Çanakkale Şiirleri

Gs_HeLL!

New member
BİR YOLCUYA

Dur yolcu! Bilmeden gelip bastığın,

Bu toprak, bir devrin battığı yerdir.

Eğil de kulak ver, bu sessiz yığın,

Bir vatan kalbinin attığı yerdir.



Bu ıssız, gölgesiz yolun sonunda,

Gördüğüm bu tümsek, Anadolu’nda,

İstiklal uğrunda, namus yolunda,

Can veren Mehmed’in yattığı yerdir.



Bu tümsek, koparken büyük zelzele,

Son vatan parçası geçerken ele,

Mehmed’in düşmanı boğuldu sele,

Mübarek kanını kattığı yerdir.



Düşün ki, hasrolan kan, kemik, etin

Yaptığı bu tümsek, amansız, çetin,

Bir harbin sonunda, bütün milletin,

Hürriyet zevkini tattığı yerdir.

NECMETTİN HALİL ONAN


--------------------------------------------------------------------------------

TO A TRAVELLER

Stop wayfarer! Unbeknownst to you this ground
You come and tread on, is where an epoch lies;
Bend down and lend your ear, for this silent mound
Is the place where the heart of a nation sighs.

To the left of this deserted shadeless lane
The Anatolian slope now observe you well;
For liberty and honor, it is, in pain,
Where wounded Mehmet laid down his life and fell

This very mound, when violently shook the land,
When the last bit of earth passed from hand to hand,
And when Mehmet drowned the enemy in flood,
Is the spot where he added his own pure blood.

Think ,the consecrated blood and flesh and bone
That make up this mould, is where is where a whole nation,
After a harsh and pitiless war; alone
Tasted the joyce of freedom with elation.

Necmettin Halil Onan


--------------------------------------------------------------------------------

ÇANAKKALE ŞEHİTLERİNE
.

Şu Boğaz Harbi Nedir? Var mı ki dünyada eşi?

En kesif orduların yükleniyor dördü beşi,

Tepeden yol bularak geçmek için Marmara’ya

Kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya,


Ne hayasızca tahaşşüd ki ufuklar kapalı!

Nerde-gösterdiği vahşetle “bu: bir Avrupalı”

Dedirtir-yırtıcı, his yoksulu, sırtlan kümesi

Varsa gelmiş, açılıp mahbesi, yahut kafesi!


Eski Dünya, Yeni Dünya bütün akvam-ı beşer

Kaynıyor kum gibi, Mahşer mi, hakikat mahşer.

Yedi iklimi cihanın duruyor karşında,

Osrtralya’yla beraber bakıyorsun ; Kanada!


Çehreler başka, lisanlar, deriler rengarenk.

Sade bir hadise var ortada : Vahşetler denk.

Kimi Hindu, kimi Yamyam, kimi bilmem ne bela...

Hani tauna da zuldür bu rezil istila...


Ah o yirminci asır yok mu, o mahluk-i asil,

Ne kadar gözdesi mevcut ise hakkiyle sefil,

Kustu Mehmetçiğin aylarca durup karşısına;

Döktü karnındaki esrarı hayasızcasına,


Maske yırtılmasa hala bize affetti o yüz ...

Medeniyet denilen kahbe, hakikat yüzsüz.

Sonra mel’undaki tahribe müvekkel esbab,

Öyle müthiş ki: Eder her biri bir mülkü harab.


Öteden saikalar parçalıyor afakı;

Beriden zelzeleler kaldırıyor a’makı;

Bomba şimşekleri beyninden inip her siperin;

Sönüyor göğsünün üstünde o aslan neferin.


Yerin altında cehennem gibi binlerce lağam,

Atılan her lağımın yaktığı: Yüzlerce adam.

Ölüm indirmede gökler, ölü püskürtme de yer

O ne müthiş tipidir: Savrulur enkaaz-ı beşer...


Kafa, göz, gövde, bacak, kol, çene, parmak, el, ayak,

Boşanır sırtlara, vadilere, sağnak sağnak.

