Son bir sigara içelim öyle git gideceksen diyor kulaklarımda uğuldayan şarkı. Sigarası, parmakları, içine çekişi...O dumanın altında az ağlamadım ben. Siz şimdi sigara içiyor musun diye sorduğunuzda içime çekiyorum onu. İçinde değil mi diyeceksiniz. Ara sıra dışarı çıkarıyor kendini, yüreği daralıyor belki de içimde sürekli kendi kendine kalmaktan. Onun için önerilerde bulunuyor bana. Otobüsle giderken doğayı,insanları izle diyor. Oysa ben ağaçların gövdelerine , kabuklarına bakıyorum sürekli. Beni avutan ama sıradanlaştırmayan ellerini andırıyor bana ağaçlar.
Sen seni andıran şeyler istemiyorsun bende. Nasıl bir çelişkiyse ; bazı duygularıma nokta koyacağımı söylediğimde sen onları noktalı virgül yapabileceğini söylüyorsun. Bununla yetinmeyip bana dokunmayı özlediğini ekliyorsun. Ben bunun üzerine ne bir cümleye başlayabilirim ne de bir şiire, hatta bir parantez bile açamam bundan böyle.
Seneler geçecek aradan unutacaksın diyorsun. Şarkılar olmasaydı, izmaritler ya da unutulabilirdin. Gördüğün gibi edilgin bir cümle kurdum unutmakla ilgili. Konu sen olunca özneyi yitiriyorum hep. Siz ise soruyorsunuz bana en sevdiğim oyunu. Saklambaç diyorum artık hiç sevmediğimi ekleyerek; sevmiyorum çünkü kendimi yitirip onu aradığım ve onu bulduğum bir oyun bu. Biliyorum artık ben olmayınca karşılaşamayız, yürümek ve söyleşmek bir yana.
"Uzaklarda" yı söylüyorum mırıldanarak, birbirimize kırgın olduğumuz halde sen ıslıkla eşlik ediyorsun bana. Seneler sonra hiç görüşmesek de biliyorum ki o şarkıya eşlik etmektesin.
Siz onu anlatmamı istiyorsunuz. O yokken yastığından içime çektiğim kokuyu ya da ağustos sıcağında kazağını giymekten duyduğum o heyecanı anlatamadım. Siz bir gün bana kitap okuyor musun bu aralar demiştiniz. Ben de hayır deyince yaşıyorsun o zaman dediniz. Şarkının da dediği gibi işte öyle bir şey...
Bir duygunun şey diye tanımlanması yadırganabilir. Belki de duygunun adı şey değildir de sıfatı yadırganandır. Sabahın beşinde evden usulca ayrılıp kahvaltı için ona yumurta götürmek, gecenin üçünde uyandırılıp dostum diye başlanan bir cümle yadırganabilir bunlar da ya da "saat dört yoksun" u dinlerken intihara teşebbüs etmek yadırganabileceği gibi yargılanabilir de.
Belki de en kötü yargı o deli buradaysa bir daha gelmem demesidir onun ya da bütün kış ona yazdığınız şiirlerden oluşan defterdeki şiirleri okuduktan sonra boktandı denmesidir şiirler için.
'yalnızlığım benim sidikli kontesim'
Öykünürsünüz Can Yücel'e ve dersiniz ki 'suçlar işlemekteyim martıların utandığı, ne kadar İstanbul olursam o kadar iyi' ve bitirirsiniz şiirinizi şu dizelerle: 'daha ne söyleyecekler bittiğimi mi başlarım onlara öyleyse' başlayamazsınız bir türlü bitiremediğinizden içinizde.
Bir de bakarsınız bir gün kaybetmişsiniz onu. Bir başka yüzde gözleri belirir önce,sonra
dikkatle baktığınızda ellerini görürsünüz bir yabancının ellerinde. Başınızı dizlerine koyup zamanın durmasını beklersiniz. Tüm Türkiye'nin buna şahit olduğuna inanıp alkışları duymak istersiniz. Yandığınız içindir yanılgı ve yanıldığınız için yanarsınız. Artık ağaçlara dokunmak, sabahlara kadar kestanecilerin yanında beklemek zamanının geçtiğine inanırsınız. Ama inanamazsınız evlenme teklif edildiğine size. Edildiğine işte bir edilgin fiil daha. Ama bu sefer özne bilinmemektedir ve hiç bilinmeyecektir.
Polis kılığına girer sevdiğiniz, doktor kılığına girer, bir an anneniz oluverir, bir an babanız. Ama hep maskelidir. Korkutmak için değil, hep yanınızda olmak istediğinden. Maskenin altında olanın o olduğunu söylemek istemezsiniz. Sürprizini bozmamak için. Evleneceğiniz gün yavaş yavaş yaklaşırken birden bilincine varırsınız düğünün doğum gününüzde olacağının.
