Çiftçinin durumu iyi’ diyenlere bir çift söz
Arıcı dostum Mustafa Sarıoğlu Aydın’ın Sultanhisar İlçesi’ne bağlı Atça Beldesi’nde yaşıyor. Atça, Sultanhisar’dan çok daha büyük nüfusa sahip ve çok daha önemli ama bir türlü ilçe olamıyor, onu da bir başka yazıda anlatırım.
Mustafa Sarıoğlu ile Marmaris dağlarında orman içindeki arıcıları gezmiş, sorunlarını ve taleplerini birinci ağızdan dinlemiştim. Sarıoğlu ne zamandır ısrarla “Arıcılar ölüyor, ama çiftçinin durumu daha da facia. Türkiye zenginlik ortasında yoksulluk çekiyor, gelip yerinde görmen gerek” diyordu.
Geçen hafta sonu atlayıp gittim Aydın’a, oradan Atça’ya. İki gün boyunca dağ, tepe tarla gezdim. 35 derece sıcağın altında onlarca çiftçiyle konuştum. Hepsi nasıl yakınıyor anlatması bile zor.
Öncelikle şunu söyleyeyim: Aydın Ovası dünyadaki en kaliteli pamuğun yetiştiği bölge. Ama şu anda üretici pamuk ekmiyor, çünkü pamuk ne yazık ki Yunanistan’dan geliyor. “Ucuz” diyorlar. Yunanistan devlet desteği veriyor, Türkiye ise kendi pamuğunu yok ediyor.
Pamuk ekilmeyince üretici bu kez başka ürünlere yönelmiş. Ama onlar da para etmiyor.
Açıkçası şöyle bir durum gördüm: Toprak inanılmaz verimli. Hani “Kuru tahtayı toprağa sok, seneye ağaç olur” denir ya, işte öyle. Kaldığım otelin balkonundan bütün ova görünüyordu, tek karış ekili olmayan yer yok. Her taraftan ürün fışkırıyor. Ama gel gör ki, kimse para kazanamıyor.
Peki neden? Maliyetler çok yüksek. Örneğin mazot herkesin elini yakıyor. Çiftçi diyor ki “Eskiden bir kilo pamuk parasıyla bir litre mazot alırdık, şimdi üç kilo pamuk parası bile bir litre mazota yetmiyor.”
İkinci büyük girdi gübre. Üçüncüsü tohum bedeli. Üstelik tohumların hepsi ithal, İsrail’den geliyor, bir kere kullandın mı, vazgeçebilmen olanaksız, ayrıca zaten başka tohum kullanmak da yasak.
Hani hesapta İsrail’le ilişkilerimiz kötü ya, tohum işini nasıl halledecekler acaba? Çünkü bu tohumların dışında tohum da kullanılamıyor artık. Toprak bir kere bu tohumu gördü mü, başkasını kabul etmiyor.
Ardından tarımsal ilaçların pahalılığı geliyor. Gerçi piyasada ucuz ilaç da var ama bunlar denetimsiz ve hatta zararlı. Bu ilaçları kullanan üreticilerin tonlarca malı yurt dışından dönmüş örneğin. İçinde zehir bulmuşlar.
Dikkat ederseniz maliyeti artıran tüm unsurlar, aslında devletin elinde olan hizmetler. Devlet çiftçisini böyle öldürüyor.
Sonuç: Çiftçinin durumu, çok üretebilmesine rağmen içler acısı. Başbakan “Ananı da al git” demişti bir çiftçiye. Çiftçi diyor ki “Gitmesine gidelim de, gidecek takat bile kalmadı ki.”
Konuya çeşitli açılardan önümüzdeki günlerde de devam edeceğim.
*****
Erbakan’dan iptal
Cumartesi günü Ankara’dan İzmir’e doğru giderken Necmettin Erbakan‘ın basın danışmanı arayarak “Sayın Hocamız önümüzdeki perşembe günü sizin de arasında bulunduğunuz bir grup gazeteci yazar ile kahvaltılı bir sohbet yapmak istiyor. Katılabilir misiniz?” diye sordu. “Tabii” dedim. O sırada henüz Saadet Partisi Kongresi yapılmamıştı. Aklıma ilk gelen bu kongreden sonra bazı önemli konuları bizzat Erbakan’ın anlatmak istediği oldu. Referandum sürecine girilmesi de Erbakan’ın söyleyeceklerini bana göre önemli hale getiriyordu. Ancak pazar günü yapılan Saadet Partisi Kongresi’nde “beklenen” ama “bu çapta olacağı” tahmin edilmeyen gelişmeler yaşandı. Erbakan’ın istediği isimler listelerden çıkartıldı. Numan Kurtulmuş kongreden “yara” almış bir görünümle çıktı. Pazartesi günü ve dün Erbakan cephesinden yeni bir haber gelecek mi diye bekledim. Nitekim dün öğleden sonra arayarak “Sayın Hocamızın kahvaltılı toplantısı iptal edildi” dediler. Demek ki Erbakan kongredeki durumu kabullenmiş.