Saçıyor zırha bürünmüş de namerd eller,

Yıldırım yaylımı tufanlar, alevden seller.


Veriyor yangını, durmuş da açık sinelere,

Sürü halinde gezerken sayısız tayyare.

Top tüfekten daha sık, gülle yağan mermiler...

Kahraman orduyu seyret ki bu tehdide güler!


Ne çelik tabyalar ister, ne siner hasmından;

Alınır kal’a mı göğsündeki kat kat iman?

Hangi kuvvet onu, başa, edecek kahrına ram?

Çünkü te’sis-i ilahi o metin istihkam.


Sarılır, indirilir mevki’-i müstahkemler,

Beşerin azmini tevkif edemez sun’-i beşer;

Bir göğüslerse Huda’nın edebi serhaddi;

“O benim sun’-i bediim, onu çiğnetme” dedi.


Asım’ın nesli... diyordum ya... nesilmiş gerçek:

İşte çiğnetmedi namusunu, çiğnetmeyecek.

Şuheda gövdesi, bir baksana, dağlar, taşlar...

O, rukü olmasa, dünyaya eğilmez başlar,


Vurulup tertemiz alnından, uzanmış yatıyor,

Bir hilal uğruna, ya Rab, ne güneşler batıyor!

Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş, asker!

Gökten ecdad inerek öpse o pak alnı değer.


Ne büyüksün ki, kanın kurtarıyor Tevhid’i...

Bedr’in aslanları ancak, bu kadar şanlı idi.

Sana dar gelmeyecek makber’i kimler kazsın?

“Gömelim gel seni tarihe”desem, sığmazsın.


Herc ü merc ettiğin edvara da yetmez o kitab...

Seni ancak ebediyetler eder istiab.

“Bu, taşındır” diyerek Ka’be’yi diksem başına;

Ruhumun vayhini duysam da geçirsem taşına;


Sonra gök kubbeyi alsam da, rida namıyle;

Kanayan lahdine çeksem bütün ecramıyle;

Mor bulutlarla açık türbene çatsam da tavan;

Yedi kandilli Süreyya’yı uzatsan oradan;


Sen bu avizenin altında, bürünmüş kanına;

Uzanırken, gece mehtabı getirsem yanına,

Türbedarın gibi ta fecre kadar bekletsem;

Gündüzün fecr ile avizeni lebriz etsem;


Tüllenen mağribi, akşamları sarsam yarana...

Yine bir şey yapabildim diyemem hatırına.

Sen ki, son ehl-i salibin kırarak savletini,

Şarkın en sevgili sultanını Salahaddin’i,


Kılıç Arslan gibi iclaline ettin hayran...

Sen ki, İslam’ı kuşatmış, boğuyorken hüsran,

O demir çemberi göğsünde kırıp parçaladın;

Sen ki, ruhunla beraber gezer ecramı adın;


Sen ki, a’sara gömülsen taşacaksın... Heyhat,

Sana gelmez bu ufuklar, seni almaz bu cihat...

Ey şehid oğlu şehid, isteme benden makber,

Sana ağuşunu açmış duruyor Peygamber.

MEHMET AKİF ERSOY


--------------------------------------------------------------------------------

TO THE MARTYRS OF CANAKKALE


This Dardanelles war - without equal in the world
Four or five mighty armies are pressed and are hurled
To reach the Sea of Marmara by hill and pass
So many fleets have surrounded a small mass...

The Old World and the New World, all have come this way,
Bubbling like sand, like a flood, or like Judgement Day;
The seven climes of the world stand opposite you
Australia, beside which observe Canada too!

Different are these hordes in face and skin and sound
Only their violence, forsooth, is equal all round.
Outstretched he lies there, shot right through his spotless brow,
For this Crescent O Lord, what suns are setting no.

O soldier, for this earth's sake fallen to the dust,
If your heavenly forbears kissed your brow, "twere just"
Brave you are, your blood makes "God is one" victorious,
Only the lions of Badr could be as glorious.

