Öykü Yazalım ??

vicelilaz

New member
her kez bir üykü yazsın ....

Öykülerde konu seçimi kadar, dili kullanmadaki beceri, yazınsal duyarlılık,

özgünlük, noktalama ve yazım konuları da dikkate alınsın lütfen...


ilk mesaj andelîp'den ;

buyrun
yirmi üç saat elli dakika​
Tan vaktine iki saat kala; rüzgarın yazdığı yalnızlık senfonisini dinliyorum.. Göz kapaklarım eşsiz müziğe dayanamayacak halde.. Hani bir anlığına balık olduğumu hissetsem; vurgusuz bir uyku edasına kapılıp giderdim.. Hükmedemesem dahi göz kapaklarımı, müziğe veriyorum kendimi.. Tıpkı; prangalarıyla özgürlüğe koşan esir gibi..

Martıların sesi uzaktan hoş geliyor; yakından acı estiriyor.. Anlıyorum ki; güneş geliyor, karanlık gölge diyor.. Yalnızlık Senfonisi alaşağı olmuş, suskunluğa bir adım daha yaklaşıyor.. Acı bir tebessümle insan olduğum aklıma geliyor.. Sebebinde çığlık yatıyor.. Sonucunda suskun şehir uyanıyor.. Ana fikrinde ise; uyumak saklanıyor.. Anladığım sadece; İnsan geliyor...

Ve ben hâlâ aynı yerimde; güneşin doğuşunu, hüznün batışını izliyorum.. Hâlim geceden kalma.. Kalkmak istiyorum, kalkamıyorum yerimden.. Ben mi yorgunum yoksa hayat mı bilemiyorum.. Bilsem dahi, bir anlığa dayanan kavram değil ki... Sadece bir kimliktir yorgunluk..

Dalgalar yaman, dalgalar aşikar... Durmaksızın kıyıya çarpıyorlar.. İnadına... Vurgun misali... Hani kıyının yanından vapur geçmese, hani insan eli dokunmasa; bu denli şahlanmazlardı kıyıya.. Rüzgar gölgeden kalma.. Vücudumu okşayan; kurak bir ıslık.. Her olumsuz olayın kahramanı, insan... Gene insan... Gene...

Kalkabildim sonunda... Sahile paralel yürümeye çalışıyorum.. Soluma baktığımda dalgaların peşimde olduğunu görüyorum.. Biraz ileri baktığımda ise; büyük bir gemi, boğazı geçmeye çalışıyor.. İçinde insan vardır değil mi? Yoksa bu gemi, sessiz gemi mi? Al beni de götür desem karanlığın diyarına.. Gene aklıma o kahraman geldi.. Gene insan geldi...

Bir anlığına bir ömür getiriyorum gözlerimin daldığı yere.. İnsanlığı aklıma getiriyorum göz yaşlarımın arasına sıkışmış yere.. Hançer getiriyorum.. Kurşun getiriyorum.. Diken getiriyorum.. Unutulan döneme unutmayı getiriyorum.. Yalanı getiriyorum vurdumduymaz yüreklere.. Kahpeyi getiriyorum namuslu zindanlara.. Binkere ölümü getiriyorum bir kere ölemeyen diyara.. Kalanlara kırık bir kalp getiriyorum.. Gidenlere suskunluğumu getiriyorum.. Bir anlığa bir insan getiriyorum benliğime.. Utanmıyorum desem; çırılçıplak kalan ruhumu da getireceğim.. Utanıyorum.. Ne de olsa ben de bir insanım!...

Gök gürlüyor.. Gözlerimin daldığı yerden geliyorum.. Dalgınlığım, güneşin batışında uyanıyor.. Bu kadar çok insanı düşünmem; günümü gününden etti.. Ne işe yarıyorlar ki başka?

Yağmur damlaları, vücuduma merhem... Yağmur damlaları, benliğime derman... Yağmur damlaları... Şirince yanıma yaklaşmaları, anne yüreği misali yanıma gelmeleri; çocukça sevinmeme neden oluyor.. Böyle sevinmeyi insanlardan isterken; yağmurdan bulabiliyorum.. Bir insan, bir damla kadar olamıyor.. Olamıyor yüreksiz endamlılar.. Olamıyor...

