BağHan
Banned
- Katılım
- 24 Nis 2009
- Mesajlar
- 116
- Reaction score
- 0
- Puanları
- 0
Türkler niçin solcu bir millettir?
“Türk milletinin genetik olarak devletine, milletine candan bağlı, bağımsız ve özgür yaşamayı karakteri yapan, insan odaklı bir düşünce sistemine bağlı olduğunu görürüz. Bugün, böyle düşünen insanlara siyasi edebiyatta “Ulusal Solcu” denir. Öyle ise Türk milleti genelde genetik olarak “Ulusalcı” ve “Solcu” bir millettir.
Türk milletinin, tarihin derinliklerinde gizli kalmış ya da bir sis perdesi ile örtülmek istenmiş ve bizlerden saklanmış sosyal yaşamı, yönetim biçimi, Marks ve Engels’ten yüzyıllar önce düşünülmüş ve uygulamaya konulmuş insan merkezli (sol) bir yönetim ve anlayış tarzıdır.”
Hüseyin Adıgüzel
Hüseyin Adıgüzel bir ilk’e imza attı
TÜRKSOLU’nun bir siyasi mücadele gazetesi olarak yayın hayatına girmesi ile Türkiye’de Ulusal Sol İdeoloji’nin inşa süreci başladı. Gazetemiz 2002 Nisan’ında çıkan ilk sayısında 8 maddelik bir manifesto yayınladı. Bu manifestonun 7. maddesi şöyle başlıyordu: “TÜRKSOLU, Batı uygarlığına karşı mücadele ederken milliyetçilik bayrağını yükseltir.”
O tarihten bugüne başyazarımız Gökçe Fırat, enternasyonalizmin yanlışlığını ortaya sererek solun niçin milliyetçi olması gerektiğini açıkladı ve dünya çapında ayrı bir sosyalist terminoloji oluşturarak “Ulusal Sol İdeoloji”yi ortaya koydu.
Gökçe Fırat, ulusal solun siyasi programını Altı Ok, ilk uygulayıcısı ve liderinin de Mustafa Kemal Atatürk olduğunu söyledi. Atatürk’le başlayan ulusal sol gelenek Nazım’lardan Mehmet Ali Aybar’lara, Deniz Gezmiş’lerden Uğur Mumcu’lara uzanıyordu.
Peki ya Ulusal Sol’un Türkiye dışındaki öncülleri kimlerdir? En başta Sultan Galiyev olmak üzere Ruskılov, Vahidov ve Nerimanov ilk aklımıza gelen isimler… Bu büyük insanları Türkiye, birkaç yıl öncesine kadar tanımıyordu. Ta ki, Hüseyin Adıgüzel, İleri yayınlarından “Milli Komünizmin Öncüleri” dizisini hazırlayıncaya kadar…
Hüseyin Adıgüzel, bilinmeyen bir dünyayı bize tanıttı ardı ardına çıkardığı kitaplarla. Sovyet Devrimi’ne büyük emek vermiş “milli komünistler”in fikirlerinin “Ulusal Sol İdeoloji” ile nasıl örtüştüğü ilk kez Adıgüzel’in kitapları sayesinde öğrendik.
Hüseyin Adıgüzel yeni kitabı “Tarih Boyunca Türkler ve Solculuk” ile yine bir ilk’e imza attı. TÜRKSOLU manifestosunun ilk maddesinde, “Türk halkının sorunlarını ancak sol bir düşünce ve eylem ile çözülebilir” tespiti yapılıyordu. İşte Adıgüzel, daha önce kimsenin yapmadığı bir işi yaptı ve bu tespite, Türk tarihini araştırarak katkıda bulundu.
Kitap, Türk’ün binlerce yıllık geleneğinin ve karakteristik özelliklerinin çağımızın “sol” anlayışıyla nasıl örtüştüğünü ve Türk milletinin yapısına en uygun ideolojinin “ulusal sol” olduğunu net bir biçimde ortaya koymakta.
Adıgüzel, solun Türk milletine yabancı olduğu yönündeki düzeysiz propagandaya, Türk tarihinden öyle güçlü örnekler cevap veriyor ki, kitabın sonunda “sağcılık Türk milletine yabancıdır, Türkler sağcı olamaz” sonucunu çıkarıyorsunuz.