Who can dig a sepulchre great enough for you?
History itself, say I, cannot contain you.
That book records the epochs upturned in this race...
Eternities are needed to give you your place.

You, who destroyed the onslaught of the last crusade,
From the dearest sultan of the East, Saladin,
And from Kılıç Arslan who earned high accolade
You who took the iron hoop hemming Islam in

And shattered into pieces on your own strong breast
You with whose spirit move the legends of your name
The iron hoop that robbed Islam of all its rest;
Ages of history overflow with your fame...

No more these horizons for you no more this test...
Martyr son of martyr ask me not for a grave,
The prophet open armed awaits his warrior his warrior brave.

Mehmet Akif Ersoy


--------------------------------------------------------------------------------

ÇANAKKALE


“Söyle arkadaşım” dedi Anadolulu Mehmet
Yanıbaşında ki Anzak erine
“Nerelerden kopup gelmişin
Neden çökmüş bu mahsunluk üzerine”
“Dünyanın öbür ucundan” dedi gencecik Anzak
“Öyle yazmışlar mezar taşıma
Doğduğum yerler öylesine uzak
Örtündüğüm topraksa gurbet bana”

“Dert edinme arkadaşım” dedi Mehmet
“Değil mi ki yurdumuzun koynundasın ilelebet
Sende artık bizdensin
Sende bencileyin bir Mehmet”

Çanakkale toprağının
Üstü cennet altı mezar
Kavga bitmiş mezarlarda
Kaynaş olmuş yiten canlar
“Ya sen” dedi Mehmet
Oyun çağındaki İngiliz erine
“Yaşın ne senin kardeş
böylesine erken buralarda işin ne”

“Yaşım sonsuza dek on beş”
dedi ufak tefek İngiliz eri
“Köyümde askercilik oynar
coştururdum trompetle bizimkileri

Derken kendimi cephede buldum
Oyun muydu gerçek miydi anlamadan
Bir sahici kurşunla vuruldum
Sustu boynumdaki trompet

Son verildi böylece oyundan bozma işime
Gelibolu’da bana bir yer kazıldı
Mezar taşıma ‘Onbeşinde trampetçi’ yazıldı
Öyküm de künyem de bundan ibaret...”

Yağmur yağıyordu usul usul toprağa
Gözyaşları düşerek üstüne sanki
Damla damla ağlıyordu uzaktan uzağa
Sahibini yitiren bir trompet
“Ya sizler” dedi Mehmet
Dünyanın dört kıtasından
Mezar dolusu erlere
“Hangi rüzgar savurdu sizleri
bu bilmediğiz yerlere?”

Kimi İngiliz’di kimi İskoç
Kimi Fransız’dı kimi Senegalli
Kimi Hintli kimi Nepalli
Kimi Avustralya’dan Yeni Zellanda’dan Anzak
Gemiler dolusu asker
Her biri niye geldiğinden habersiz
Gelibolu’nun oya gibi koylarından sızarak
Tırmanmışlardı dağa bayıra
Siper siper yara gibi yarılan toprak
Mezar olmuştu savaş ardından onlara

Kiminin burada yattığı sanılır
Kiminin adı bilinse de mezarı bilinmez
Kiminin de mezar taşında
On altı,on yedi on sekiz yaşında
Ebedi istirahate çekildiği yazılı
Çanakkale topraklarında
Her birinin erken biten yaşam öyküsü
Eski yazıtlar gibi taşlara böyle taşlara böyle kazılı
“Anlamaz mıyım”dedi “halinizden kardeşler”
adına yazılı taşı bile olmayan asker
Anadolulu Mehmet

“Bende yüzyıllarca yaban ellerde
Neyin uğruna bilmeden can vermişim
Kendi yurdum uğruna can vermenin tadına
İlk kez Çanakkale’de ermişim

Uğrunda can verdikçe vatanlaştı ancak
Ekip biçtiğim padişah mülkü toprak
Değil mi ki sizler alamazsanız bile
Bu topraklar almış sizleri basmış bağrına
Sizlere de vatan sayılır artık Çanakkale...”