-Abi neden ağlıyorsun?

Selpak satan ufak kız bu soruyu sormuştu bana.. Şaşırmıştım doğrusu.. Bir selpak alır mısın sorusunun yerine bu soruyu sormuştu bana.. Gözlerine baktım.. Işıl ışıl..

-Yağmurdan şirin kız... Yağmurdan...

- O kadar ufak değilim abi.. Anlıyorum seni.. Bak bana.. Yağmurlu havada ekmek parası için kendimi yollara attım.. Ama hâlâ gülümseyebiliyorum.. Sen de gülümse abi.. Sen de.. Benden sana bir selpak.. Bu selpakla sil göz yaşlarını.. Ve bu selpaka bakınca; aklına ben geleyim dedi gülümseyerek.. Ve gitti...

Dumur olmuştum resmen.. Ufacık kız; benden kıdemli çıkmıştı.. Selpaka baktım, kendime baktım.. Biraz haklıydı ama; büyüyecekti selpakçı kız.. Büyüyecekti...

Karanlık doğuyor yüreğime.. İnsanlar çekip gidiyor meskenlerine.. İçimde buruk sevinç meydana geliyor.. Bir simit, bir ayran niyetine kutluyorum karanlığın gelişine..Simit dedim de.. Gülümseyerek aklıma gene insan geldi.. Ne kadar bağımlıymışım şu insanoğluna...

Tan vaktine iki saat olmadan on dakika kaldı.. Bu on dakika... Ölümün ismi.. Kendimden vazgeçtiğim an... İnsanlıktan sıyrılıp; soyut olduğum zaman dilimi.. O an; ölüm, cennet gibi.. O an; rüyadan kalktığım an... O an; hatırladığım tek olay...


Tan vaktine iki saat kala...
 

vicelilaz

New member
Tutsak

ve uzun süredir uzerine çalıştığım öyküm

TUTSAK

Olayların kendi yaşamımla bir ilgisi yok... Hiçbir yaşamla ilgisi olmaması dileğiyle.


Üstesinden gelmesi çok zor gibi görünen sorunlar yaşadığım bir dönemde, güzelliği ve hoş tavırlarıyla ilgimi çekmeyi başarmıştı. Kısa sürede güvenimi de kazandığı için onunla her türlü sorunumu rahatlıkla paylaşıyordum. Bu, duygusal olarak ona bağlanmamda etkili oldu. Geriye dönüp baktığımda faciayı bu duygusal bağlılığın getirdiğini görüyorum. Çünkü sevdiğiniz insanın size bir zarar vermeyeceğinizi düşünürsünüz. Gerçekten de karşılıklı büyük bir aşk yaşadığımızı sandığım için, o kadının bana en ufak bir zarar verebileceğini hiç düşünmemiştim.

Yüreğim, ilk olarak kazanmak istediği şeydi. Sevgimi ve güvenimi elde ettikten sonra gerisi kolay oldu...

Bir gün ansızın insana kedini bulutlardaymış gibi hisettiren bir maddeden söz etmeye başladı:

“Onu kullandığında tüm dertlerini bir an da unutuyorsun. Kendini pembe bir dünyada buluyorsun. Bir yumrukla önündeki tüm engelleri yıkabilecekmişsin gibi geliyor,” diyerek bir süre ısrarla bu maddeden söz etti. Öyle ki ona karşı içimde büyük bir merak uyandı. Bunu hissettiği ilk fırsatta bahsettiği maddeyi önüme getirdi. Kullanmak istediğimde; “Ama bak, bir kere kullandın mı bir daha bırakamazsın,” dedi.

Kendimden çok emindim. Üstelik ben güçlü bir erkektim. Hiç düşünmeden; “Benim iradem güçlüdür,” dedim. “Hem bir kerecikten bir şey olmaz.”

O beyaz maddenin damarlarımda dolaştığı ilk gün hayal kırıklığı yaşadım. Çünkü bulutlarda ya da toz pembe bir dünyadaymış duygusuna kapılmadım. Rahatlayacağımı umuyorum ancak tam tersine rahatsız oldum. Başım döndü, midem bulandı, kollarıma ve bacaklarıma bir ağırlık çöktü. Bedenimde sinir bozucu bir karıncalanma hissettim. Beklentilerime ters düşen bu ilk deneyim bende şaşkınlık yarattı. Asıl şoku ise sabahleyin uyadığımda, damarlarımda dolaşan maddenin adını öğrendiğimde yaşadım:

Eroin...

