Öykü : Şoför Ali
Yaşlı, ezik, bitkin görünüşlü yaşlıca adam bir kahvehaneye girdi. Yoksul elbiseleri ilk bakışta dikkat çekiyordu. Kasanın yanı başında oturan şişman adam onu görünce yanındakilerle sohbeti kesti. Kahvehanenin içine doğru ilerleyen yaşlı adama kısa bir süre daha baktıktan sonra bir el işaretiyle çaycı çırağını yanına çağırdı, yanındakilerin de duyduğu bir ses tonuyla kızarak söylendi;
-Oğlum, dikkat etsene, dilenci giriyor sen uyuyorsun. Müşterileri rahatsız etmeden çıkar şunu dışarı.
-Hemen patron.
Çırak hızlı adımlarla yaşlı adamın yanına gitti. Şişman adam onu takip ediyordu. Yaşlı adamla konuşan çırağın dönüp kendisine doğru geldiğini görünce, yanındakilere dert yanarak elini cebine attı;
-İşte bazıları böyle yüzsüz oluyor. Para koparmadan gitmeyecek anlaşılan.
Cebinden çıkardığı bozuklukları gelen çırağa uzattı;
-Ver şu parayı da gitsin.
Garson, elini paraya uzatmadı;
-“Dilenci değilim” diyor patron.
-Ne istiyor o zaman, çay mı içecekmiş? İçsin de gitsin o zaman, napalım.
-Yok patron, ‘Destan şeklinde şiirlerden okurum veya isteyen olursa öyküler anlatırım’ diyor. Üç-beş kuruş veren olursa onla geçiniyormuş.
-Ooo, çıkar dışarı çıkar. Bir de onunla uğraşamam.
Arkadaşları müdahale etti;
-Bırak be İzzet, bırak anlatsın bakalım. Baksana eski toprak belki değişik bir şeyler anlatır, kahvehaneye de renk katar, fena mı?
Birkaç kişi birden ısrar edince kıramadı onları;
-İyi hadi, çağır yanımıza gelsin bakalım.
Çırak haber verince, yaşlı adam gözünde bir parıltıyla, bir umutla yanlarına geldi;
-Selamünaleyküm.
-Aleyküm selam.
Şişman patron uyanık biri olduğunu gösteren bakışlarla;
-Amca sağ elin hep ceketinin cebine, çok paran var da çalmasınlar diye sıkı sıkı tutuyon galiba.
Yaşlı adam, konuşan adamın gözlerinin içine baktı, sonra soruyu duymamış gibi davrandı. Şişman adam devam etti;
-Bak amca, anlatacağın öykü hoşumuza gitmezse bizden beş kuruş çıkmaz haaa !
-Beğenmezseniz ben zaten para istemem zaten.
-Ne anlatacan bakalım, ne öykülerin var.
-73 harbinden öyküm vaaar.
-Çok eski amca bırak onları.
-Kurtuluş savaşından vaar, Çanakkale'den var…
-Onlar da çok eski amca. Daha yeni daha renkli öykülerin yok mu?
-Hepsi yaşanmış, hepsi heyecanlı be, ‘renkli renkli’ diye ne demek istiyon ki?
Birisi sırıttı;
-Gün değişti amca artık artislerin hikâyelerini dinliyor millet.
Yaşlı adam kaşlarını çattı, ayağa kalkmaya çabalayarak söylendi;
-Yok onlardan bende.
Şişman patron, arkadaşlarına doğru gülerek;
-Yahu benim babamın Kore savaşı yıllarında yaşadıkları bundan daha iyi hikâyedir. Ben size babamın hikâyesini anlatırım merak etmeyin.
Yaşlı adamın tekrar gözü parladı, kalktığı sandalyeye tekrar yerleşerek sordu;
-Baban Kore’de mi savaştı?
Şişman adam bir kahkaha attı;
-Yok be amca, adamı güldürme. Babam da benim gibi uyanıktı, askerden yırtmayı başarmış.