Şimdi bu sonuca ulaşmamızı sağlayan olgulara bir bakalım…
Türkler’in toplumsal yapısı
Türk uygarlığı deyince aklımıza ilk gelen göçebeliktir. İlkokuldan beri atalarımızın göçebe olduğu ve hatta barbara olduğu anlatılır bize. Yerleşik kültür uygarlık olarak gösterilirken, göçebelik ise geri kalmışlığın göstergesi olarak öğretilir.
Türk çocuğuna ilk sosyal bilgiler dersiyle birlikte Batı karşısında aşağılık duygusu şırıngası yapılmaktadır. Atasının göçebeliğinden utanan Türk çocuğu, kültür emperyalizminin saldırısı altındadır.
Adıgüzel, yıllarca olumsuz bir biçimde aktarılan göçebeliğin Türk insanın, Batı’daki gibi feodal ya da köleci bir sistemi yaşamamasını sağladığını şöyle ortaya koymaktadır: “Toprağa bağlı bir yaşam tarzını benimsemeyen özgür bir toplumun, toprağa bağlılıktan doğan derebeylik ve serf sistemini hiç tanımaması gayet doğaldır. Bu yüzden Türk toplumunda toprağa bağlı bir kölelik ve varlığa bağlı bir sınıf ayrımı hiç olmamıştır.”
Bize olumsuz olarak sunulan göçebelik aslında Türkleri Batı’daki kölecilik veya feodalizm gibi gerici yönetim biçimlerinden korumuştur. Türklerdeki kolektif yaşam ve keskin sınıf ayrımlarının olmaması göçebeliğin bir getirisidir. Göçebe kültür, Adıgüzel’e göre “Türk milletinin sağlam karakterinin, bağımsızlığa ve özgürlüğe düşkünlüğünün temel nedenidir.”
At üstünde oradan oraya gitmek değildir göçebelik. Zaten böyle bir şey mümkün değildir. Tersine göçebe kültür güçlü bir organizasyon yeteneğini yaratmıştır Türkler’de. Çağının en üstün devlet mekanizmasını Türkler oluşturmuştur.
Türkler’de devlet-halk ilişkisi
Devletin başında yetkisi Türk töresi ile belirlenmiş, hatta sınırlandırılmış hakan otururdu. Hakanın başlıca görevi halkının dirliğini, düzenliğini sağlamak, halkı doyurmak ve giydirmek, töreyi uygulamaktı. Milletin ve devletin özgür ve bağımsız yaşamasından birinci derecede o sorumluydu.
Hakanın yanında onun aldığı kararlar üzerinde görüş bildiren Hatun vardı. Hakan toplumun önemle sorunları hakkında karar alacağı zaman Keneş’i(danışma meclisi) toplar ve orada toplumun önde gelenlerinin görüşlerini alırdı. Bu kişiler halkın her kesiminden üstün nitelikli ve görevlerinde başarılı olmuş, hiçbir verasete ve asalete bağlı olmayan kişilerdi.
Adıgüzel, bu durumu haklı olarak devlet idaresinde “demokratik bir yöntem” olarak tanımlıyor. Batı’daki çok geniş yetkilere sahip krallar ve onların da altında köylüyü ezen serfler vardır. Türk toplumunda ise böyle bir sınıflaşma görülmemiştir.
Türkler’in devlet idaresinde Batı’dan farklı ve üstün yönü halkla olan ilişkisidir. Adıgüzel, bu durumu şöyle açıklıyor: “Türk toplumunda halk(millet) devletin kölesi değil, devletin sahibidir. Çünkü devleti ortaya çıkaran millettir, devlet onun eseridir. Millet kendi eserini sever, benimser, korur. Devletinden de, iç ve dış güvenliğini, milletini yedirip içirmesini, tek sözle millete bakmasını ister. Devletle millet arasında yazıya geçirilmemiş duygusal bir antlaşma vardır.”
Batı’da egemen sınıfın baskı aygıtı olarak ortaya çıkan devlet anlayışının tam tersidir bu. Halkın devlete yabancılaşması diye bir durum sözkonusu değildir. Devlet-millet birliği gerçekleşmiştir. Bu mesele bugün bile sosyalistler arasında tartışılan bir meseledir.
Türk milleti bağımsız yaşaması için devletin birliğinin ve güçlü olmasının önemini kavramıştır. O yüzden devleti için her tülü fedakârlığı yapar. Adıgüzel’e göre “bu duyguyu taşıyan fertlerin tümü bu yüzden gönüllü askerdir, paralı askerlik tarih boyunca Türk toplumunda olmamıştır.”
