Çünkü, Dallas dizisini seyredip Ceyar’ı kimin vurduğunu öğrenmek için hepsi en yakın kahvelere koşuyordu. Telefon edeceği güne kadar her hafta Kadir’e sanki bir yıl gibi geliyordu. Acaba doğum oldu mu? Oğlu mu kızı mı olmuştu?
Bir gün kabus gibi bir rüya gördü. Rüyasında korkunç bir doğum olayı yaşanıyordu Anne baygın, çığlıklar içindeydi: Ortalık kan revan . Doktorlar anneyi mi yoksa bebği mi kurtaralım diye aralarında konuşurken, Kadir duyulmayan, çıkmayan sesi ile; Hayır, ikisini de kurtarın, Allah ım ikisini de kurtar diye rüyasında çığlık atmaya çalışıyordu. Sesini duyuramıyordu. Eşinin elini tutamıyor, yardımcı olamıyordu. Allah’a yalvarırken, rüyasında bir adakta bulundu:
-Allah ım eğer eşim ve çocuğum kurtulursa, ilk duyduğum kan anonsunda ya yeni doğan bir bebeğe, ya da doğum yapan bir anneye kan vereceğim. Duyduğum ilk anonsa koşacağım. Ne olur kurtar onları...
Kadir, sıçrayarak kabus gibi bir rüyadan uyandığında her tarafını ter basmış, dudağı uçuklamış, tir tir titriyordu. Abdest aldı, iki rekat namaz kıldı Ve rüyasındaki adağını, sözünü ağlayarak tek sığınağı Allah a Yaradanına tekrar yineledi. Pazar gününe iki gün vardı.
Herkes Pazar akşamını Ceyar’ı kimin vurduğunu merak ettiği için iple çekiyordu, Kadir ise telefonu.
Ogün telefonun ahizesini kulağına alıp çevir sesini duyduğunda kalbinin atışlarının sesi kulaklarından duyuluyordu. Konuştu konuştu... Bir oğlu olmuştu. Biricik eşi zor bir doğum yapmış, hastanede idi. Durumu iyi idi. Merak etmemesini söyleyen babası, “Allah hiçbirinizin acısını göstermesin, rahat ol” derken, “Adını da Alperen koyduk” diye ekledi. Kadir bir şükür namazı daha kıldıktan sonra radyonun başına oturdu Artık onun kulağı radyonun Dr. Sami Ulus Çocuk Hastanesi’nden yapılacak kendi kan grubu anonsundaydı. Bir gün, iki gün derken 10. gün anonsu duydu. Öğle vaktiydi ve yeni doğan bir bebeğe acil kan lazımdı. Kaçak Kadir üstünü giyindi ve hastaneye gitmeye karar verdi. Evdeki arkadaşları:
- Durum çok kritik, her yerde arama var, kimliğin yok, resimlerin duvarlarda asılı, hastanede polis kimlik sorabilir, gel şimdi vazgeç, adağını serbest olduğun günlerde yerine getirirsin, mazeretin var, dedilerse de o sadece gördüğü kabusu ve verdiği sözü düşünüyordu. Dr. Sami Ulus Çocuk Hastanesinin önüne geldiğinde ön kapıdan değil mutfak girişinden girdi. Kan verme bölümüne geldiğinde telaş ve heyecanla bekleyen bir genç ve bir yaşlı teyzenin beklediğini gördü. Yaşlı teyze her geçeni kolundan tutup soruyordu:
-Evladım, radyodan mı geldin?, Bizim kanı vermeye mi geldin?, Torunum ölmek üzere... Kadir yaşlı teyzeye yaklaşıp,
-Teyze sizin kan grubu neydi?
-Ben bilmem oğul. Oğlan söylesin, deyince yanındaki genç atılıp,
-Abi 0 grubu Rh Negatif, dedi.
-Tamam ben o kan için geldim. Bebek için değil mi? diye Kadir sorunca yaşlı teyze ağlar halde:
-He oğul he.. diyebildi.
Kadir gerekli olan kanın tümünü vermek istediğini söyledi. Gerekli kanın tümünü verdikten sonra on dakika kadar istirahat ettirildi..Şekerli limonatayı içti. Kalkmak üzereyken içeri yaşlı teyze girdi.
-Oğlum Allah ne muradın varsa versin.Seni kazadan beladan korusun. Nasıl bir hayır yaptın bilemezsin.
-Teyzeciğim önemi yok.
-Ah oğul, bilmezsin ki bu bebenin, bu bebenin... diye kekelerken yanındaki genç oğlan yaşlı annesinin kolundan tutarak çekti.
-Hadi anne gidiyoruz. Abi sağol.Kadir ne olduğunu, yaşlı teyzenin ne söylemek istediğini anlayamamıştı. O sırada yaşlı teyze,
-Dur oğul, ben diyeceğim. O da kimin çocuğuna kan verdiğini bilsin, dedi ve Kadir e döndü:
-Bak oğlum, bu çocuğun babası cezaevinde Mamak‘ta. Türkeş’le beraber hapiste. Benim oğlum ülkücü. Adını telefonunu ver, inşallah çıkacaklar,seni bulsun. Seyyar arabada gömlek satar. Sana bir gömlek getirir. Tanışırsın yiğittir benim oğlum... Kadir, yaşlı teyzeye sarıldığında kulağına fısıldadı.
-Teyze oğluna müjdeyi ver. Bebeğine bir ülküdaşın kan verdi de. Onun damarlarında bir ülkücü ağabeyin kanı var de... Hadi Allah ısmarladık. Kadir hastanenin merdivenlerinden koşarak inerken, “Bu sürprizin için teşekkürler Allah’ ım” diyebildi, sadece