Çanakkale toprağının
Üstü cennet altı mezar
Kavga bitmiş mezarlarda
Kaynaş olmuş yiten canlar

Bir garip savaştı Çanakkale Savaşı
Kızıştıkça kızgınlığı dindiren
Ara verdikçe ateşe düşmanı kardeşe
Döndüren bir savaş
Kıyasıya bir savaştı
Ama saygı üreten bir savaş
Yaklaştıkça birbirine
Karşılıklı siperler
Gönüllerde yakınlaştı
Düştükçe vuruşanlar toprağa
Dostlar gibi kaynaştı

Savaş bitti
Ölenler kaldı sağlar gitti
Köylü köyüne döndü evli evine

Kır çiçekleri geldiler akın akın
Çekilen askerlerin yerine
Yaban gülleri dağ laleleri papatyalar
Kilim kilim yayıldılar toprağa
Siper siper
Toprağın savaş yaralarını örttüler
Koyunlar koruganları yuva yaptı kendine
Kuşlar döndü gökyüzüne kurşunların yerine
Çiçeğiyle yemişiyle yeşiliyle
Silah yerine sapan tutan elleriyle
Geri aldı savaş alanlarını doğa
Can geldi toprağa silindikçe kan izleri

Yeryüzünde cennet oldu öylece
O cehennem savaş yeri

Şimdi Çanakkale Gelibolu
Bahçe bahçe
Ülke ülke
Mezar dolu

Üstü cennet altı mezar
Çanakkale toprağının
Kavga bitirmiş mezarlarda
Kaynaş olmuş yiten canlar
“Huzur içinde uyusun”
Vuruştukları topraklarda
Kavgadan kinden uzakta
Yanyana dostça yatanlar

BÜLENT ECEVİT


--------------------------------------------------------------------------------

GALLIPOLI

"What land werw you torn away from
what makes you so sad having come here"
asked Mehmet the soldier from Anatolia
addressing the Anzak lying near

"From the uttermost ends of the world I come
so it writes on my tombstone"
answered the youthful Anzak "and here I am
buried in land that I had not even known"

"do not be disheartened mate"
Mehmet told him tenderly
"you share with us the same fate
in the bosom of or country

you are not a stranger anymore
you have become a Mehmet just like me"

a paradise on earth Gallipoli
is a burial under the ground
those who lost their lives in fighting
lie there mingled in friendly compound
Mehmet then asked an English soldier
who seemed to be at the playing age
"how old are you little brother
what brought you here at such an early stage"
"I am fifteen forever" the English soldier said
"in the village from where I come
I used to play war with the children
Arousing them with my drum

then I found myself in the front
was it real or a game before I could tell
my drum fell silent
as I was struck with a shell

a place was dug for me in Gallipoli
on my stone was inscribed “drummer age fifteen”
thus ended my playful task and this is the record
of what I have done and what I have been"

a distant drum bereaved of its master
was weeping somewhere around
as drops of tear fell on it
with the soft rainfall on the ground
what winds had hurled
all those youthful brains
from four continents of the world
to the Gallipoli graves
Mehmet asked in wonder

they were English or Scotch
they were French or Senegalese
they were Indians or Nepalese
they were Anzacs
from Australia and New Zealand
shipsful of soldiers who had landed
on the lacy bays of Gallipoli not knowing why
climbed the hills and slopes rising high
digging trenches cutting the earth like wounds
to shelter as graves those were to die

some where believed to be buried
in one cemetery or another
some where in graves unknown
all had entered into rest
in the language of the tombs
at the age of sixteen or seventeen or eighteen
under the soil of Gallipoli

thus their short lived stories were told
as inscriptions on tablets of old
buried there Mehmet of Anatolia
without a stone to tell
consoled them saying "brothers"
I understand you so well

for centuries I also had to die
in distant lands not knowing why

for the first time I gave my life not feeling sore
for I gave it here for my own in a war

thus the sultans fief tilled for ages with my hand
has now become for me a motherland