Devlete karşı görevlerini yapan halkın da devletten töre gereği isteklerde bulunma hakkı vardır. Bu konuda kitapta Yusuf Has Hacip tarafından yazılan ve Karahanlı Hakanına sunulan Kutadgu Bilig adlı eser örnek verilmiş. Yusuf Has Hacip milletin devletten(hükümdardan) isteklerini “1. adil yönetim, 2. ekonomik istikrar, 3. güvenlik içinde yaşamak.” şeklinde sıraladıktan sonra şu uyarıyı yapmaktadır: “Ey hükümdar, sen halkın bu hakkını öde ki, sonra kendi hakkını iste!”
“Gece uyumadım, gündüz oturmadım, millet için çalıştım. Aç milleti doyurdum, çıplak milleti giydirdim” diyerek tarihe not düşen(daha doğrusu hesap veren) Göktürk Hakanı Bilge Kağan’ın devlet anlayışıdır Türkleri diğer milletlerden farklı kılan.
Adıgüzel, kitabında Türk devletinin halkına sorumluluğunu yansıtan pek çok örnek verdikten sonra, çok çarpıcı bir biçimde Fransa kraliçesi Marie Antoinette’nin “ekmek bulamıyorsa pasta yesinler!” sözüyle bir karşılaştırma yapıyor.
Türkler niçin sağcı olamaz
Kitabın en can alıcı bölümünü, Türk toplumu ve devlet modelini hakkında ünlü Türkologlar tarafından yapılan yorumlar oluşturuyor. Örneğin G. Valbert şöyle diyor: “Devlet fikri, Türk’ün ruhuna işlemiştir. Onda siyasi fazilet diye adlandırabileceğimiz bir fazilet vardır.”
Prof. Dr. Yakup Mehmedov, Türk insanın yüksek karakterli olmasını şöyle açıklamaktadır: “Özgürlük ve bağımsızlık Türklerin yaşam şekli olmuştur. Toprağa ve mülke bağlı bir düzen olmadığı için, kölelik ve sınıf ayrımı onların yaşamında hiç olmamıştır. Halklara sevgi, saygı, insanı sevme ve koruma, aralarında yüksek duygular olarak gelişmişti.”
Burada uzun uzadıya alıntılar yapmamız mümkün değil. Ancak Hüseyin Adıgüzel’in yaptığı şu değerlendirme Türk milletinin niçin doğal olarak solcu olduğunu ne güzel özetliyor: “Bugün bizim anladığımız sol, Türklere özgü özelliklerin tümü ile örtüşen bir sistemdir. Bu yüzden Türkler tarihleri boyunca milliyetçi ve solcu olmuşlardır. Gerçek milliyetçiler, yani vatanını, milletini, devletini bayrağını örf, adet ve geleneklerini karşılıksız seven ve benimseyenlerin solcu olmaları zorunludur, aynı solcuların milliyetçi olmaları gibi…”
Peki, sağcıların milliyetçi olmaları mümkün değil mi? Yıllarca Türkiye’de milliyetçiliğin bayraktarlığını sağcılar yapmadı mı?
Adıgüzel, Deniz’lerin ortadan kaldırılmasıyla solun milliyetçilikten koptuğunu ve sözde solun milliyetçiliğe sırtını çevirmesinin sağcıların işine yaradığını tespit ediyor. Hâlbuki sağın milliyetçi olması mümkün değildir: “Çünkü sağ düşünce sermayenin, kapitalistin, milletin kanını emen emperyalizmin ve emperyalistlerin yanındadır. Bu yüzden sağcılar; milleti, vatanı, bayrağı sevdiğini söylemelerine rağmen, sermayenin, kapitalistlerin, yani emperyalizmin yanında yer aldıklarından özgür düşünemezler, başkalarının, yani sermayenin emri ile düşünürler ve istemeseler de sermayenin, kapitalizmin, emperyalizmin emrinde çalıştıklarından dolayı, sevgileri soyuttur, sadece görünüştür. Bu yüzden sağcılar milliyetçi olamazlar, olsa olsa sermayenin ve emperyalizmin bekçisi ve tetikçisi olurlar.”
Sağcılar, emperyalizme karşı bir program sunamadıklarından hep “milli ve manevi değerler”den bahseder dururlar. Ama bu bile sahtedir. Çünkü milli ve manevi değerleri savunmak için bile emperyalizme karşı çıkmanız gerekir. Çünkü bu değerler emperyalizm tarafından tehdit edilmektedir. Sol, emperyalizme karşı olduğundan millidir, sağ ise işbirlikçi.