Arkadaşları şişman adamın bu sözlerine gülerken, yaşlı adamın kaşlarının çatıldığını fark etmemişti. Yaşlı adam, öfkesini saklamaya çalışarak sordu;
-Nasıl yapmış bunu uyanık baban?
-Ooo, sen 'öykü anlatacam' diye geldin, bize öykü anlattırıyorsun.
-Sen anlat hele, benim de bir hikâyem vardır elbet.
-Anlat hele İzzet, biz de merak ettik, anlat.
-İyi iyi, tamam. Öyle uzun bir şey değil canım. Dedemin tanıdığı doktor varmış şehirde. Babamın bacağını sargıya almış, götürmüş doktora.
-Bir yanlışın olacak, Kore için çağrılırken, baban asker ocağında mıydı, değil miydi?
-Askerdeydi ama Kore’ye asker gönderileceği lafları çıkınca hemen izne memlekete gelmiş. İzindeyken de dedem ona sahte bir doktor raporu çıkarttırmış. Hükümetin asker kararı aldırıp, asker göndermesi sırasında bacağı kırık göründüğünden kurtarmış paçayı.
-Olur mu öyle şey, doktor verir mi böyle bir rapor!
-Amca, sen parayı bol verirsen olur, bal gibi olur.
-Sen bunu duyunca üzülmedin mi?
-Amca, babam yaşındasın ama kusura bakma çok safsın ya. Ne üzülecem, gidenlerin kimisi öldü, kimisi kolu, ayağı kopuk geldi. Babam da öyle olsaydı iyi mi olurdu.
-Bana bak, savaşta ölene şehit derler, (İçini çekerek, zorlukla söylendi) savaşta kolu-ayağı kopana da gazi derler. Onlar olmasaydı, sen burda rahatça….
-Bırak bunları amca bırak, ta Kore’deki savaştan bahsediyoruz. Bize ne yahu.
-Askerden kaçmanın bahanesi mi bu! Savaşa karşı çıkmak başka ama devletin bir savaşa girdiyse, karar verdiyse, kaçmak…
Şişman adamın yanındakiler, kötü bir şey söyleyeceğini hissettikleri yaşlı adamı susturdular;
-Amca, sen kendi hikâyeni anlat bakalım.
-Pekâlâ. Ben size Kore’de savaşan Şoför Ali’nin öyküsünü anlatacağım.
Şişman patronun, gülerek “-Aman kısa olsun amca, savaş mavaş bizi korkutur” diye seslenmesini duymazlıktan geldi, devam etti;
-Türk birlikleri, savaşın en korkunç mücadelelerinin olduğu yerlere gönderiliyordu. Şimdi bakmayın Amerikalıların bize sırt döndüklerine, nankörlük yaptıklarına, Kore savaşında Türkler olmasaydı çok büyük kayıplar vereceklerdi. Bir keresinde Çinliler Kunuri’de ani bir saldırıyla, 8. Orduya bağlı Amerikalıların 2. tümeninin çevresini sarmaya başlamış, çok zor durumda bırakmışlardı. Geri çekilmek istiyorlar ama Çinlilerin yoğun saldırısından geri de çekilemiyorlardı. 2. Tümen düşerse, 8.ordunun tamamının da zorda kalacağı, çevresinin sarılabileceği söyleniyordu. 2. Tümene geri çekilme vakti kazandırmak için, beş bin Türk askeri, sonu ölüm olduğu bilindiği halde Çinlilerle Amerikalıların arasında gönderildi. Türk birliği yok olana kadar Amerikalıların kurtarılması planlanmıştı. Hatta Birleşmiş Milletler kuvvetlerinin başkumandanı Mac Arthur’un bu görevden sonra Türk Tugayını kırmızı çizgiyle çizdiği ve kayıp olarak gösterdiği sonradan öğrenilmişti. Bu kadar imkânsız görülen görevde Türk birliklerinin çevresi dört defa Çinlilerle sarılmış ve onlar da dört defa kendilerini saran Çinlileri yararak kurtulmayı başarmıştı. Türklerin, kahramanlıkları kadar yaralılarını bu zor şartlarda geride bırakmamaları da Amerika ve Avrupa gazetelerinde günlerce yazılmıştı.