Hani o televizyonlarda, gazete haberlerinde adı hep acıyla, pişmanlıkla, gözyaşıyla, adı kahreden annelerle, hayatı kayan gençlerle, adı intihar haberleriyle, çileli hayatlarla, ölümle anılan eroin, artık benim damarlarımda geziyordu. Büyük bir korkuya kapılmıştım. Yine de hala gerçekleri görmemezlikten geliyordum. Şimdi anlam veremediğim bir şekilde, damarlarıma bu maddeyi enjekte eden kadının, hala beni sevdiğini düşünüyordum. Sırf bu yüzden, endişelerime aldırmadan ikinci bir kez bu maddeyi kullanmam konusunda ısrar ettiğinde onu kırmamak istediğimden bunu yaptım.

Üçüncü kez kullanam için ise ısrar etmesine gerek kalmamıştı. Ne de olsa o çok güvendiğim iradem beni yarı yolda bırakmıştı.

Meğer iradeyle bir ilgisi yokmuş bu işin. Doğruymuş, bir kere alıştın mı kurtuluşun çok zormuş. Bunları bilmiyordum. Zaten başıma gelenlerin asıl sorumlusu “bilmemekti”

Henüz kişiliğimin tam olarak oturmadığı bir dönemde, kimliğime hayatım boyunca taşıyacağım bir leke bulaşmıştı: “eroinman” Sevdiğim, büyük bir tutku ile bağlandığım kadın, bu maddeye alıştığımı anladığı an maskesini çıkarttı. Gerçekleri kabul etmek zorundaydım: Beyaz zehir tacirlerinin adamıydı, onlara kazandırdığı her eroinman için yüksek paralar alıyordu... Beni babamı kaybettiğim en zor günlerimde yakalayıp ateşlere attı. Artık her şey ortaya çıkmış olsada bir süre daha O’ na katlandım. Katlanmak zorundaydım. Çünkü günden güne artan bir güçle beni demir parmaklıklar arkasına çekmeye çalışan eroini bana bir tek o sağlayabilirdi.

Bağımlı olduktan sonra, maddenin yoksunluğunu hissettiğimde gözüm hiçbir şeyi görmüyordu. Ne eroin tacirlerinin önünde diz çöküp, onlara yalvararak ayaklarımın altına aldığım onurumu, ne sevdiklerimi, ne annemi... Krize girdiğim an, eroin parası için en sevdiğim insanın canına kıyabilecek kadar tehlikeli ve onurumu ayaklar altında çiğnetecek kadar hiç oluyordum.

O beyaz zehir, her seferinde ama her seferinde kullandığım son doz oluyordu.

Bu son.

Bu son.

Kimbilir elimde iğne, dudaklarımdan kaç kere çıktı bu iki kelime: bu son.

Kısa sürede eroin, beni demir parmaklıkları ardına hapsetmeyi başardı. Artık onun kirli dünyasında bir tutsaktım. Ne pahasına olursa olsun para bulmaya çalışmaktan, “bu para yetmez” diyen tacirlerin ayakları altında diz çöküp yalvarmaktan, yoksunluk belirtileri belirdiği an, o beyaz zehiri aramaktan başka yaptığım bir şey yoktu.

Kıskanç bir aşık gibiydi eroin.Bir anlık ihtiyacımı karşılıyordu ama bir yandan da kendisinden başka kimseyi sevmeme izin vermiyordu. Yalnızca onu düşünmeliydim, bütün hayatım boyunca sadece onu...

Dostlarımı teker teker kaybettim. Çevrem benim gibi kandırılmış gençlerle doldu. Bir eroin arkadaşlıklarıydı kurduklarımız. Eroinin varsa sevilirsin, yoksa dışlanırsın..