Ulusal Solun önderi: Atatürk
Tarihimizde milliyetçiliği ve solculuğu birleştiren en büyük lider Atatürk’tür. Emperyalizme karşı milli kurtuluş savaşları çağını başlatan ve ülke içinde halkçı-devletçi bir sol rejim kurarak anti-emperyalist savaşını taçlandıran Atatürk, yarattığı modelle bize örnek olmaktadır.
Atatürk milliyetçiliği, tam bağımsızlık fikri ile birlikte ele almıştır. Sol bir program uygulayarak Türk milli devrimini gerçekleştirmiştir. Adıgüzel’in de vurguladığı gibi “Mustafa Kemal ne kadar milliyetçi ise, o kadar da solcudur”
Atatürk’ün emperyalizme karşı savaşı, Sovyet devrimine katılan Türk sosyalistlerinin(milli komünistler) dikkatini çekmiştir. Galiyev’den Ruskılov’a, Nerimanov’dan Mustafa Suphi’ye kadar tüm Türk solcuları Mustafa Kemal’e hayrandırlar.
Bu hayranlığı yalnızca emperyalizme karşı verilen Kurtuluş Savaşına bağlayamayız. Bu büyük devrimcileri Mustafa Kemal’e yaklaştıran şey, güçlü bir milli bilinçtir, milliyetçiliktir. Stalin tarafından yok edilen Türk sosyalistlerinin tamamı, Kemalizm ajanlığı ve milliyetçilikle suçlanmışlardır.
TBMM Hükümetini ilk tanıyan devlet Neriman Nerimanov’un başında bulunduğu Azerbaycan Sosyalist Cumhuriyeti’dir. Nerimanov’un büyükelçi olarak Ankara’ya gönderdiği Abilov, Atatürk’ün yanından hiç ayrılmamış, onunla cephe cephe dolaşmıştır.
Sovyetler, Mustafa Kemal ile Türk komünistlerin yakınlaşmasına tahammül etmedi. Sultan Galiyev’in Mustafa Kemal ile irtibat kurmak için Anadolu’ya gönderdiği Mustafa Suphi Karadeniz’de bir suikasta kurban gitti. Milli komünistlerin tamamı Stalin tarafından yok edildi.
Ancak, onların öğrencisi olan Şevket Süreyya Aydemir gibi isimler, Atatürk Türkiye’sine hizmet ettiler. Bugün Ulusal Sol ideolojide önemli bir kaynak olarak karşımızda duran Kadro dergisi, bu birikimin ürünüdür.
TÜRKSOLU: Ulusal Solun karargahı
Hüseyin Adıgüzel, kitabın son kısmını TÜRKSOLU’na ayırmış. TÜRKSOLU’nu sadece bir gazetenin adı olarak değil, aynı zamanda Ulusal Sol İdeolojinin adı olarak değerlendiren Adıgüzel’in şu tespiti çok önemli: “Mustafa Kemal Atatürk ile Türkiye’de yaşama geçirilen ‘Ulusal Sol’ düşünce Atatürk’ten sonra, Batı merkezli çalışmaların sonucunda raftan kaldırıldı. 60’lı yıllarda Deniz Gezmiş önderliğinde tekrar yaşama dönen Ulusal Sol düşünce, Deniz ve arkadaşlarının ortadan kaldırılmasıyla yeniden rafa kondu. 2000’li yıllara kadar raflarda unutulan ulusal sol düşünce, 2002 yılında TÜRKSOLU adında bir gazete çıkaran bir avuç genç tarafından raftan indirildi. Türk düşünce hayatına ve edebiyatına yeniden sokuldu.”
TÜRKSOLU, Türk tarihinde bir dönüm noktasıdır. Ulusal Sol’un bir seçenek olarak halkın karşısına çıkması TÜRKSOLU’nun partileşmesi ile olacaktır. Bu yolda TÜRKSOLU’nu güçlendirecek tarih araştırmalarına ihtiyaç vardır.
Hüseyin Adıgüzel’in bu eserini bir başlangıç olarak düşünüyor ve kendisinden daha kapsamlı bir Türk tarihi yazmasını bekliyoruz. Bu çalışmalar çoğaldıkça Türk milleti kendi tarihini daha iyi öğrenecektir.