-Amca amca, güzel anlatıyorsun da, görmüş gibi anlatıyorsun. Hayırdır, sen de mi ordaydın? Gazeteleri de gördün mü?
Çevredekiler dikkatlice dinlemeye başladığı halde, bu soru üzerine gülümsediler. Yaşlı amca sakince cevap verdi;
-Ordaymış gibi anlatınca daha heyecanlı olmuyor mu? Hem Amerikan gazetelerinden alınan haberler bizim gazetelerde de yayınlandı, hiç merak edip okumadınız mı?
Kısa bir sessizlikten sonra devam etti;
-Yaralılarını da taşımışlar diyorduk ya, işte şoför Ali’nin de hikâyesi bu kısımla ilgili. Sivilde şoförlük yaparmış Ali. Canı tez biriymiş. Öyle ki, düşman cephesinden atılan el bombalarından herkes kaçarken, o hemen alıp geri atıyormuş. Böyle çok arkadaşını kurtarmış. Ama bir keresinde, alıp geri atmak istediği el bombası erken patlamış. Ali’nin sağ kolunu götürmüş.
Yaşlı adam, söylediklerinin etkisini bekler gibi kısa bir an durmuş. Bu duraklamayı fırsat bilen kahvehanenin patronu İzzet, diğer insanlardan tepki görmek de istemediğinden sesini fazla yükseltmeden söylenmiş;
-Ya, gördün mü, dönüşte şoförlük de yapamaz artık.
Yaşlı adam, nemli gözlerini ona dikip yine kısa bir süre sessizce bakmış, sonra;
-Haklısın, yapamadı.
-Sen tanıyor muydun yoksa amca, yaşadı mı böyle biri?
-Çankırılıydı, bizim köylüydü.
-Eee, güzel öyküymüş amca, al bakalım paranı.
Yaşlı adam, kahvehane sahibinin önündeki sehpaya koyduğu paralara bakmamaya çalışmış, arkalardan birinin seslendiği soruyu dinlemiş;
-Sonra nolmuş şoför Ali’ye. İş bulmuş mu?
-Allah bilir, benim duyduğum bu kadar.
Yaşlı adam ayağa kalkmış, başka bir şey demeden dönüp uzaklaşmaya başlamış.
-Heey, amca öyküne para verdik alsana.
Geldiğinden beri, sağ elini hiç cebinden çıkarmayan yaşlı adam, sol elini istemem şeklinde sallayıp, dudaklarında acı bir tebessümle cevaplamış;
-Senin paranı istemem.
Eline sehpadaki parayı alıp yaşlı adamın peşine koşan kahvehane sahibi, yaşlı adama öfkeyle seslenmiş;
- Ne demek ‘senin paranı istemem’ al şu parayı.
Yaşlı adam aldırmadan devam etmeye kalkınca hakarete uğradığını düşünüp, kolundan asılmak istemiş;
-Dur bakalım, aaa… Bu da ne!...
Yaşlı adamın, cepten zorla çekilen, ceket sağ kolundan yere bezler düşmüş. Çevredekiler o zaman yaşlı adamın sağ kolunun olmadığını görmüşlerdi.
Yaşlı adam sol yumruğunu sıkarak, kolunu çekiştiren adama bir an baktı. Sonra eliyle ceketinin cebinden bir gazi madalyasını çıkarıp göğsüne taktı. Çatık kaşları, küçümser bakışlarıyla şişman patrona son kez baktıktan sonra, arkasındakilerin şaşkın bakışlarına aldırmadan, yürüyüp gitti.