you who died in this land you did not know
are no more foreigner or foe
for the land which you could not take
has taken you to her bosom too
you therefore belong here
as much as I do

in Gallipoli a strange war was fought
cooling off the feelings
as fighting became hot
it was a ruthless war
yet breeding respect
in heart to heart exchange
as confronting trenches
fell into closer range

turning foe to friend
as the fighters reached their end


the war came to a close
those who survived
returned to their lands and homes
leaving the dead behind

wild flowers wave after wave
replaced the retiring soldiers
wild roses and mountain tulips and daisies
were spread as rugs on the ground
covering trench -by- trench
the wounds of fighting on the earth
the ship turned the bankers into sheds
the birds replaced the bullets in the sky
nature with hands holding the plough instead of guns
captured back the battlegrounds
with its flowers and fruits and greenery
and life returned to the soil
as traces of blood were effaced

turning the hell of the battlefield
into a paradise on earth

Gallipoli now abounds
with gardens full
with nations full
of burial grounds

a paradise on earth Gallipoli
is a burial under the ground
those who lost their lives in fighting
lie there mingled in friendly compound

"Iying side by side"
as "friends in each other's arms"
they may "sleep in comfort and peace"
in the land for which they died


Written and Translated by: Bulent Ecevit


--------------------------------------------------------------------------------

ERGİNLİK SAVAŞI ÖYKÜLERİ EZİNELİ YAHYA ÇAVUŞ


Karşı tepeleri tutmuştu düşman Karşı tepeleri tutmuştu düşman
Altmış bin kişiye altmış beş insan Altmış bin kişiye altmış beş insan
Durduracaktı olduğu yerde Durduracaktı olduğu yerde
Topçumuz yoktu yalnız siperde Topçumuz yoktu yalnız siperde

Bir tek makineli tüfek kalmıştı Bir tek makineli tüfek kalmıştı
Düşman üstümüze ateş salmıştı Düşman üstümüze ateş salmıştı
Karşıdaki sırtlardan kudurmuş gibi Karşıki sırtlardan kudurmuş gibi
Gülleler uçuyor kızıl kuş gibi Gülleler uçuyor kızıl kuş gibi

Barut dumanıyla dolan havada Açtığı ateşle bir avuç yiğit
Kurşunlar vızlıyor toplar arada Altmıştan otuza düşerek şehit
İnleye inleye sarsıyor yeri Tam otuzaltı saat dayanıp durdular
Kaplıyor bir kara bulut gökleri Düşmanı en azgın yerinden vurdular

Açtığı ateşle bir avuç yiğit Bir kahraman takım ve Yahya Çavuştular
Altmıştan otuza düşerek şehit Tam üç alayla burada gönülden vuruştular
Tam üç gün üç gece dayandı durdu Düşman tümen sanırdı bu şaheser erleri
Düşmanı en azgın yerinden vurdu Allah'ı arzu ettiler, akşama kavuştular

Makineli tüfek bir orak gibi (Bu şiirin ilk üç kıtasının Hasan
Yere seriyordu yüzlercesini Boz'a, son kıtasının ise eski
Düşman hiç durmadan kırılıyordu Çanakkale Valisi Namık Sevik'e ait
Türk’ün öz hıncından pek yılıyordu olduğu bilinmektedir. Sevik, bu
eklemeyi Yahya Çavuş Anıtı'nın
Yazık ki sayımız çok azalmıştı açıldığı 1962 yılında yapmıştır.)
Ne bir fişek, ne de kuvvet kalmıştı
Çelikten yürekli erlerimizle
Ne ilerimizde ne gerimizde

En küçük kurtuluş ümidi yoktu
Her kurşun sanki zehirli bir oktu
Yurt için ölmenin gelmişti çağı
Sönmesin diyerek vatan ocağı

Hepsi de ateşe atılacaklar
Yurt sunamlarına katılacaklar
Bu ak düşünceyle süngü taktılar
Davranmak üzereyken bir de baktılar