Kendi tarihini öğrenen Türk, sol ideoloji ile bütünleşecek ve ulusal sol bir halk hareketi ile emperyalizmi ve Kürt-İslam faşizmini alt edecektir.
http://www.turksolu.org/234/billur234.htm
“Türk milletinin genetik olarak devletine, milletine candan bağlı, bağımsız ve özgür yaşamayı karakteri yapan, insan odaklı bir düşünce sistemine bağlı olduğunu görürüz. Bugün, böyle düşünen insanlara siyasi edebiyatta “Ulusal Solcu” denir. Öyle ise Türk milleti genelde genetik olarak “Ulusalcı” ve “Solcu” bir millettir.
Türk milletinin, tarihin derinliklerinde gizli kalmış ya da bir sis perdesi ile örtülmek istenmiş ve bizlerden saklanmış sosyal yaşamı, yönetim biçimi, Marks ve Engels’ten yüzyıllar önce düşünülmüş ve uygulamaya konulmuş insan merkezli (sol) bir yönetim ve anlayış tarzıdır.”
Hüseyin Adıgüzel
Hüseyin Adıgüzel bir ilk’e imza attı
TÜRKSOLU’nun bir siyasi mücadele gazetesi olarak yayın hayatına girmesi ile Türkiye’de Ulusal Sol İdeoloji’nin inşa süreci başladı. Gazetemiz 2002 Nisan’ında çıkan ilk sayısında 8 maddelik bir manifesto yayınladı. Bu manifestonun 7. maddesi şöyle başlıyordu: “TÜRKSOLU, Batı uygarlığına karşı mücadele ederken milliyetçilik bayrağını yükseltir.”
O tarihten bugüne başyazarımız Gökçe Fırat, enternasyonalizmin yanlışlığını ortaya sererek solun niçin milliyetçi olması gerektiğini açıkladı ve dünya çapında ayrı bir sosyalist terminoloji oluşturarak “Ulusal Sol İdeoloji”yi ortaya koydu.
Gökçe Fırat, ulusal solun siyasi programını Altı Ok, ilk uygulayıcısı ve liderinin de Mustafa Kemal Atatürk olduğunu söyledi. Atatürk’le başlayan ulusal sol gelenek Nazım’lardan Mehmet Ali Aybar’lara, Deniz Gezmiş’lerden Uğur Mumcu’lara uzanıyordu.
Peki ya Ulusal Sol’un Türkiye dışındaki öncülleri kimlerdir? En başta Sultan Galiyev olmak üzere Ruskılov, Vahidov ve Nerimanov ilk aklımıza gelen isimler… Bu büyük insanları Türkiye, birkaç yıl öncesine kadar tanımıyordu. Ta ki, Hüseyin Adıgüzel, İleri yayınlarından “Milli Komünizmin Öncüleri” dizisini hazırlayıncaya kadar…
Hüseyin Adıgüzel, bilinmeyen bir dünyayı bize tanıttı ardı ardına çıkardığı kitaplarla. Sovyet Devrimi’ne büyük emek vermiş “milli komünistler”in fikirlerinin “Ulusal Sol İdeoloji” ile nasıl örtüştüğü ilk kez Adıgüzel’in kitapları sayesinde öğrendik.
Hüseyin Adıgüzel yeni kitabı “Tarih Boyunca Türkler ve Solculuk” ile yine bir ilk’e imza attı. TÜRKSOLU manifestosunun ilk maddesinde, “Türk halkının sorunlarını ancak sol bir düşünce ve eylem ile çözülebilir” tespiti yapılıyordu. İşte Adıgüzel, daha önce kimsenin yapmadığı bir işi yaptı ve bu tespite, Türk tarihini araştırarak katkıda bulundu.
Kitap, Türk’ün binlerce yıllık geleneğinin ve karakteristik özelliklerinin çağımızın “sol” anlayışıyla nasıl örtüştüğünü ve Türk milletinin yapısına en uygun ideolojinin “ulusal sol” olduğunu net bir biçimde ortaya koymakta.
Adıgüzel, solun Türk milletine yabancı olduğu yönündeki düzeysiz propagandaya, Türk tarihinden öyle güçlü örnekler cevap veriyor ki, kitabın sonunda “sağcılık Türk milletine yabancıdır, Türkler sağcı olamaz” sonucunu çıkarıyorsunuz.
Şimdi bu sonuca ulaşmamızı sağlayan olgulara bir bakalım…
Türkler’in toplumsal yapısı
Türk uygarlığı deyince aklımıza ilk gelen göçebeliktir. İlkokuldan beri atalarımızın göçebe olduğu ve hatta barbara olduğu anlatılır bize. Yerleşik kültür uygarlık olarak gösterilirken, göçebelik ise geri kalmışlığın göstergesi olarak öğretilir.