*****
HÂŞÂ
Aslında yazınca kızıyorlar ama, bunları söylemek gerekiyor. Başbakan’ın enflasyondan teröre, duble yollardan dış politikaya kadar “başarı” olarak anlattığı her konuya “hamdolsun” diye başlamasını eleştirmiştim zamanında. Kızanlar olmuştu; “Burası Müslüman ülke” diye. Ben de “Tamam da, her konu dini bir tekele bağlanmaz ki” diye hep itiraz ediyorum.
Başbakan’ın uçağına binen gazetecilerden öğrendiğimize göre Başbakan “erken seçim” konusunda “Erken seçim mi, hâşâ” demiş. Bu kelime aslında “asla” kelimesinin “dini” karşılığıdır. Hâşâ; Dine aykırı görülen bir ihtimalden söz edilirken kullanılır. Başbakan’ın bunu bilmemesi mümkün değil. Ama seçim konusunu bile dini bir kavramla anlatmaya çalışıyor. İyi de “erken seçimin dine aykırı tarafı” ne olabilir ki?
*****
Siz olana bakın
Çevre Bakanı Veysel Eroğlu her nedense bütün mesaisini “23.59’da eğlence hayatının bitirilmesine” veriyor. Varsa yoksa İstanbul Boğazı’ndaki bazı eğlence yerlerinin yarattığı gürültü. Ama aynı Bakan örneğin “otoyol gürültüsü” konusunda hiçbir şey yapmıyor. “Egzoz” kirliliğine karşı bir şey söylemiyor. Anadolu’daki bütün akarsuları kirleten sanayi atıkları konusunda da çok önemli çaba görmüyoruz. Bakan kendi kitlesine hitap eden “popülist” bir söylemle eğlenceyi sorun ediyor. Bunun tatsız bir örneği Bursa Karacabey’de yaşandı. Bir düğünde müzik yayını 23.59’da bitmeyince, İlçe Emniyet Müdürü Selman Duman düğünün yapıldığı yere gidiyor. Gece yarısı olduğunu söyleyerek müziğin kesilmesini istiyor. İtirazlar sırasında kendini bilmezin biri müdürün kafasına şişeyle vuruyor. Müdür kan revan içinde hastaneye kaldırılıyor. Zannedersiniz ki Karacabey’de her gece düğün olur ve sabahlara kadar müzik çalar. Belli ki “bakanın” genelgesi zorunlu olarak emniyeti harekete geçirmiş. Ancak 40 yılda bir yaşanan bir olaya “bakan adına” müdahale edilince de, kendini bilmez vatandaşlara yeşil ışık yakılmış oluyor.
*****
Haklısınız ama...
Fatih Belediye Başkanı Mustafa Demir aradı dün. Sultanahmet’teki turizm alanında turist otobüslerine çıkarılan zorlukları yazmış ve “Alan trafiğe kapalı ama belediye ve valilik araçları diledikleri gibi park ediyor” demiştim.
Mustafa Demir “Evet haklısınız, maalesef bunu yaşıyoruz” dedikten sonra “Ancak çok önemli ve trafik açısından sıkıntılı bir bölge söz konusu. Üzerinde aylarca çalıştık. TÜRSAB ile işbirliği yaparak çözüm yolları aradık. İşimiz henüz bitmedi, yeni projeler devreye girecek” diye ekledi.
Sonuçta şöyle anlaştık: Sultanahmet, yani tarihi yarımada çok önemli. Telefonla bazı bilgilerin verilmesi kolay değil. Bu nedenle önümüzdeki hafta Fatih Belediye Başkanı ile tarihi yarımada turu yapacağız. Ben eleştirilerimi söyleyeceğim, Başkan da hem cevaplayacak hem de projelerini anlatacak.