Ahmet Ünal ÇAM Yazılış : 03-01-2007 02:00
Yaşlı, ezik, bitkin görünüşlü yaşlıca adam bir kahvehaneye girdi. Yoksul elbiseleri ilk bakışta dikkat çekiyordu. Kasanın yanı başında oturan şişman adam onu görünce yanındakilerle sohbeti kesti. Kahvehanenin içine doğru ilerleyen yaşlı adama kısa bir süre daha baktıktan sonra bir el işaretiyle çaycı çırağını yanına çağırdı, yanındakilerin de duyduğu bir ses tonuyla kızarak söylendi;
-Oğlum, dikkat etsene, dilenci giriyor sen uyuyorsun. Müşterileri rahatsız etmeden çıkar şunu dışarı.
-Hemen patron.
Çırak hızlı adımlarla yaşlı adamın yanına gitti. Şişman adam onu takip ediyordu. Yaşlı adamla konuşan çırağın dönüp kendisine doğru geldiğini görünce, yanındakilere dert yanarak elini cebine attı;
-İşte bazıları böyle yüzsüz oluyor. Para koparmadan gitmeyecek anlaşılan.
Cebinden çıkardığı bozuklukları gelen çırağa uzattı;
-Ver şu parayı da gitsin.
Garson, elini paraya uzatmadı;
-“Dilenci değilim” diyor patron.
-Ne istiyor o zaman, çay mı içecekmiş? İçsin de gitsin o zaman, napalım.
-Yok patron, ‘Destan şeklinde şiirlerden okurum veya isteyen olursa öyküler anlatırım’ diyor. Üç-beş kuruş veren olursa onla geçiniyormuş.
-Ooo, çıkar dışarı çıkar. Bir de onunla uğraşamam.
Arkadaşları müdahale etti;
-Bırak be İzzet, bırak anlatsın bakalım. Baksana eski toprak belki değişik bir şeyler anlatır, kahvehaneye de renk katar, fena mı?
Birkaç kişi birden ısrar edince kıramadı onları;
-İyi hadi, çağır yanımıza gelsin bakalım.
Çırak haber verince, yaşlı adam gözünde bir parıltıyla, bir umutla yanlarına geldi;
-Selamünaleyküm.
-Aleyküm selam.
Şişman patron uyanık biri olduğunu gösteren bakışlarla;
-Amca sağ elin hep ceketinin cebine, çok paran var da çalmasınlar diye sıkı sıkı tutuyon galiba.
Yaşlı adam, konuşan adamın gözlerinin içine baktı, sonra soruyu duymamış gibi davrandı. Şişman adam devam etti;
-Bak amca, anlatacağın öykü hoşumuza gitmezse bizden beş kuruş çıkmaz haaa !
-Beğenmezseniz ben zaten para istemem zaten.
-Ne anlatacan bakalım, ne öykülerin var.
-73 harbinden öyküm vaaar.
-Çok eski amca bırak onları.
-Kurtuluş savaşından vaar, Çanakkale'den var…
-Onlar da çok eski amca. Daha yeni daha renkli öykülerin yok mu?
-Hepsi yaşanmış, hepsi heyecanlı be, ‘renkli renkli’ diye ne demek istiyon ki?
Birisi sırıttı;
-Gün değişti amca artık artislerin hikâyelerini dinliyor millet.
Yaşlı adam kaşlarını çattı, ayağa kalkmaya çabalayarak söylendi;
-Yok onlardan bende.
Şişman patron, arkadaşlarına doğru gülerek;
-Yahu benim babamın Kore savaşı yıllarında yaşadıkları bundan daha iyi hikâyedir. Ben size babamın hikâyesini anlatırım merak etmeyin.
Yaşlı adamın tekrar gözü parladı, kalktığı sandalyeye tekrar yerleşerek sordu;
-Baban Kore’de mi savaştı?
Şişman adam bir kahkaha attı;
-Yok be amca, adamı güldürme. Babam da benim gibi uyanıktı, askerden yırtmayı başarmış.