Türk çocuğuna ilk sosyal bilgiler dersiyle birlikte Batı karşısında aşağılık duygusu şırıngası yapılmaktadır. Atasının göçebeliğinden utanan Türk çocuğu, kültür emperyalizminin saldırısı altındadır.
Adıgüzel, yıllarca olumsuz bir biçimde aktarılan göçebeliğin Türk insanın, Batı’daki gibi feodal ya da köleci bir sistemi yaşamamasını sağladığını şöyle ortaya koymaktadır: “Toprağa bağlı bir yaşam tarzını benimsemeyen özgür bir toplumun, toprağa bağlılıktan doğan derebeylik ve serf sistemini hiç tanımaması gayet doğaldır. Bu yüzden Türk toplumunda toprağa bağlı bir kölelik ve varlığa bağlı bir sınıf ayrımı hiç olmamıştır.”
Bize olumsuz olarak sunulan göçebelik aslında Türkleri Batı’daki kölecilik veya feodalizm gibi gerici yönetim biçimlerinden korumuştur. Türklerdeki kolektif yaşam ve keskin sınıf ayrımlarının olmaması göçebeliğin bir getirisidir. Göçebe kültür, Adıgüzel’e göre “Türk milletinin sağlam karakterinin, bağımsızlığa ve özgürlüğe düşkünlüğünün temel nedenidir.”
At üstünde oradan oraya gitmek değildir göçebelik. Zaten böyle bir şey mümkün değildir. Tersine göçebe kültür güçlü bir organizasyon yeteneğini yaratmıştır Türkler’de. Çağının en üstün devlet mekanizmasını Türkler oluşturmuştur.
Türkler’de devlet-halk ilişkisi
Devletin başında yetkisi Türk töresi ile belirlenmiş, hatta sınırlandırılmış hakan otururdu. Hakanın başlıca görevi halkının dirliğini, düzenliğini sağlamak, halkı doyurmak ve giydirmek, töreyi uygulamaktı. Milletin ve devletin özgür ve bağımsız yaşamasından birinci derecede o sorumluydu.
Hakanın yanında onun aldığı kararlar üzerinde görüş bildiren Hatun vardı. Hakan toplumun önemle sorunları hakkında karar alacağı zaman Keneş’i(danışma meclisi) toplar ve orada toplumun önde gelenlerinin görüşlerini alırdı. Bu kişiler halkın her kesiminden üstün nitelikli ve görevlerinde başarılı olmuş, hiçbir verasete ve asalete bağlı olmayan kişilerdi.
Adıgüzel, bu durumu haklı olarak devlet idaresinde “demokratik bir yöntem” olarak tanımlıyor. Batı’daki çok geniş yetkilere sahip krallar ve onların da altında köylüyü ezen serfler vardır. Türk toplumunda ise böyle bir sınıflaşma görülmemiştir.
Türkler’in devlet idaresinde Batı’dan farklı ve üstün yönü halkla olan ilişkisidir. Adıgüzel, bu durumu şöyle açıklıyor: “Türk toplumunda halk(millet) devletin kölesi değil, devletin sahibidir. Çünkü devleti ortaya çıkaran millettir, devlet onun eseridir. Millet kendi eserini sever, benimser, korur. Devletinden de, iç ve dış güvenliğini, milletini yedirip içirmesini, tek sözle millete bakmasını ister. Devletle millet arasında yazıya geçirilmemiş duygusal bir antlaşma vardır.”
Batı’da egemen sınıfın baskı aygıtı olarak ortaya çıkan devlet anlayışının tam tersidir bu. Halkın devlete yabancılaşması diye bir durum sözkonusu değildir. Devlet-millet birliği gerçekleşmiştir. Bu mesele bugün bile sosyalistler arasında tartışılan bir meseledir.
Türk milleti bağımsız yaşaması için devletin birliğinin ve güçlü olmasının önemini kavramıştır. O yüzden devleti için her tülü fedakârlığı yapar. Adıgüzel’e göre “bu duyguyu taşıyan fertlerin tümü bu yüzden gönüllü askerdir, paralı askerlik tarih boyunca Türk toplumunda olmamıştır.”