İnsanlığımdan çıkmıştım artık. İşe yaramaz bir eşyadan başka bir şey değildim. Eroine tutsak yaşadığım iki yıl boyunca yalnızca bir kerecik, kendimi bir insan gibi hissettim:

Annem doktorun karşısında çığlıklar atıyordu ; “yanılıyor olmalısınız, benim çocuğum öyle bir şey yapmaz. Yapmaz.” Onun çığlıklarını duyunca yaşlar boşalmıştı gözlerimden. Normal bir insan gibi, eroine tutsak yaşadığım zamanda ilk ve son kez olarak o gün duygulanmıştım. İlk defa o gün, gerçekten istemiştim kurtulmayı.

Annem, çok büyük bir savaş verdi kurtulmam için. Kaç kere bir daha kullanmamaya antlar içerek yattım hastaneye. Ve her seferinde hastaneden çıktığım gün, kapıda beni bekleyen eroin tacirlerini buldum. Asla bırakmadılar peşimi... Bırakmadılar...

Sonu ölüm olan bir yola sapmışım, o beyaz zehirin damarlarımda dolaştığı ilk gün. Benim için dönüşü yok bu yolun.

Annem, ardımda sana yazılmış bir veda mektubu bırakmayı isterdim. Ama iğnelerin mosmor ettiği kollarım öyle güçsüz ki. Satırlar yerine bir çığlık bırakacağım, bütün dünyanın duymasını ümit ederek. Altın vuruşu yapıp, beyaz zehrin karattığı bir yaşam olarak bu dünyadan ayrılırken, var güccümle haykıracağım. Belki çığlığım duvarlarda asılı kalır. Odaya girenler duyabilirler:

Çok pişmanım dünya...

Çok pişmanım...
 

viceli

New member
toprağım oki yaptın öykü yazalım...

buyrun

GÖRSEYDİ GÖZLERİNİN RENGİNİ

Çalıştığı mağaza seçkin müşterilere hizmet veriyordu .Sakin saatlerden biriydi o kapıdan girdiğinde ,yayılan enerjiyi hisetti , buyurun nasıl yardımcı olabilirim;Armağan almak istiyorum , bu kadar yakışıklı bir adam mutlaka özel bir kadına alacak.Kızım dedi 14 yaşında ,hah işte evli kim boş bırakır ki ,ona alacağım , değişik anlamlı olmalı.Bana hafta sonları gelebiliyor, sevindirmek istiyorum.

İşte yanılmak bu olmalı uydurduğu tüm senaryolar tutmamıştı.Etekleri zil çalarak koşuştu takı reyonuna ;ne zamandır kimseler almasın diye gözüne baktığı ,aylığını alınca kendisine almayı düşlediği takıyı farkın da olmadan çıkarıvermişti.Adam ilgiyle incelerken ,beğendiğini hisetti ,o da onu çok beğenmişti.Alıyorum lütfen sararmısınız ,sesi de ne hoştu.Duygulu iyi kullanılan ses tonu etkilemişti Semayı.

İyi günler hoşcakalın ,baktı boş kapıya uzun süre sanki hep oraya bakarsa geri dönecekmiş gibi.Ama dedi gözlerinin rengini göremedim.

Ertesi gün gözü kapıda her an gelecekmiş gibi, üstelikte özenle giyinmiş hafif de makyaj yapmıştı.Akşama yaklaşıyordu vakit, toparlamaya başlamıştı mağazayı.İyi akşamlar ,ben dün gelmiştim ,evet hatırlıyorum sizi ,sabahtan beri bekliyorum diyemezdi ya.Dünkü takıları kızım çok beğendi küpeleri var mı.Fırlıyordu ki durdu , şu anda yok ama yarına getirtebilirim.Çay ikram edebilirmiyim , belli ki o da kalmak istiyor memnuniyetle kabul ediyor.Sıcacık sohbet geçen zamanı fark ettirmiyor.

Kapatma saati , o zaman ben de size yemek ikram etmeliyim.Birlikte çıktılar hava kararmıştı gün ışığında yine göremişti gözlerinin rengini.Akşam da su gibi geçen zamanla bitivermişti.Yarın küpeleri almaya geleceğim, bekleyeceğim.

Gelmedi o gün bu gün o küpeleri kulağından hiç çıkarmadı Aniden gelirse görsün diye.
 

HTML

Üst