Osmanlı, suyun kıymetini de, hikmetini de idrak etmiş, idrak ettiği için de önce bir su kültürü oluşturmuş, ardından da suyu medeniyete dönüştürmüştür. Bu aynı zamanda bir temizlik medeniyetidir. Suyu aziz bilen Osmanlı, su medeniyetinin kimi mütevazı, kimi şaşaalı yansımaları olan çeşmelerle şehirlerini süslemiştir.
Madem ki, temizlik imandandır ve su her türlü temizliğin ana malzemesidir, günde beş kez abdest alan Osmanlı insanının su ile haşir neşir olması ve bir su kültürü, hatta medeniyeti oluşturması kaçınılmazdı.
Su gibi aziz olmak, su kadar berrak, su gibi aziz, verici, canlandırıcı, dinamik, güçlü, mütevazı, neşeli, izzetli, kıymetli, temiz, mübarek, kararlı ve azimli olmaktır.
Ayrıca su medeniyeti atasözlerimize de yansımış, Su akarken testiyi doldurmalı, Su testisi su yolunda kırılır, Su uyur, düşman uyumaz, Taşıma suyla değirmen dönmez gibi atasözleri dilden dile dolaşıp günümüze kadar gelmiştir.
Bu aynı zamanda bir temizlik medeniyetidir.
M. de Thevenot, 1665 yılında Pariste yayınladığı Relation dun voyage fait an Levant isimli eserinde, Osmanlı ceddimizin su ile bütünleşmeleri sebebiyle sık sık hastalanmadıklarını söyler: Türkler çok yaşarlar ve az hasta olurlar. Öyle zannediyorum ki, Türklerin bu mükemmel sıhhatlerinin başlıca sebeplerinden biri de sık sık hamama gitmeleri ve yiyip içmedeki itidalleridir. Çünkü az yemek yerler, Hıristiyanlar gibi karma karışık şeyler yemezler, içki âlemleri yapmazlar ve daima idman yaparlar.
Osmanlının su ile bütünlenmiş hali, 1552 yılında Osmanlılara esir düşüp, üç yıl boyunca Kaptan-ı Derya Sinan Paşanın yanında kalan ve bu süre içinde kölelikten hekimliğe yükselen İspanyol Pedronun kaleme aldığı, Kanuni Devrinde İstanbul isimli kitabında şöyle anlatılır: İspanyada ömrü boyunca iki kere yıkanmış hiçbir kadın ve erkek göremezsiniz. Türkler ise sık sık yıkanırlar. Türk hamamlarında bol su harcanır. Dünyada İstanbul kadar çeşmesi olan hiç bir şehir yoktur, her sokakta muhakkak bir çeşmeye rastlanır.
alıntıdır