Devlete karşı görevlerini yapan halkın da devletten töre gereği isteklerde bulunma hakkı vardır. Bu konuda kitapta Yusuf Has Hacip tarafından yazılan ve Karahanlı Hakanına sunulan Kutadgu Bilig adlı eser örnek verilmiş. Yusuf Has Hacip milletin devletten(hükümdardan) isteklerini “1. adil yönetim, 2. ekonomik istikrar, 3. güvenlik içinde yaşamak.” şeklinde sıraladıktan sonra şu uyarıyı yapmaktadır: “Ey hükümdar, sen halkın bu hakkını öde ki, sonra kendi hakkını iste!”
“Gece uyumadım, gündüz oturmadım, millet için çalıştım. Aç milleti doyurdum, çıplak milleti giydirdim” diyerek tarihe not düşen(daha doğrusu hesap veren) Göktürk Hakanı Bilge Kağan’ın devlet anlayışıdır Türkleri diğer milletlerden farklı kılan.
Adıgüzel, kitabında Türk devletinin halkına sorumluluğunu yansıtan pek çok örnek verdikten sonra, çok çarpıcı bir biçimde Fransa kraliçesi Marie Antoinette’nin “ekmek bulamıyorsa pasta yesinler!” sözüyle bir karşılaştırma yapıyor.
Türkler niçin sağcı olamaz
Kitabın en can alıcı bölümünü, Türk toplumu ve devlet modelini hakkında ünlü Türkologlar tarafından yapılan yorumlar oluşturuyor. Örneğin G. Valbert şöyle diyor: “Devlet fikri, Türk’ün ruhuna işlemiştir. Onda siyasi fazilet diye adlandırabileceğimiz bir fazilet vardır.”
Prof. Dr. Yakup Mehmedov, Türk insanın yüksek karakterli olmasını şöyle açıklamaktadır: “Özgürlük ve bağımsızlık Türklerin yaşam şekli olmuştur. Toprağa ve mülke bağlı bir düzen olmadığı için, kölelik ve sınıf ayrımı onların yaşamında hiç olmamıştır. Halklara sevgi, saygı, insanı sevme ve koruma, aralarında yüksek duygular olarak gelişmişti.”
Burada uzun uzadıya alıntılar yapmamız mümkün değil. Ancak Hüseyin Adıgüzel’in yaptığı şu değerlendirme Türk milletinin niçin doğal olarak solcu olduğunu ne güzel özetliyor: “Bugün bizim anladığımız sol, Türklere özgü özelliklerin tümü ile örtüşen bir sistemdir. Bu yüzden Türkler tarihleri boyunca milliyetçi ve solcu olmuşlardır. Gerçek milliyetçiler, yani vatanını, milletini, devletini bayrağını örf, adet ve geleneklerini karşılıksız seven ve benimseyenlerin solcu olmaları zorunludur, aynı solcuların milliyetçi olmaları gibi…”
Peki, sağcıların milliyetçi olmaları mümkün değil mi? Yıllarca Türkiye’de milliyetçiliğin bayraktarlığını sağcılar yapmadı mı?
Adıgüzel, Deniz’lerin ortadan kaldırılmasıyla solun milliyetçilikten koptuğunu ve sözde solun milliyetçiliğe sırtını çevirmesinin sağcıların işine yaradığını tespit ediyor. Hâlbuki sağın milliyetçi olması mümkün değildir: “Çünkü sağ düşünce sermayenin, kapitalistin, milletin kanını emen emperyalizmin ve emperyalistlerin yanındadır. Bu yüzden sağcılar; milleti, vatanı, bayrağı sevdiğini söylemelerine rağmen, sermayenin, kapitalistlerin, yani emperyalizmin yanında yer aldıklarından özgür düşünemezler, başkalarının, yani sermayenin emri ile düşünürler ve istemeseler de sermayenin, kapitalizmin, emperyalizmin emrinde çalıştıklarından dolayı, sevgileri soyuttur, sadece görünüştür. Bu yüzden sağcılar milliyetçi olamazlar, olsa olsa sermayenin ve emperyalizmin bekçisi ve tetikçisi olurlar.”
Sağcılar, emperyalizme karşı bir program sunamadıklarından hep “milli ve manevi değerler”den bahseder dururlar. Ama bu bile sahtedir. Çünkü milli ve manevi değerleri savunmak için bile emperyalizme karşı çıkmanız gerekir. Çünkü bu değerler emperyalizm tarafından tehdit edilmektedir. Sol, emperyalizme karşı olduğundan millidir, sağ ise işbirlikçi.