*****
Başbakan, “Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin yapısı tartışılmalı” demiş. Anlaşılan Türkiye’deki kurumların yapılarını tartışıp düzelttik, sıra uluslararası kurumlara geldi! (Gani Yıldız)
kaynak
Arıcı dostum Mustafa Sarıoğlu Aydın’ın Sultanhisar İlçesi’ne bağlı Atça Beldesi’nde yaşıyor. Atça, Sultanhisar’dan çok daha büyük nüfusa sahip ve çok daha önemli ama bir türlü ilçe olamıyor, onu da bir başka yazıda anlatırım.
Mustafa Sarıoğlu ile Marmaris dağlarında orman içindeki arıcıları gezmiş, sorunlarını ve taleplerini birinci ağızdan dinlemiştim. Sarıoğlu ne zamandır ısrarla “Arıcılar ölüyor, ama çiftçinin durumu daha da facia. Türkiye zenginlik ortasında yoksulluk çekiyor, gelip yerinde görmen gerek” diyordu.
Geçen hafta sonu atlayıp gittim Aydın’a, oradan Atça’ya. İki gün boyunca dağ, tepe tarla gezdim. 35 derece sıcağın altında onlarca çiftçiyle konuştum. Hepsi nasıl yakınıyor anlatması bile zor.
Öncelikle şunu söyleyeyim: Aydın Ovası dünyadaki en kaliteli pamuğun yetiştiği bölge. Ama şu anda üretici pamuk ekmiyor, çünkü pamuk ne yazık ki Yunanistan’dan geliyor. “Ucuz” diyorlar. Yunanistan devlet desteği veriyor, Türkiye ise kendi pamuğunu yok ediyor.
Pamuk ekilmeyince üretici bu kez başka ürünlere yönelmiş. Ama onlar da para etmiyor.
Açıkçası şöyle bir durum gördüm: Toprak inanılmaz verimli. Hani “Kuru tahtayı toprağa sok, seneye ağaç olur” denir ya, işte öyle. Kaldığım otelin balkonundan bütün ova görünüyordu, tek karış ekili olmayan yer yok. Her taraftan ürün fışkırıyor. Ama gel gör ki, kimse para kazanamıyor.
Peki neden? Maliyetler çok yüksek. Örneğin mazot herkesin elini yakıyor. Çiftçi diyor ki “Eskiden bir kilo pamuk parasıyla bir litre mazot alırdık, şimdi üç kilo pamuk parası bile bir litre mazota yetmiyor.”
İkinci büyük girdi gübre. Üçüncüsü tohum bedeli. Üstelik tohumların hepsi ithal, İsrail’den geliyor, bir kere kullandın mı, vazgeçebilmen olanaksız, ayrıca zaten başka tohum kullanmak da yasak.
Hani hesapta İsrail’le ilişkilerimiz kötü ya, tohum işini nasıl halledecekler acaba? Çünkü bu tohumların dışında tohum da kullanılamıyor artık. Toprak bir kere bu tohumu gördü mü, başkasını kabul etmiyor.
Ardından tarımsal ilaçların pahalılığı geliyor. Gerçi piyasada ucuz ilaç da var ama bunlar denetimsiz ve hatta zararlı. Bu ilaçları kullanan üreticilerin tonlarca malı yurt dışından dönmüş örneğin. İçinde zehir bulmuşlar.
Dikkat ederseniz maliyeti artıran tüm unsurlar, aslında devletin elinde olan hizmetler. Devlet çiftçisini böyle öldürüyor.
Sonuç: Çiftçinin durumu, çok üretebilmesine rağmen içler acısı. Başbakan “Ananı da al git” demişti bir çiftçiye. Çiftçi diyor ki “Gitmesine gidelim de, gidecek takat bile kalmadı ki.”
Konuya çeşitli açılardan önümüzdeki günlerde de devam edeceğim.
*****
Erbakan’dan iptal
Cumartesi günü Ankara’dan İzmir’e doğru giderken Necmettin Erbakan‘ın basın danışmanı arayarak “Sayın Hocamız önümüzdeki perşembe günü sizin de arasında bulunduğunuz bir grup gazeteci yazar ile kahvaltılı bir sohbet yapmak istiyor. Katılabilir misiniz?” diye sordu. “Tabii” dedim. O sırada henüz Saadet Partisi Kongresi yapılmamıştı. Aklıma ilk gelen bu kongreden sonra bazı önemli konuları bizzat Erbakan’ın anlatmak istediği oldu. Referandum sürecine girilmesi de Erbakan’ın söyleyeceklerini bana göre önemli hale getiriyordu. Ancak pazar günü yapılan Saadet Partisi Kongresi’nde “beklenen” ama “bu çapta olacağı” tahmin edilmeyen gelişmeler yaşandı. Erbakan’ın istediği isimler listelerden çıkartıldı. Numan Kurtulmuş kongreden “yara” almış bir görünümle çıktı. Pazartesi günü ve dün Erbakan cephesinden yeni bir haber gelecek mi diye bekledim. Nitekim dün öğleden sonra arayarak “Sayın Hocamızın kahvaltılı toplantısı iptal edildi” dediler. Demek ki Erbakan kongredeki durumu kabullenmiş.