Arkadaşları şişman adamın bu sözlerine gülerken, yaşlı adamın kaşlarının çatıldığını fark etmemişti. Yaşlı adam, öfkesini saklamaya çalışarak sordu;
-Nasıl yapmış bunu uyanık baban?
-Ooo, sen 'öykü anlatacam' diye geldin, bize öykü anlattırıyorsun.
-Sen anlat hele, benim de bir hikâyem vardır elbet.
-Anlat hele İzzet, biz de merak ettik, anlat.
-İyi iyi, tamam. Öyle uzun bir şey değil canım. Dedemin tanıdığı doktor varmış şehirde. Babamın bacağını sargıya almış, götürmüş doktora.
-Bir yanlışın olacak, Kore için çağrılırken, baban asker ocağında mıydı, değil miydi?
-Askerdeydi ama Kore’ye asker gönderileceği lafları çıkınca hemen izne memlekete gelmiş. İzindeyken de dedem ona sahte bir doktor raporu çıkarttırmış. Hükümetin asker kararı aldırıp, asker göndermesi sırasında bacağı kırık göründüğünden kurtarmış paçayı.
-Olur mu öyle şey, doktor verir mi böyle bir rapor!
-Amca, sen parayı bol verirsen olur, bal gibi olur.
-Sen bunu duyunca üzülmedin mi?
-Amca, babam yaşındasın ama kusura bakma çok safsın ya. Ne üzülecem, gidenlerin kimisi öldü, kimisi kolu, ayağı kopuk geldi. Babam da öyle olsaydı iyi mi olurdu.
-Bana bak, savaşta ölene şehit derler, (İçini çekerek, zorlukla söylendi) savaşta kolu-ayağı kopana da gazi derler. Onlar olmasaydı, sen burda rahatça….
-Bırak bunları amca bırak, ta Kore’deki savaştan bahsediyoruz. Bize ne yahu.
-Askerden kaçmanın bahanesi mi bu! Savaşa karşı çıkmak başka ama devletin bir savaşa girdiyse, karar verdiyse, kaçmak…
Şişman adamın yanındakiler, kötü bir şey söyleyeceğini hissettikleri yaşlı adamı susturdular;
-Amca, sen kendi hikâyeni anlat bakalım.
-Pekâlâ. Ben size Kore’de savaşan Şoför Ali’nin öyküsünü anlatacağım.
Şişman patronun, gülerek “-Aman kısa olsun amca, savaş mavaş bizi korkutur” diye seslenmesini duymazlıktan geldi, devam etti;
-Türk birlikleri, savaşın en korkunç mücadelelerinin olduğu yerlere gönderiliyordu. Şimdi bakmayın Amerikalıların bize sırt döndüklerine, nankörlük yaptıklarına, Kore savaşında Türkler olmasaydı çok büyük kayıplar vereceklerdi. Bir keresinde Çinliler Kunuri’de ani bir saldırıyla, 8. Orduya bağlı Amerikalıların 2. tümeninin çevresini sarmaya başlamış, çok zor durumda bırakmışlardı. Geri çekilmek istiyorlar ama Çinlilerin yoğun saldırısından geri de çekilemiyorlardı. 2. Tümen düşerse, 8.ordunun tamamının da zorda kalacağı, çevresinin sarılabileceği söyleniyordu. 2. Tümene geri çekilme vakti kazandırmak için, beş bin Türk askeri, sonu ölüm olduğu bilindiği halde Çinlilerle Amerikalıların arasında gönderildi. Türk birliği yok olana kadar Amerikalıların kurtarılması planlanmıştı. Hatta Birleşmiş Milletler kuvvetlerinin başkumandanı Mac Arthur’un bu görevden sonra Türk Tugayını kırmızı çizgiyle çizdiği ve kayıp olarak gösterdiği sonradan öğrenilmişti. Bu kadar imkânsız görülen görevde Türk birliklerinin çevresi dört defa Çinlilerle sarılmış ve onlar da dört defa kendilerini saran Çinlileri yararak kurtulmayı başarmıştı. Türklerin, kahramanlıkları kadar yaralılarını bu zor şartlarda geride bırakmamaları da Amerika ve Avrupa gazetelerinde günlerce yazılmıştı.