Hücuma kalkmaya vakit kalmadı
Her yandan onları sarmıştı düşman
Kimi esir oldu kimisi şehit

Makineli tüfek başında
Yiğit bir Türk subayı eli tetikte
Durup bekliyordu onu görünce

Atıldılar birden olduğu yerden
Götürdüler onu düşman komutanına
Komutan bu Türk kahramanına

Uzun uzun bakıp şunları sordu
Siz deli misiniz, çetin bir ordu
Üstünüze gelmiş, hücum ederken
Savaştasınız sanki kaderle

Hiç akla sığar mı böyle çılgınlık
Dinliyordu subay, yoktu yılgınlık
Tunçlaşan yüzünde cevap vermedi
Bu düşüncelere aklı ermedi

Çünkü Türk aldığı ödevi yapar
Başka şey düşünmez, ulusa tapar
Ulus için ölmek onca kutludur
Her şeyi Türklüğün yüzünden bulur

Seve seve verir kendi canını
Kurtarır sonunda öz vatanını
Komutan subaydan cevap istedi
Türk subayı ona şöyle söyledi

Bana bak azlık çokluk iş benden sorulmaz
Yasa budur emre karşı durulmaz
Biz Türk askeriyiz
Namuslu yaşar namuslu ölürüz
Sözüm bu kadar

HASAN BOZ




--------------------------------------------------------------------------------



GAZEL-İ HÜMÂYÛN



Savlet etmişti Çanakkale'ye bahr ü berden

Ehl-i İslâm'ın iki hasm-ı kavîsi birden



Lâkin imdâd-ı ilâhi yetişip ordumuza

Oldu her bir neferi kal'a-i pûlad beden



Asker evlatlarımın pîş-geh-i azminde

Aczini eyledi idrâk nihâyet düşmân



Kadr ü haysiyyeti pâ-mâl olarak etti firâr

Kalb-i İslâm'a nüfûz eylemeye gelmiş iken



Kapanıp secde-i şükrâna Reşâd eyle duâ

Mülk-i İslâm'ı Hudâ eyleye dâim me'men



SULTAN V. MEHMED REŞAD


--------------------------------------------------------------------------------

ÇANAKKALE'DE RUHLAR

Gurbette geçen yolculuğum üç aya vardı
Etrafımı çepeçevre saran sanki duvardı
Olmuştu büyük, süslü şehirler bana zindan
Dünyayı gözüm görmedi yurt hastalığından.

Döndüm; bu yeşil tablo uzaklarda belirdi:
Bir gün vapur aheste Çanakkale’ye girdi.
Tuttum, ona hürmet ederek şapkamı elde:
Durmuştu o kaç devlete; gaziydi bu belde…

Türk bayrağının ufkuma ilk doğduğu gündü:
Maydos’ta ateş külleri halinde göründü.
Ben sarhoş olurken Boğaz’ın manzarasından,
Bir abide yükseldi ağaçlar arasından.

Baktım, bu, şehitlikte dikilmiş bir anıttı;
Daldım… Bu anıt neş’emi bir anda dağıttı:
Vaktiyle bu yerlerde ölen gençleri andım,
Dağlandı içim, ben de bakarken yaralandım.

Akşamdı. Sararken eriyen dağları sisler,
Sandım geliyor eski siperlerden akisler,
Canlandı savaş, kan dolu bir perde çekildi.
Birden o şehit ruhları karşımda dikildi.

Karşımda dirilmiş, dile gelmiş gibi durdu.
Hiç ummadığım bir nefer isyanla kudurdu:
- Ben evde ölenlerle bugün bir mi tutuldum?
- Ben yurt için öldüm, niye erken unutuldum?