Doğum günü gelir ve doktorunuz sorar bugün doğum günün müydü diye. Bir burukluk duyarsınız içinizde. Çünkü maskelerin olmadığını olamayacağını anlarsınız. Sadece burukluk duymazsınız bir de boşluk kaplar içinizi size evlenme teklif edenin bir yabancı olduğunu fark ettiğinizde. Artık şarkılar hiçbir şey söyleyemezler ya da sadece şunu söyleyebilirler: 'sokaklarda ne ararsın beni kimden sorarsın?
Yasemin Şenyurt
Sen seni andıran şeyler istemiyorsun bende. Nasıl bir çelişkiyse ; bazı duygularıma nokta koyacağımı söylediğimde sen onları noktalı virgül yapabileceğini söylüyorsun. Bununla yetinmeyip bana dokunmayı özlediğini ekliyorsun. Ben bunun üzerine ne bir cümleye başlayabilirim ne de bir şiire, hatta bir parantez bile açamam bundan böyle.
Seneler geçecek aradan unutacaksın diyorsun. Şarkılar olmasaydı, izmaritler ya da unutulabilirdin. Gördüğün gibi edilgin bir cümle kurdum unutmakla ilgili. Konu sen olunca özneyi yitiriyorum hep. Siz ise soruyorsunuz bana en sevdiğim oyunu. Saklambaç diyorum artık hiç sevmediğimi ekleyerek; sevmiyorum çünkü kendimi yitirip onu aradığım ve onu bulduğum bir oyun bu. Biliyorum artık ben olmayınca karşılaşamayız, yürümek ve söyleşmek bir yana.
"Uzaklarda" yı söylüyorum mırıldanarak, birbirimize kırgın olduğumuz halde sen ıslıkla eşlik ediyorsun bana. Seneler sonra hiç görüşmesek de biliyorum ki o şarkıya eşlik etmektesin.
Siz onu anlatmamı istiyorsunuz. O yokken yastığından içime çektiğim kokuyu ya da ağustos sıcağında kazağını giymekten duyduğum o heyecanı anlatamadım. Siz bir gün bana kitap okuyor musun bu aralar demiştiniz. Ben de hayır deyince yaşıyorsun o zaman dediniz. Şarkının da dediği gibi işte öyle bir şey...
Bir duygunun şey diye tanımlanması yadırganabilir. Belki de duygunun adı şey değildir de sıfatı yadırganandır. Sabahın beşinde evden usulca ayrılıp kahvaltı için ona yumurta götürmek, gecenin üçünde uyandırılıp dostum diye başlanan bir cümle yadırganabilir bunlar da ya da "saat dört yoksun" u dinlerken intihara teşebbüs etmek yadırganabileceği gibi yargılanabilir de.
Belki de en kötü yargı o deli buradaysa bir daha gelmem demesidir onun ya da bütün kış ona yazdığınız şiirlerden oluşan defterdeki şiirleri okuduktan sonra boktandı denmesidir şiirler için.
'yalnızlığım benim sidikli kontesim'
Öykünürsünüz Can Yücel'e ve dersiniz ki 'suçlar işlemekteyim martıların utandığı, ne kadar İstanbul olursam o kadar iyi' ve bitirirsiniz şiirinizi şu dizelerle: 'daha ne söyleyecekler bittiğimi mi başlarım onlara öyleyse' başlayamazsınız bir türlü bitiremediğinizden içinizde.
Bir de bakarsınız bir gün kaybetmişsiniz onu. Bir başka yüzde gözleri belirir önce,sonra
dikkatle baktığınızda ellerini görürsünüz bir yabancının ellerinde. Başınızı dizlerine koyup zamanın durmasını beklersiniz. Tüm Türkiye'nin buna şahit olduğuna inanıp alkışları duymak istersiniz. Yandığınız içindir yanılgı ve yanıldığınız için yanarsınız. Artık ağaçlara dokunmak, sabahlara kadar kestanecilerin yanında beklemek zamanının geçtiğine inanırsınız. Ama inanamazsınız evlenme teklif edildiğine size. Edildiğine işte bir edilgin fiil daha. Ama bu sefer özne bilinmemektedir ve hiç bilinmeyecektir.
Polis kılığına girer sevdiğiniz, doktor kılığına girer, bir an anneniz oluverir, bir an babanız. Ama hep maskelidir. Korkutmak için değil, hep yanınızda olmak istediğinden. Maskenin altında olanın o olduğunu söylemek istemezsiniz. Sürprizini bozmamak için. Evleneceğiniz gün yavaş yavaş yaklaşırken birden bilincine varırsınız düğünün doğum gününüzde olacağının.
Doğum günü gelir ve doktorunuz sorar bugün doğum günün müydü diye. Bir burukluk duyarsınız içinizde. Çünkü maskelerin olmadığını olamayacağını anlarsınız. Sadece burukluk duymazsınız bir de boşluk kaplar içinizi size evlenme teklif edenin bir yabancı olduğunu fark ettiğinizde. Artık şarkılar hiçbir şey söyleyemezler ya da sadece şunu söyleyebilirler: 'sokaklarda ne ararsın beni kimden sorarsın?
Yasemin Şenyurt