Ulusal Solun önderi: Atatürk
Tarihimizde milliyetçiliği ve solculuğu birleştiren en büyük lider Atatürk’tür. Emperyalizme karşı milli kurtuluş savaşları çağını başlatan ve ülke içinde halkçı-devletçi bir sol rejim kurarak anti-emperyalist savaşını taçlandıran Atatürk, yarattığı modelle bize örnek olmaktadır.
Atatürk milliyetçiliği, tam bağımsızlık fikri ile birlikte ele almıştır. Sol bir program uygulayarak Türk milli devrimini gerçekleştirmiştir. Adıgüzel’in de vurguladığı gibi “Mustafa Kemal ne kadar milliyetçi ise, o kadar da solcudur”
Atatürk’ün emperyalizme karşı savaşı, Sovyet devrimine katılan Türk sosyalistlerinin(milli komünistler) dikkatini çekmiştir. Galiyev’den Ruskılov’a, Nerimanov’dan Mustafa Suphi’ye kadar tüm Türk solcuları Mustafa Kemal’e hayrandırlar.
Bu hayranlığı yalnızca emperyalizme karşı verilen Kurtuluş Savaşına bağlayamayız. Bu büyük devrimcileri Mustafa Kemal’e yaklaştıran şey, güçlü bir milli bilinçtir, milliyetçiliktir. Stalin tarafından yok edilen Türk sosyalistlerinin tamamı, Kemalizm ajanlığı ve milliyetçilikle suçlanmışlardır.
TBMM Hükümetini ilk tanıyan devlet Neriman Nerimanov’un başında bulunduğu Azerbaycan Sosyalist Cumhuriyeti’dir. Nerimanov’un büyükelçi olarak Ankara’ya gönderdiği Abilov, Atatürk’ün yanından hiç ayrılmamış, onunla cephe cephe dolaşmıştır.
Sovyetler, Mustafa Kemal ile Türk komünistlerin yakınlaşmasına tahammül etmedi. Sultan Galiyev’in Mustafa Kemal ile irtibat kurmak için Anadolu’ya gönderdiği Mustafa Suphi Karadeniz’de bir suikasta kurban gitti. Milli komünistlerin tamamı Stalin tarafından yok edildi.
Ancak, onların öğrencisi olan Şevket Süreyya Aydemir gibi isimler, Atatürk Türkiye’sine hizmet ettiler. Bugün Ulusal Sol ideolojide önemli bir kaynak olarak karşımızda duran Kadro dergisi, bu birikimin ürünüdür.
TÜRKSOLU: Ulusal Solun karargahı
Hüseyin Adıgüzel, kitabın son kısmını TÜRKSOLU’na ayırmış. TÜRKSOLU’nu sadece bir gazetenin adı olarak değil, aynı zamanda Ulusal Sol İdeolojinin adı olarak değerlendiren Adıgüzel’in şu tespiti çok önemli: “Mustafa Kemal Atatürk ile Türkiye’de yaşama geçirilen ‘Ulusal Sol’ düşünce Atatürk’ten sonra, Batı merkezli çalışmaların sonucunda raftan kaldırıldı. 60’lı yıllarda Deniz Gezmiş önderliğinde tekrar yaşama dönen Ulusal Sol düşünce, Deniz ve arkadaşlarının ortadan kaldırılmasıyla yeniden rafa kondu. 2000’li yıllara kadar raflarda unutulan ulusal sol düşünce, 2002 yılında TÜRKSOLU adında bir gazete çıkaran bir avuç genç tarafından raftan indirildi. Türk düşünce hayatına ve edebiyatına yeniden sokuldu.”
TÜRKSOLU, Türk tarihinde bir dönüm noktasıdır. Ulusal Sol’un bir seçenek olarak halkın karşısına çıkması TÜRKSOLU’nun partileşmesi ile olacaktır. Bu yolda TÜRKSOLU’nu güçlendirecek tarih araştırmalarına ihtiyaç vardır.
Hüseyin Adıgüzel’in bu eserini bir başlangıç olarak düşünüyor ve kendisinden daha kapsamlı bir Türk tarihi yazmasını bekliyoruz. Bu çalışmalar çoğaldıkça Türk milleti kendi tarihini daha iyi öğrenecektir.
Kendi tarihini öğrenen Türk, sol ideoloji ile bütünleşecek ve ulusal sol bir halk hareketi ile emperyalizmi ve Kürt-İslam faşizmini alt edecektir.
http://www.turksolu.org/234/billur234.htm