*****
HÂŞÂ
Aslında yazınca kızıyorlar ama, bunları söylemek gerekiyor. Başbakan’ın enflasyondan teröre, duble yollardan dış politikaya kadar “başarı” olarak anlattığı her konuya “hamdolsun” diye başlamasını eleştirmiştim zamanında. Kızanlar olmuştu; “Burası Müslüman ülke” diye. Ben de “Tamam da, her konu dini bir tekele bağlanmaz ki” diye hep itiraz ediyorum.
Başbakan’ın uçağına binen gazetecilerden öğrendiğimize göre Başbakan “erken seçim” konusunda “Erken seçim mi, hâşâ” demiş. Bu kelime aslında “asla” kelimesinin “dini” karşılığıdır. Hâşâ; Dine aykırı görülen bir ihtimalden söz edilirken kullanılır. Başbakan’ın bunu bilmemesi mümkün değil. Ama seçim konusunu bile dini bir kavramla anlatmaya çalışıyor. İyi de “erken seçimin dine aykırı tarafı” ne olabilir ki?
*****
Siz olana bakın
Çevre Bakanı Veysel Eroğlu her nedense bütün mesaisini “23.59’da eğlence hayatının bitirilmesine” veriyor. Varsa yoksa İstanbul Boğazı’ndaki bazı eğlence yerlerinin yarattığı gürültü. Ama aynı Bakan örneğin “otoyol gürültüsü” konusunda hiçbir şey yapmıyor. “Egzoz” kirliliğine karşı bir şey söylemiyor. Anadolu’daki bütün akarsuları kirleten sanayi atıkları konusunda da çok önemli çaba görmüyoruz. Bakan kendi kitlesine hitap eden “popülist” bir söylemle eğlenceyi sorun ediyor. Bunun tatsız bir örneği Bursa Karacabey’de yaşandı. Bir düğünde müzik yayını 23.59’da bitmeyince, İlçe Emniyet Müdürü Selman Duman düğünün yapıldığı yere gidiyor. Gece yarısı olduğunu söyleyerek müziğin kesilmesini istiyor. İtirazlar sırasında kendini bilmezin biri müdürün kafasına şişeyle vuruyor. Müdür kan revan içinde hastaneye kaldırılıyor. Zannedersiniz ki Karacabey’de her gece düğün olur ve sabahlara kadar müzik çalar. Belli ki “bakanın” genelgesi zorunlu olarak emniyeti harekete geçirmiş. Ancak 40 yılda bir yaşanan bir olaya “bakan adına” müdahale edilince de, kendini bilmez vatandaşlara yeşil ışık yakılmış oluyor.
*****
Haklısınız ama...
Fatih Belediye Başkanı Mustafa Demir aradı dün. Sultanahmet’teki turizm alanında turist otobüslerine çıkarılan zorlukları yazmış ve “Alan trafiğe kapalı ama belediye ve valilik araçları diledikleri gibi park ediyor” demiştim.
Mustafa Demir “Evet haklısınız, maalesef bunu yaşıyoruz” dedikten sonra “Ancak çok önemli ve trafik açısından sıkıntılı bir bölge söz konusu. Üzerinde aylarca çalıştık. TÜRSAB ile işbirliği yaparak çözüm yolları aradık. İşimiz henüz bitmedi, yeni projeler devreye girecek” diye ekledi.
Sonuçta şöyle anlaştık: Sultanahmet, yani tarihi yarımada çok önemli. Telefonla bazı bilgilerin verilmesi kolay değil. Bu nedenle önümüzdeki hafta Fatih Belediye Başkanı ile tarihi yarımada turu yapacağız. Ben eleştirilerimi söyleyeceğim, Başkan da hem cevaplayacak hem de projelerini anlatacak.
*****
Başbakan, “Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin yapısı tartışılmalı” demiş. Anlaşılan Türkiye’deki kurumların yapılarını tartışıp düzelttik, sıra uluslararası kurumlara geldi! (Gani Yıldız)
kaynak