Haklıydı. Ararken utanıp kaçmaya bir yer,
Tutmuştu elimden beni bir koç yiğit asker:
- Git annemi gör, sor ki perişan mı oğulsuz,
- Git, koyma hiç olmazsa onun sırtını çulsuz.
- Ver, Tanrı için yoksula bir lokmacık ekmek,
- Aç karnına güçtür bu kadar mihneti çekmek…

Yaşlar akadursun bu şikayetle gözümden,
Bir genç adam yaklaştı: Vurulmuştu yüzünden,
Delmişti temiz alnını kurşun… Yere çöktü,
Kanlar sızıyorken yarasından, derdini döktü:

- Hiç yoktu sebep… Cenge sürenler bizi kimdir?
- Köylerde kalan bir çocuğum var, ki yetimdir…
- Parçaydı canımdan, iki yıllık güneşimdi,
- Git bak… O şehit oğlu sürünmekte mi şimdi?

Kalbim eriyip düştü gözümden iki damla,
Ben hasbıhal ettim daha dertli bir adamla, meyus dedi:
- Jandarmayı buldum düğünümde,
- Gittim o sabah askere en zevkli günümde.
- Bir haftada bahtım beni Kumkale’ye attı,
- Ettikti hücum; dört bir yanı süngü kuşattı,
- Dul kaldı karım böyle… Unutmam onu asla..

Ruhlar çekilip gitti; içim doldu bu yasla,
Yattım, gece rüyada fakat mahşeri gördüm,
Bir harbe sebepsiz atılan Enver’i gördüm;
Baktım ki, azaplar çekerek kıvranıyordu,
Etrafını sarmıştı alevler, yanıyordu…

NECDET RÜŞDÜ

Yeni Mecmua, 5 Mayıs 1939, Sayı:1


--------------------------------------------------------------------------------

ÇANAKKALE

Uzaklarda bir ada var,

Halkına derler İngiliz,

Hem medeni, hem canavar,

Fendinden emin değiliz.



Doğrulukta Rus Kazağı,

Onun yanında sofudur.

Topu tutar dört bucağı

Denizlerin Moskofu'dur.



Budur en gizli emeli:

Müslümanlar uyanmasın!

Uçtan uca İslam ili

Kendine arpalık kalsın..



Allah dedi: "Kabul olsun".

Ümmetimin bedduası,

Dağılsın ordusu Rus'un,

İngilizlerin donanması..



Türk dedi: "Demek yaradan

Kurtarmayı ister bizden;

Karaları Kızıl Rus'tan,

Denizleri İngiliz'den...



Türk köyünden kalktı geldi.

Hazırladı siperine...

Bu geliş ok gibi deldi,

İngiliz'in ciğerini.



Moskof dedi İngiliz'e:

"Çanakkale aşılmalı;

Kızıl, Kara, Akdeniz'e

Hakimiz, anlaşılmalı..."



İngiliz, Fransalı'yı,

Aldı beyaz kotrasına...

Tutmuşum sandı yalıyı,

Geldi Boğaz sefasına...



Beş Mart'ta iki donanma,

Kal'amıza saldırdılar...

Toplarımız coşkun suya,

Zırhlıları daldırdılar...



İngilizler korktu kaçtı,

Rus ümidi kesti artık;

Anarşistler bayrak açtı,

Rus ilinde düştü Çarlık...



Çok geçmeden birdenbire,

Parçalandı Rus ülkesi,

Sevinçle düştü tekbire,

Elli milyon Türk'ün sesi...



Ancak "Turan" hayal değil.

Hakikata döndü bugün...

Türk bilecek yalnız bir dil,

Bizim için bu düğün...



Çanakkale dört devlete,

Galebeye sen çevirdin!

Çar kölesi yüz millete,

İstiklali sen getirdin!



Senden ötürü bilsen daha,

Kurtulacak nice ülke...

Ne Afrika, ne Asya'da,

Kalmayacak müstemleke...



Çünki nasıl karalarda,

Artık yoksa Rus zorbası;

Gezemeyecek deryalarda,

İngiliz'in donanması...



ZİYA GÖKALP

Yeni Mecmua, Nüsha-i Fevkalade, 1331

alıntıdır!


bugün başka başlık açtım bunu orda vermeyerek diyeceksiniz forumun kuralını ihlal ettin ama ben istedim ki böyle bir konu gözden kaçmasın!:cool:
 

HTML

Üst