-Amca amca, güzel anlatıyorsun da, görmüş gibi anlatıyorsun. Hayırdır, sen de mi ordaydın? Gazeteleri de gördün mü?
Çevredekiler dikkatlice dinlemeye başladığı halde, bu soru üzerine gülümsediler. Yaşlı amca sakince cevap verdi;
-Ordaymış gibi anlatınca daha heyecanlı olmuyor mu? Hem Amerikan gazetelerinden alınan haberler bizim gazetelerde de yayınlandı, hiç merak edip okumadınız mı?
Kısa bir sessizlikten sonra devam etti;
-Yaralılarını da taşımışlar diyorduk ya, işte şoför Ali’nin de hikâyesi bu kısımla ilgili. Sivilde şoförlük yaparmış Ali. Canı tez biriymiş. Öyle ki, düşman cephesinden atılan el bombalarından herkes kaçarken, o hemen alıp geri atıyormuş. Böyle çok arkadaşını kurtarmış. Ama bir keresinde, alıp geri atmak istediği el bombası erken patlamış. Ali’nin sağ kolunu götürmüş.
Yaşlı adam, söylediklerinin etkisini bekler gibi kısa bir an durmuş. Bu duraklamayı fırsat bilen kahvehanenin patronu İzzet, diğer insanlardan tepki görmek de istemediğinden sesini fazla yükseltmeden söylenmiş;
-Ya, gördün mü, dönüşte şoförlük de yapamaz artık.
Yaşlı adam, nemli gözlerini ona dikip yine kısa bir süre sessizce bakmış, sonra;
-Haklısın, yapamadı.
-Sen tanıyor muydun yoksa amca, yaşadı mı böyle biri?
-Çankırılıydı, bizim köylüydü.
-Eee, güzel öyküymüş amca, al bakalım paranı.
Yaşlı adam, kahvehane sahibinin önündeki sehpaya koyduğu paralara bakmamaya çalışmış, arkalardan birinin seslendiği soruyu dinlemiş;
-Sonra nolmuş şoför Ali’ye. İş bulmuş mu?
-Allah bilir, benim duyduğum bu kadar.
Yaşlı adam ayağa kalkmış, başka bir şey demeden dönüp uzaklaşmaya başlamış.
-Heey, amca öyküne para verdik alsana.
Geldiğinden beri, sağ elini hiç cebinden çıkarmayan yaşlı adam, sol elini istemem şeklinde sallayıp, dudaklarında acı bir tebessümle cevaplamış;
-Senin paranı istemem.
Eline sehpadaki parayı alıp yaşlı adamın peşine koşan kahvehane sahibi, yaşlı adama öfkeyle seslenmiş;
- Ne demek ‘senin paranı istemem’ al şu parayı.
Yaşlı adam aldırmadan devam etmeye kalkınca hakarete uğradığını düşünüp, kolundan asılmak istemiş;
-Dur bakalım, aaa… Bu da ne!...
Yaşlı adamın, cepten zorla çekilen, ceket sağ kolundan yere bezler düşmüş. Çevredekiler o zaman yaşlı adamın sağ kolunun olmadığını görmüşlerdi.
Yaşlı adam sol yumruğunu sıkarak, kolunu çekiştiren adama bir an baktı. Sonra eliyle ceketinin cebinden bir gazi madalyasını çıkarıp göğsüne taktı. Çatık kaşları, küçümser bakışlarıyla şişman patrona son kez baktıktan sonra, arkasındakilerin şaşkın bakışlarına aldırmadan, yürüyüp gitti.
Ahmet Ünal ÇAM Yazılış : 03-01-2007 02:00